BU CUMHURİYETİN “GERÇEK YURTSEVER ATATÜRKÇÜ KEMALİST DEVRİMCİLERİ!
BU ÇAĞRI ÖNCELİKLİ OLARAK SİZLEREDİR. Ali Berham ŞAHBUDAK / 15.03.2023
“Bu ülkenin aydın, yurtsever, ilerici yurttaşları, emekçi halkı, emekçi işçisi, emekçi memuru, ülkeye istihdam sağlayan ekonomik katkı veren küçük esnaf, üreterek Türk halkına ürün yetiştiren çiftçisi, köylüsü… Top yekûn siz, kula kul değil gerçek bir yurt sever yurttaşlarsanız yurttaş olma bilincinizi kaybetmediyseniz sizi açlığa, yokluğa mahkûm eden zihniyeti artık sandığa gömerek tarihe havale etmenizin zamanı gelmiştir…”
Bu
CUMHURİYETE “adeta bir miras yedi gibi çöken bu çömüş çağdışı zihniyetin
beslediği irticacı cemaatler tarikatlar ve mafya bozuntuları 3-5- maaş alan liyakatsiz
asalaklar ihale yolsuzlukları talan vurgunlar kısaca senin anlayacağın sen
yurttaş olma bilincini kaybettiğin için tüm bu yaşanılanlar… Seni yokluğa ve
ortaçağ karanlığına sürükleyen bu zihniyetten sen yurttaş olarak artık hesap
sormazsa" artık senin için yeni bir aşamaya geçilecekti o aşama da “KENDİSİNİ DENİZE AT KURTUL AŞAMASIDIR? ÇÜNKÜ ARTIK SENİN BU SAATTEN SONRA YURTTAŞ
OLARAK YAŞAMAYA HAKKI YOKTUR"?
Emekçi
işçiler Emekçi Memurular ekmeğini aşını kaybetmiş yurtsever esnaf bu ülkenin
onurlu üreten çiftçileri sizler yıllardır “ din iman bayrak ezan yerli milli
diyerek “ tıpkı diyet öder gibi 20 yıldır kimin peşinden koştuğunuz zihniyeti
hiç mi tanımak istemediniz” 100 yıl öncesindeki zihniyet te tıpkı bugün sen
peşinden koştuğun zihniyet gibiydi sonuç emperyalist istila ve bir gümüşlük
sonucu onlarda din iman diyordu sonrası çöküş…
Kurtuluş
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Başkomutanlığında milli mücadele sonucu tam
bağımsız bir cumhuriyet ve Saltanatın kaldırılışı kulluğun çöpe atıldığı bir
DEVRİM tebaa olmaktan kurtuluş yurttaş olma hakkı ve yönetim de söz sahibi
olarak tüm Türk halkının içinde olduğu adıl şeffaf hukukun eşit sağlandığı adaletlin
eşit olduğu paylaşım adaletli okunulduğu bir ülke kuruldu…
CUMHURİYET
Kuruluşun dan 80 yıl sonra tekrar din iman bayrak ezan hak hukuk adalet
denilerek kendi ellerinle 20 yıldır verdiğin bu yönetimin tamamen çürüdü sonucu
ortada " bu kili işbirlikçilerden ve çürümüş çağdışı zihniyetin beslediği
irticacı güruh süslerinden kurtulmak senin ellerinde… 100 yıldır dün ve bugün üzerinde
Türk milleti olarak “din ırk mezhep ayrımı yapmaksızın” onurla gururla
yaşadığımız bu cennet vatana çökmek üzere bu vatana çöken kirli cemaatlerden ve
tarikatlardan din iman bayrak ezan diyerek cumhuriyete çöken kirli düşüncelerden
kurtulma zamanı gelmiştir…
20
yıllık AKP yönetimiyle 100 yıllık; Cumhuriyetimizin bilinçli ve isteyerek senin
dirençsizliğin yüzünden uçuruma kenarına getirildiği açıktır!
