29 Ağustos 2015 Cumartesi

30 AĞUSTOS, ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !!

30 AĞUSTOS, ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !!

Millî Hareketlerin Erdemi 20. yüzyılın ve 21 yüzyılın LİDERİ OLAN Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Bize en büyük  armağanı LAİK CUMHURİYETTİT“Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle kazanılan zaferler kalıcı olmaz, az zamanda kaybedilir”. (1923, İzmirMustafa Kemal ATATÜRK

Sizlere ve Türk KAMU oyuna da sık sık belirttiğim gibi yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK, bir kez daha 20. yüzyılın lideri seçilmiştir (Mayıs-2008). ABD’de Brown Üniversitesi öğretim görevlisi Profesör Arnold Ludwig, geliştirdiği bir metodoloji sonucunda, Atatürk’ün 20. yüzyılın en büyük siyasi lideri olduğunu ortaya koydu. 11 kategoriye göre seçilen liderler sıralamasında 31 puanla Atamız birinci olurken, Mao Zedung ve Franklin Roosevelt 30 puanla ikinci olmuşlardır. Dünyayı karıştıran Bush ise 15 puan almış. Onun dünyanın da kabul ettiği liderliğini ve önderliğini, ne yazık ki bizler hala algılayamadık ve kabullenemedik.

Güzel ülkemizin doğasın dahi yansıyan resimleri var Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN görüntüsü. Her yıl, 15 Haziran ve 15 Temmuz tarihleri arasında Ardahan’ın Damal ilçesinde, Karadağ eteklerine güneşin yansımasıyla saat 17.32'de oluşmaya başlayan bu görüntü, saat 17.50 sıralarında Atatürk siluetini ortaya çıkartıyor. Yani büyük liderimizin resmi, doğamız da var ve onu kimse, ne gönlümüzden, ne de doğamızdan silemeyecektir ve Buna hiç kimsenin de güçü asla ve asla yetmeyecek tik…. 

Ne yazık ki ÜLKEMİZDE son günlerde birçok hain tarafından, onun heykelini ve resmini yok etmek için eylemler yapıyor. Hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacaksın hem de bu ülkeyi kuran ve bizlere emanet eden liderimize karşı saygısızlık yapacaksın. Vatandaş lığımıza yakışmayan bu eylemleri BİR KEZ daha nefretle kınıyorum.

Yüce önderimiz, Sakarya meydan savaşında “ Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır dediğinde. O satıh da bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz” diyerek ülkemizin her yerinde savunma yapılması gereğini vurgulamıştır. Bu savunma taktiği dünya harp sistemine yeni bir anlayış getirmiştir. Bu savunma taktiği ile hareket eden ordumuz, hem savunmasını ve hem de büyük tearuz için gereken hazırlıklarını yapmıştır.

Bir yıl sonra Mustafa Kemalin yönetiminde 26 Ağustos 1922 de Afyon Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos da Dumlupınar Meydan Muharebesi zaferi ile sonlanmıştır. Bu zaferden sonra da İngiliz piyonu Yunan ordusu 9 Eylülde, İzmir’de denize dökülmüştür. Sonrasında ise Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve bizlere emanet edilmiştir.

Ulusal bağımsızlıkları için tüm dünya ülkelerince örnek alınan bu süreçte, yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ile onun emrinde, güzel ülkemizin kurulması için kanlarını ve canlarını veren tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi, hasretle anarken, şükranlarımızı sunuyoruz.
  
NOT: Güzel ülkemizde terör yüzünden yine can kayıplarımız başladı. Türkiye'mizin kurulmasını ve birçok ülkeye örnek olmasını hazmedemeyen AB-D emperyalizminin, bizleri bölmek, birlik ve beraberliğimizi bozmak için yıllardır İŞBİRLİKÇİ piyonlarla birlikte uyguladığı bu proje devam ediyor. Yani yine binlerce vatan evladını kaybedeceğiz ve AB-D emperyalizmi de silah satmak için milyarlarca dolar kazanacak. Tüm halkımızı bu hain projeye karşı koymak için birlik ve beraber olmaya çağırıyorum. A.Berham ŞAHBUDAK….29.08.2015…
                                                                                                                                       
                                               
  DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ
                                                                                                                                                                  PLATFORMU Genel Başkanı. A.Berham ŞAHBUDAK                  
      Web http / www.demokratikkitleorgutleribirligi.com   

18 Ağustos 2015 Salı

2007 SONRASI MHP AKP’NİN KOLTUK DEĞNEĞİMİ?.. YOKSA PASPAS MI?..

2007 SONRASI MHP AKP’NİN KOLTUK DEĞNEĞİMİ?.. YOKSA PASPAS MI?..

AKP iktidarını kaybetmemek için sürekli iktidara getirilme nedenini sömürmektedir. İşine geldiğinde “Açılım” yanlısıdır, gelmediğinde; müzakereyi bırakıp, mücadele seçeneğini öne çıkartmaktadır... Sürekli aldatılarak yönetilen Türk halkı, iktidarın “aldatıldık” savunmasına hala itibar etmektedir. R. T. Erdoğan, hiçbir kanıt göstermeden ve ne şekilde aldatıldığını açıklama zahmetine bile girmeden bir sabah vakti; Suriye Devlet Başkanı, aynı zamanda eski “kankası” Beşar Esat'ın, kendisini aldattığını söyleyerek düşman ilan edebilmiştir.