Çürümüş
çağdışı bir zihniyetin var olduğu bu cumhuriyette tıpkı 100 yıl önce bu ülkeden
var olan emperyalizmle iş birliğine
girenlerden o dönemin çürümüşlerinde hiçbir farkları olmadı kanıtlanmıştır ” Gazi
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ” ya istiklal ya ölüm” diyerek başlattığı
milli mücadele bugün tekrar hâsıl olmuştur bu ülkenin ve Türk milletinin
kurtuluşu için tek seçen budur “Tabi sende KARŞI DEVRİM gibi tahkiye
yapmıyorsan”!
ŞİMDİ SIKI DUR / OF PÜF ETMEDEN OKU TABİ OKUMAYI SEVİYORSAN!
KAVRAMLARIN
BİR BİRİNE GİRİŞİ! Şimdi “Cumhuriyet Mitingleri neden kaybetti”, Gezi neden
kazandı!... Türkiye siyasi tarihinde
hükümet karşıtı eylemler kitlesellik açısından değerlendirildiğinde, Cumhuriyet
Mitinglerinin "enlerden biri olduğu, buna karşın Gezi eylemlerininse
tartışmasız birinci sıraya oturduğu söylenebilir. Her iki kalkışmanın da AKP
döneminde gerçekleştiğini baz aldığımızda, bu iki toplumsal kabarmanın mütevazi
bir karşılaştırmasını yapmak, hem geçmişi daha doğru okuyabilmek, hem de
geleceğe ilişkin sağlıklı öngörüler yapabilmek bakımından ufuk açıcı olabilir.
Bu yazı, her iki eylemin gövdesini
bütün yönleriyle ayrı ayrı ele almaktansa, yalnızca Cumhuriyet Mitingleri ile
Gezi eylemleri arasındaki benzerlik ve farklılıkları açığa çıkarıcı noktalara odaklanmaya
çalışmaktadır.
Sosyal bilimlerde bir makalede veya kitapta seçilen başlığın,
çoğunlukla o yazının bir kaç kelimelik özetini veya yazının temas ettiği
konulara ilişkin genel bir çerçeveyi sunması beklenir. Zaman zaman başlık,
yazarın ulaştığı sonucu da aşağı yukarı ima edebilir. Okuduğunuz yazıdaki
başlıkta, aslında yalnızca iki tane net ifade söz konusudur bunlardan ilki Cumhuriyet Mitinglerinin ( istediği
sonuçları elde etme bakımından) kaybettiği, buna karşın halen devam eden bir
süreç olarak Gezi direnişinin ( uzun
vadeli sonuçları açısından) kazanmış olduğudur.
“Bu ifadeleri kullanırken bizzat Cumhuriyet
Mitinkilerinin içinde olmuş ve ADD de Genel Başkan olmuş Cumhuriyet
Mitinkilerine yön veren bir Atatürkçü Kemalist yurtsever Devrimci olarak ifade
ediyorum”...
Bu anlamıyla, da ne bu iki eylem birbirinin karşısına
koyulmakta, ne de aynılığı savunulmaktadır.
Bunun
dışında, başlıktan yola çıkarak, bir tarafta bu iki eylemin
karşılaştırılmasını, birbirine hiç benzemediği, hatta birbirine ideolojik
olarak zıt olduğu gerekçesiyle doğru bulmayanlar olacaktır. Diğer yandan ise bu
iki eylemin, aslında farklı biçimlere bürünerek devam eden kesintisiz bir
sürecin farklı momentleri olduğunu savunanlar ses verecek ve onlar da
Cumhuriyet Mitinglerini kaybetmiş bir deneyim olarak görmenin ne kadar yanlış
olduğunu vurgulayacaklardır.
Şimdiden
söylemeliyim ki, bu yazı, söz konusu iki kanadı da tatmin edecek içerikte
değildir. Burada amacım, AKP döneminde yaşanan bu iki toplumsal tecrübeyi,
sonuçları ve nitelikleri bakımından nesnel biçimde bir arada düşünmektir. Yine
bu konuda oluşabilecek bir hayal kırıklığını daha baştan engellemek adına,
hassas bir konu olan Cumhuriyet Mitingleri hakkında iki yaklaşımdan ısrarla
kaçınacağımı bildirmek isterim: bu mitingleri kutsamamızı, her haliyle
olumlamamızı bekleyenler, ne yazık ki kendimizi kandırarak ve daha da önemlisi
teorimizi bypass ederek böylesi bir tavra girmeyeceğimizi bilmelidirler.
Diğer yandan, Cumhuriyet Mitingleri yazıldığı anda "Ergenekon", "darbe" vb. kavramlarının yapıştırılmasını isteyenler de ne yazık ki bu sayfadan eli boş döneceklerdir. Her iki kolaycılığı da reddettiğimi, doğrudan yakıştırmalar ve düşünmeksizin edinilen sıfatlar üzerinden konuşmayacağımı daha baştan söylemek isterim. Konuya ilişkin genel yaklaşımımı aktardığıma göre, Cumhuriyet Mitingleri ve Gezi eylemleri arasında yapmayı deneyeceğim karşılaştırmayı madde madde sıralamayı, konunun daha net olması bakımından işlevsel buluyorum. Bu işlemi yaparken Cumhuriyet Mitinglerinden bahsederken (CM), Gezi eylemlerinden bahsederken (GE)'yi kullanacağım.
1- CM) Bildiğimiz üzere bu mitingler, 2007
yılında Köşk'e çıkması muhtemel, eşi türbanlı bir Cumhurbaşkanı adayına karşı
eylemler biçiminde örgütlenmiş, ancak esasen AKP'nin 5 yıllık siyasal İslamcı
pratiklerine karşı halk kitlelerinin gücünü devşirerek yoluna devam etmiştir.
Ancak burada altı çizilmesi gereken kritik nokta, her ne kadar sayısı
milyonların üzerinde bir katılım gerçekleştiyse de, bu mitinglerin homojen bir
yapıya sahip olduğu ve Kemalist bir çizginin tartışmasız bir biçimde eyleme
rengini çaldığıdır.
1-
GE) Gezi Parkı'ndaki ağaçların
kesilmesine karşı bir duyarlılıktan türeyerek, bir kaç saat içerisinde
kitleselleşen ve ülkenin dört bir yanına yayılan Gezi eylemleri, sayısı 10
milyonun üzerinde insanın sokaklara dökülmesine neden olmuştur. Ancak burada
homojen bir kitleden ziyade, çok parçalı ve heterojen bir yapıdan söz
edilebilir. Kemalistler, kendisine anti-kapitalist ya da devrimci diyen İslamcılar,
sosyal-demokratlar, sol liberaller, Kürtler, Aleviler, sosyalistler,
komünistler, anarşistler ve yer yer de iktidar partisinin mensupları, bu
eylemlere katılmışlardır. Bu anlamda Gezi eylemleri, salt hükümet karşıtlığı
bakımından Cumhuriyet Mitingleriyle aynı çizgide, ihtiva ettiği kitlenin
ideolojik referansları bakımındansa ondan tamamen ayrıdır.