Erdoğan'ın yakın çevresini hedef alan, 17/25 Aralık soruşturmalarından sonra, “Ne istediler de vermedik” dediği hükümet ortağı Cemaat'in de kendilerini aldattığını açıklamıştır. Cemaat, TSK’ ya kumpas kurmakla, Devlet'in gizli bilgilerini düşmana satmakla ve casusluk yapmakla suçlanıp, hain ilan edilmiştir... En son da“Açılım” ve “Çözüm Süresi” yalanlarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Kürtlerin oylarını paylaştığı 13 yıllık ortağı PKK'nın kendilerini aldattığını ileri sürüp, müzakere sürecine son noktayı koymuştur…

Türk halkı, AKP'nin “Aldatıldık” savunmasına hala değer veriyor... Bu nedenle, çoğunluğun AKP hükümeti hakkındaki kanaati; “yapılması gerekeni yapıyor” şeklinde oluşmaktadır... AKP erken seçimi kafasına koydu ve bu defa milliyetçi oylara gözünü dikti. Hakim düşünce; operasyonların erken seçime hazırlık için başlatıldığı yönündedir... Doğruluk payı yüksek olan bu tespitten sonra, Y-CHP gibi Y-MHP'nin de AKP ile baştan beri gizli bir ortaklık içerisinde olduğu iddialarına geçelim:

AKP'ye göre, Cemaat kendilerini aldatmasaydı, açılım işine de hiç bulaşmayacaklardı... Durup duruken “Açılım” gündeme getirilmeseydi; zaten 2000'li yılların başında bitmiş olan terör canlanamaz, buna bağlı olarak şehit cenazeleri gelmez ve analar da ağlamazdı. Bunun sonucu olarak da PKK, Meclis'te 80 milletvekili ile temsil edilecek kadar güçlenemez; Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da “paralel devlet” kuramazdı!.. AKP, bu çerçevede oluşturduğu propaganda malzemeleri ile erken seçime gitme ve tek başına yeniden iktidara gelme hesapları içerisindedir...

CHP'nin neredeyse sabit hale gelen yüzde 25 civarındaki oyundan, kıymık koparamayacağına göre; gözünü 13 yıllık proje ortakları; MHP ile HDP'nin oylarına diktiğinden kuşku duyulmamalıdır... Kabul etmek gerekir ki, küresel güçlerin desteği ile iktidara gelen Erdoğan'ın, kullanım süresi bitmiş, üzeri çizilmiştir. Emperyalistler, yollarına yeni aktörlerle devam etmek istemektedirler... Bu yüzden, bugün en zor durumda olan parti, 13 yıl AKP'ye koltuk değnekliği yapan MHP'dir...

AKP, MHP'nin desteği sayesinde karşıdevrimi tamamlamış ve devletin bütün kurumlarını ele geçirebilmiştir. Devleti ele geçirmede en önemli rolü; hiç kuşku yok ki, ABD kontrolündeki Cemaat üstlenmişti. Ele geçirme sırası gelen kurumları, önce itibarsızlaştırmışlar, daha sonra da ilgili yasalarını değiştirerek ele geçirmeyi kolaylaştırmışlardır. Bütün bu yasaların çıkartılmasında ihtiyaç duyulan desteği MHP hiç bir zaman esirgememiştir!

Gerçekte yapılmakta olan bir karşıdevrimdi! ABD'nin Türkiye'de karşıdevrim yapılsın diye derdi yoktu ve olamazdı da. Onlar bu operasyonlar ile TSK içerisindeki “ulusalcı subayları tasfiye” etmek istiyorlardı. Böylece Türk Ordusu'nu Ortadoğu'da; kendi askerleri gibi kullanabileceklerdi... Erdoğan'a BOP'nin Eş Başkanlığı görevi de bu nedenle verilmiştir. Erdoğan'nın bir gecede Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat'ı, düşman ilan edip, “Eset”e çevirmesi, eş başkanlık görevinin bir sonucuydu. “Ilımlı İslam Projesi” ve “Medeniyetler İttifakı” gibi projelerin tümü, İslam ülkelerini yozlaştırılmış bir din üzerinden yönetmek için geliştirilmiştir.

Bugün CIA'nın kontrolünde olduğuna en ufak bir kuşku duyulmayan Fetullah Gülen, bu görevi gönüllü olarak üstlenmiş bir “din adamı”dır!.. “Hoca Efendi” unvanı verilen Gülen, ABD'nin dünyadaki “tek otorite” olduğu fikrine Müslüman toplulukları ikna etme görevini yerine getirmede en ufak bir tereddüt göstermemiştir... AKP ve Cemaat, Türkiye'deki karşıdevrimin en önemli aktörleri olarak görev üstlenmişken; duyarlı kesimlerin direncini kırmak için “Yeni CHP”ye, milliyetçi çizgide yeni parti arayışlarının önünü kesmek için de “Yeni MHP”'ye görev verilmiştir.

Kılıçdaroğlu ve Bahçeli bu görevlendirmeleri ne yazık ki kabul etmişlerdir!.. Kaset operasyonları ile yönetimleri değiştirilen bu iki muhalefet partisi, karşıdevrimin başarıya ulaşması için üzerlerine düşen görevleri yapmışlardır.Bu konudaki sorumluluklarını tarih kaydedecektir... Karşıdevrim sırasında kullanımına verilen Emniyet ve Yargıyı, bir süre sonra ortağı AKP'yi tasfiye etmek amacıyla kullanan Cemaat, beklenmedik bir sürprizle karşılaşmıştır. Halk Erdoğan'ı sahiplenmiştir. Ortaya çıkan kaostan en iyi şekilde yararlanmayı becerebilen Erdoğan'ın kucağına; bir anda “antiemperyalist” tavır takınma ve “yurtseverlik” söylemi can simidi gibi düşmüştür. Bu şekilde, yeniden halkın gönlünü kazanıp, iki kişiden birinin oyunu almayı başarmıştır...

Karşıdevrim en büyük tahribatını “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi” üzerinde vermiştir. Yasama erkini elinde bulunduran AKP, pısırık ve işbirlikçi muhalefet sayesinde, kısa sürede Yargı erkini de yürütmenin etkisi altına almayı başarmıştır... Bağımsız ve tarafsız” davranamayan yüksek Yargı; hükümetin demokrasiye ve evrensel değerlere aykırı düzenlemelerini iptal edememiş ve yürürlüğe girmesini engelleyememiştir... Böylece karşıdevrim kendi hukukunu yaratma olanağını da yakalamıştır!
 
Muhalefet daha baştan “ayarlanmış” ve basın ele geçirilmiş olduğu için, doğal olarak halk da olup bitene hala uyanamamıştır... Halkı afyonlama işinde; Kılıçdaroğlu'nun “Şeriat tehlikesi görmüyorum” ve “Yargıda Cemaat yapılanması vardır diyemem” çerçevesinde oluşturulan söylemleri, son derece etkili olmuştur. Bu süreçte; AKP'nin asıl işbirlikçisi hiç kuşku yok ki, Bahçeli'nin MHP'sidir... Çünkü MHP, antidemokratik yasaların çıkmasında hükümetin ihtiyaç duyduğu desteği her zaman vermiştir.

Bu antidemokratik yasaları gözü kapalı onaylayan ve zaten daha sonraki uygulamaları ile “Çankaya Noteri” diye anılan Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde de; en anlamlı desteği yine MHP vermiştir... MHP, 367 oyu bulamayan AKP'ye adeta Cumhurbaşkanlığını hediye etmişti... Türk Yargı organlarında ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde kesin çözüme kavuşturulmuş olan “türban sorunu”nunda da Y-CHP'den önce sahaya inen Y-MHP olmuştur...

Demokratik Cumhuriyetin olmazsa olmazı “laiklik İlkesi”nin; yasal düzenlemeler ile adım adım ortadan kaldırılmasına, Y-CHP gibi Y-MHP de tereddütsüz destek olmuştur... Aynı şekilde “eğitim ve öğretim birliği”ni bozan, “dinci eğitim”i meşru hale getiren 4+4+4'ün yasalaşmasında da muhalefet görevi yerine getirilmemiştir... Bahçeli, 7 Haziran seçimlerinden hemen sonra; koalisyon için kırmızıçizgisini ortaya koymadan, HDP'nin nasıl bir tavır takınacağını beklemeden, akıllara ziyan bir acelecilikle ve kesin bir dille; HDP ile hükümet kurmayacağını açıklayarak; halkın iktidardan düşürdüğü AKP'yi iktidardan düşürmemek için mevzilenmiştir!..