2-
CM) Cumhuriyet Mitingleri, birçok
ilde geniş halk katılımıyla sağlanmıştır. Ancak burada koyultulması gereken
husus, kitlelerin AKP’yi alaşağı etme sürecinin öznesi olmaktan örtülü biçimde
kaçınmalarıdır. Aynı anlama gelmek üzere, mitingdeki insanlar, iktidarla
mücadelede iktidarla doğrudan karşı karşıya gelmekten imtina etmiş, daha ziyade
devlet kurumlarının (öncelikle ordu, yargı vb.) bu işlevi üstlenmesini
beklemişlerdir. Burada devlet kurumlarına olan güven, laikliğin teminatı olarak
ordunun görülmesi şeklinde tezahür etmiş, bunun yanında yargı içerisindeki
Kemalist unsurların, söz konusu uyumlu İslamcı dönüşümü engelleyebileceği
düşünülmüştür. Bu haliyle mitingler, “rahat” bir pozisyondan örgütlenmiş,
kitlelerin huzursuzluğuyla AKP iktidarı arasına bir takım kurumlar getirilerek,
bir anlamda barikat kurmuştur. Ama bu barikat, görüldüğü üzere, düzen içi bir
arınışın sonucudur.
2- GE) Cumhuriyet Mitingleri, her ne kadar
örtük biçimde aydınlanma ve rasyonalite gibi değerlerin savunusu biçimde
gelişmiş olsa da, esas olarak bu kavramları ayakları üzerine diken ve hayata
geçiren Gezi direnişi olmuştur. Çünkü Gezi kitlesi, kaderini herhangi bir
kurumun inisiyatifine bırakmayarak, siyasal süreçlerin izleyicisi olmayı
reddetmiş, kendisi adına karar vericileri beklemeden özne olmayı talep
etmiştir. Üstelik bu özneleşme süreci, devlet kurumları arasında bir seçkincilik
yapmayarak, bu kurumların içinde bulunduğu pespayeliği ve çürümüşlüğü her
fırsatta dillendirerek gerçekleşmiştir. Gezi, AKP kurumlarına karşı hiçbir
kurumun arkasına mevzilenmemiş, barikatı, kokuşmuş kurumlarla değil, kendi
gücüyle kurmuştur. Bu haliyle Gezi, neresinden tutulsa elde kalan devlet ve
kurumlarına, toptan bir ret hareketidir. Dolayısıyla –eylemcilerin niyetinden
bağımsız olarak- düzen karşıtı bir karakter taşımaktadır.
3- CM) Mitingler, 1. Cumhuriyet’i tedrici biçimde tasfiye eden 2. Cumhuriyet’in
siyasal İslamcı karakterini fark etmiş ve “yeni düzeni kabul etmemiştir. Ancak,
esas olarak talep edilen, kemirilen ve günden güne eritilen laiklik ve Cumhuriyet değerlerinin,
formatlanarak fabrika ayarlarına (1923) döndürülmesidir. “Yeni düzen ”in panzehirim olarak “eski
düzen” ayağa kaldırılmaya çalışılmış, ancak “yeni ”ye yol açan koşulların “eskinin
dengesizliği ve temelsiz ligi olduğu düşünül(e) memeştir. Bu haliyle mitingler,
2. Cumhuriyetçi saldırıya karşı bir
savunma hareketidir.
3-
GE) Gezi eylemleri, 2007 tasfiyeleri ve 12 Eylül 2010 referandumu gibi kritik tarihleri
atlatmış/görmüş/yaşamış olmanın da verdiği olanakla, “yeninin şatafatlı
cilasına (ileri demokrasi, milli irade vs.) yüz vermemiş, 1. Cumhuriyet’in
simgelerini (bayrak, M. Kemal posterleri) kullanmış olsa da 1923 Türkiye’sine
dönülmesine dair herhangi bir talep dile getirmemiştir.
Böylece –özellikle- bayrak, devletin tanıdık olmadığı bir içerikle yeniden boyanarak, 2. Cumhuriyet karşıtı direnişin simgesi haline gelmiştir. Bu haliyle Gezi direnişi, bir savunma değil, saldırıya karşı püskürtme ve karşı-saldırı hareketidir. Buna en güzel örnek, Başbakan’ın partililerine yaptığı “evinize bayrak asın” konuşmasıdır. Çünkü yıllarca halka karşı saldırının meşrulaştırıcı simgesi olan bayrak, Gezi’yle beraber halk düşmanı politikaların üretildiği bir sığınak olmaktan çıkmış, işbirlikçilerin elinden alınmış, Aydemir Güler’in deyimiyle barikata dikilmiştir. Düzen tarafından halka saldırı sembolü olarak kullanılan bayrak, karşı-saldırıyla düzen güçlerinin elinden alınmıştır. Başbakan’ın “evlere bayrak asın” uyarısı bu karşı-saldırıyı boşa düşürmekten ve elden giden bayrağı yeniden ele geçirme isteğinden başka bir şey değildir.
4-
CM) Mitingler, her ne kadar birçok kent merkezinde yapılmış olsa da,
kitlelerin dışa kapalı ve homojen niteliğinden ötürü, yerelleşmede ve kendine
özgü bir kültür yaratmada başarılı olamamıştır. Salt “laiklik” üzerinden
örgütlenen ve dar bir siyasal çerçeveden beslenen Mitingler, topluma temas
etmede güçlük çekmiş, en önemlisi geriye bir mücadele ve kültür tortusu
bırakamamıştır.
4-
GE) Gezi’nin en büyük başarısı, yerelleşme, yayılma ve yaygınlaşma
konusunda muazzam bir hıza sahip olmasıdır. Öyle ki, eylemler sadece miting
formunda devam etmemiş, duran adam/kadın, yeryüzü sofraları, Gazdan adam, park
forumları gibi muhtelif biçimlere girerek ve içerisinde bulunduğu yer ile
zamana kendisini uydurmayı başararak özünü kaybetmeden esneyebilmiştir. Bunun
yanında büyük kent merkezlerinden küçük şehirlere, mahallelerden ilçelere ve
köylere kadar direniş, ten temasına gerek kalmadan hava yoluyla bulaşan bir
virüs gibi, ülkenin en ücra köşelerine dahi ulaşmıştır.
Balkanlardan gelen ve engellenemeyen soğuk hava dalgasına benzer
biçimde, bu defa direniş rüzgârı Gezi’den eserek “tüm yurdu etkisi altına almış”,
arkasında ise henüz birkaç aylık olmasına rağmen yoğun bir kültür ve mücadele
birikimi bırakmıştır. Kitaplardan makalelere, resimden müziğe, şiirden öyküye
kadar incelenmeyi bekleyen bir külliyat bizi ve gelecek kuşakları
beklemektedir. Gezi’yi, bir “miting ”den ziyade “ruh” kılan şey tam olarak
budur. Gezi, direnci ve sanatıyla alternatif bir yaşam biçimini örgütlemeyi
becermiştir.
5-
CM) Cumhuriyet Mitinglerinde kitleleri sokağa döken iradeyi, örgütlü
güçler ortaya koymuştur (CHP, BCP, DSP,
İP, GP, SHP, ADD, TGB vd.). Geniş kalabalıkların, ülkenin en önemli
meydanlarında disiplinli biçimde ve sağlam bir organizasyonla bir araya
getirilmesi, örgütlülüğün anlamını ifade etmektedir.
5-
GE) Gezi’de örgütlülüğün durumu ise daha ziyade Taksim Dayanışmasıyla
beraber düşünülmelidir. Dayanışmanın çatısı altında eylem birlikteliğine giden
100’den fazla siyasi parti, dernek, oda ve platform, esas olarak bu eylemlerin
öncüleri ve katalizör gücü olmuştur. Ancak kritik olan, kitleselliğin, örgütlü
yapıların boyutunu tartışılmayacak biçimde aşmasıdır. Bir başka deyişle, Gezi
Parkı’nda ve Taksim’de yapılacak imar değişikliklerine engel olmak amacıyla
kurulan Taksim Dayanışması, başlangıçta savunma görevini üstlenmiş olsa da,
sürecin yukarıda anılan bir karşı-saldırıya dönüşmesi ağırlıklı olarak örgütsüz
halk kitlelerinin katılımıyla gerçekleşmiştir.
6-
CM) Mitingler ‘in ideolojik çeperinin, milliyetçilik ve
ulusalcılıkla çevrelendiğini tespit etmek zor değildir. Bu haliyle de Türk
kimliğine sıkışıp kalan Mitingler ’in, diğer kimliklerle temas etme şansı daha
baştan sakatlanmış durumdadır. Dışlayıcı bir niteliğe sahip olduğundan bu
kalkışma, diğer toplum kesimlerini içermede başarısızlığa uğramıştır.
6-
GE) Gezi eylemlerinde halkların kardeşliği sloganı, salt söylemse
düzeyde kalmamış, somutlaşarak ayakları üzerine dikilmiştir. Barikatın arkası,
hiçbir kimliğin bir diğerini baskıladığı bir alan olmamıştır. Burada dikkat
çeken olgu şudur ki, Cumhuriyet Mitingleri ’ne katılan kesimler de, Gezi
sürecinde bu kez kimliklerini öne çıkarmamış, alanda tek bir Kürt düşmanı
slogan atmamışlardır. Dönüşüm ve öğrenme süreci herkesi (ve bizi de)
kapsamakta, halk düşe kalka öğrenmektedir. Böylece sokakta halklar arasında
sağlanan “barış süreci”, masada AKP’yle sağlanması düşünülen “barış sürecini
sefil ve temelsiz bırakmıştır. En temel anlamda, Cumhuriyet Mitingleri ile Gezi
eylemleri arasındaki farklar bu şekilde sıralanabilir. Bu sonuçlar üzerinden,
başlıkta iddiasında bulunduğum “yenilgi” ve “zafer”in gerekçelendirilmesine
geldiğimizde, bu formülasyonu 2007’deki devlet krizinin ve 2013 yılındaki
meşruiyet krizinin niteliğine dayandırmakta bir beis görmediğimi belirtmeliyim.
2007
yılında Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde düzenlenen Cumhuriyet Mitingleri,
AKP iktidarının karşılaştığı ilk kitlesel halk tepkisiydi.
Neo-liberal ve siyasal İslamcı dönüşüm arasındaki bağlantıyı bütüncül biçimde
yakalamaktan ziyade, salt dinselleşme meselesi üzerine yoğunlaşan Cumhuriyet
Mitingleri, konjonktürel olarak 27 Nisan e-muhtırası ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı
adaylığıyla kesişmişti (burada kesişme kelimesi, kuşkusuz bir rastlantıyı
değil, diyalektik biçimde birbirini etkileyen süreçleri ifade etmek için
kullanılmıştır). Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü, talepleri nesnel olarak
düzen içi olan bu mitinglerin karşılığı da daha çok sınıf-içi bir itişmeyle
karşımıza çıkmıştır.
Özellikle Cumhuriyet Mitinglerine katılan tamamen kendi iradeleriyle yurttaş olma bilinciyle hareket eden dinamik halk hareketi söylem ve eylemleriyle de tarihe not olarak aktarılan bu büyük direnişin temelini oluşturan o dönemin “Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “ sözde değil özde laik” sözleri ve e-muhtıra, Mitingler ’de dile getirilen talebin, devlet katında yansıması ve karşılığı olmuştur.
Devletin teamül, paradigma ve değerlerini restore etme/yeniden
belirleme niyetinde olan AKP’ye karşı, gücünü sokaktan alan ve devlet kurumları
içerisinde de izdüşümünü bulan muhalefet, bir devlet krizine yol açmıştır. Bu
siyasi kriz, liberallerin iddia ettiği gibi AKP’nin sözde demokrat ve cesur
iradesiyle aşılmamıştır. Bu sözde
demokrat ve cesur duruşun arkasında, ABD,
AB, uluslararası-yerli sermaye ve cemaatin AKP’ye verdiği açık destek
bulunmaktadır. Kestirme bir sonuçla, bir devlet krizi –meşruiyet ya da ekonomik
krizle eklemlenmediği sürece- atlatılabilirdir. Bu mantıkla Cumhuriyet
Mitingleri, siyasi bir krize neden olabilmişse de, bu, iktidar bloğunun
parçalanmasına ya da içerisinden aykırı sesler çıkmasına sebep olmamıştır.
Tersine iktidar, iç ve dış destekle, kendisini tahkim ve konsolide etme fırsatı
bulmuştur. Cumhuriyet Mitinglerinin yenilmesinin gizi buradadır.
Gezi
eylemlerinde ise durum çok daha farklıdır. Parkta
sabahlayan gençlere polis müdahalesi ile başlayan ve çadırların yakılması gibi
akıl dışı bir uygulamayla devam eden süreç, eylemcilerin ve muhalefetin,
iktidara karşı yönelttiği sorularda ilginç bir formülasyona sebebiyet
vermiştir. “Ne hakla parktakilere müdahale dersinle başlayan silsile, “ne hakla
çadırları yakarsın ”la devam etmiş, “ne hakla insanlara gaz ve su sıkarsın”nın
ardından “ne hakla beni yönetişinle taçlanmıştır. Bu adlı adınca bir meşruiyet
sorgulamasıdır. Halk artık AKP tarafından yönetilmek istememektedir. Üstelik
Başbakan’ın “% 50 beni istiyor, siz
kimsiniz” kurgusu, kalan % 50
tarafından istenmediğinin bir itirafı niteliğindedir.
AKP,
bu defa bir devlet krizinden ziyade meşruiyet krizine düşmüştür.
Sonuçları ve atlatıla bilirliği açısından meşruiyet krizinin, devlet krizinden
en önemli farkı, hiçbir iç ve dış destekle aşılamayacak olmasıdır. Daha da
ilginci iktidarın altından meşruiyet zemini kaydığı vakit, yukarıda sayılan iç
ve dış destekçiler bir anda iktidarla aralarına mesafe koyarak kendilerini
rölantiye alırlar. Bu minvalde AKP’nin
meşruiyet kaybı ve yalnızlaşmaya karşı üretebildiği iki refleks vardır.
Bunlardan biri şiddetin dozunu arttırma, diğeri ise dinselleşmedir. İktidarına
yönelik rızayı, iknayı ve onayı örgütleyemeyen AKP bu açığı, şiddet ve zor
araçlarını seferber ederek kapatmaya çalışmaktadır.
Ancak
buradaki çelişki daha vahimdir şiddet araçları geçici olarak iktidara bir alan
açsa da, salt zor araçlarıyla işleyen bir iktidar, meşruiyetini daha da
zedeleyecektedir. Üstelik zor aygıtları, artık korkutuculuğunu ve caydırıcılığını
da yitirmiş görünmektedir. Dinselleşme başlığı ise, AKP’nin en iyi bildiği
silahtır. Lakin Gezi eylemlerinin başlamasına neden olan süreç, siyasal İslamcılığın
yaşam tarzı üzerindeki belirleyiciliğine karşı da geliştiğinden, burada da AKP
içerisinden çıkamayacağı diyalektik bir sarmala dolanmış durumdadır.
Sonuç
olarak Gezi kazanmıştır:
Çünkü AKP bundan sonra atacağı her adımda “ya yeniden sokağa çıkarlarsa”
endişesini ensesinde hissedecektir. “Ne yaparsanız yapın o kışlayı yapacağız “dan Gezi Parkı’nı cennet
bahçesine çevirmeye varan bir geri adım sürecidir bu. Artık korkmamayı ve cesur
olmayı öğrendiğimize göre, çözemeyeceğimiz hiçbir sorun kalmamış demektir. Boğaziçi Caz Korosu’nun başarıyla tespit
ettiği gibi “bulunur biçare, halk ayaktadır”. Ali Berham ŞAHBUDAK…