Çünkü MHP'nin bu tutumu yüzünden, içerisinde AKP bulunmadan bir hükümet kurmak olanaksızdı...
Bu noktada, halkın AKP'den kurtulamamasının yegane sorumlusu Devlet Bahçeli'dir... İktidardan düşme korkusu ile dağılma sürecine girecek olan AKP, MHP’nin bu hayat öpücüğü ile yeniden toparlanmaya başlamıştır... Hâlbuki milletvekili çoğunluğunu teşkil eden muhalefet, AKP'yi siyaset sahnesinden indirebilir ve tarihin tozlu raflarındaki yerine gönderebilirdi...

Sadece 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarını başlatmak ve seçim barajını kaldırıp, seçim mevzuatını adaletli hale getirmek suretiyle bile, bu sonuç elde edilebilirdi... Muhalefetteki üç partinin de böyle bir sonucu istemediği anlaşılmıştır. Çünkü Y-CHP ile Y-MHP, AKP'nin suç ortağı, HDP ise açılım ortağıdır... Yalnız olan ve çaresiz bırakılan Türk halkıdır... MHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “çatı adayı” olarak öne sürdüğü Ekmeleddin İhsanoğlu'nu Meclis başkanlığı seçiminde de aday göstermiş, fakat sahiplenmeyerek yine ortada bırakmıştır.

Çocukça bir hamle ile Meclis Başkanlığını da AKP'ye hediye etmiştir!... CHP'yi Meclis Başkanı adayı göstermeme konusunda ikna etme çabası içerisine dahi girilmeye tenezzül etmemiştir... Kim ne derse desin, Bahçeli yönetimindeki Y-MHP, baştan beri AKP'nin “ülkü ocakları” gibi hareket etmektedir. Bu nedenle yapılan “koltuk değneği” yakıştırması son derece haklı ve yerindedir... Denebilir ki, terörün bugün geldiği noktaya tırmanmasında baş sorumlu AKP ise, ikinci sıradaki sorumlu AKP'nin gizli ortağı gibi hareket eden Y-MHP'dir..
Y-CHP'yi sorumlular arasında saymaya gerek yoktur. Çünkü Y-CHP'ye dönüştürülen CHP, AKP'nin doğrudan açılımın ortağıdır!..

Baykal'ın kaset operasyonu ile yönetimden uzaklaştırılmasından sonra, getirilen SOROS'CU ekibin baş görevi: Ulusalcıları tasfiye ederek, CHP'yi HDP'ye dönüştürmekti. Bunda da başarılı olunmuştur!.. Sırası gelmişken şu kadarını söylemeden geçmeyelim: CHP içerisine yerleştirilen liberal görüşlü işbirlikçilerin tamamı, BOP'un başarısı için çaba gösteren küresel güçlerin elemanlarıdır... Bu saptamalardan sonra, Bahçeli'nin “yalılarında viski yudumlayarak HDP'yi destekleyen şerefsizler” çıkışını; hiçbir şekilde ciddiye almamak gerekir. Hedef saptırmak ve kendi durumunun tartışılmasını ötelemek için yapılmış bir hamle olduğu son derece açıktır...
HDP'yi destekleyenleri suçlayabilecek en son kişi Bahçeli'dir...

PKK'nın siyasi uzantısı olan HDP'yi, büyütüp bu hale getiren, Türkiye Cumhuriyeti Devletini terör örgütü ile masaya oturtan, 2000'li yılların başında bitmiş olan terörü yeniden hortlatan ve “Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan” AKP'ye, koltuk değnekliği yapan Bahçeli'nin, kendi durumunu gözden geçirmeden, “şerefsiz” sözcüğünü kullanmaya hakkı yoktur!.. Devlet Bahçeli, Alpaslan Türkeş'in MHP'sini Erdoğan'ın ayakları altına paspas olarak atan bir lider olarak tarihe geçecektir... “Şeref” konusunda ise fazla bir şey söylemeye gerek yok. Günü geldiğinde; kimin ne kadar şerefi olduğunu MHP'nin “milliyetçi” seçmeni takdir edecektir...

Sonuç olarak “ Bugün Türkiye’nin kuruluşun undan günümüze kadar ki sürede 85 yıl böle de bir sorun yaşanmazken bugün önü alınamaz sorunlar niçin yaşanmakta bu sorunlar bölge itibariyle sağ iktidarların yanlış uygulanan politikalar ve siyasi İslam dini kullanılarak din endeksli bir bölge yaratma çabalarının bir ürünüdür oysa bölgemizde ve ülkemizde izlenilecek politikalar etnik ve mezhepsel politikalardan çok Demokratikleşme ve Çağdaşlaşma amaçlı çözümler götürülseydi bugün güneydoğu illerinde ne cemaatler nede tarikatlar bölgede bu kadar yaygınlaştırdı bu yapıların varlıkları bölgenin konumu ve işleyişi olarak bugün Kürt hareketinin daha da güçlenmesine neden olmuştur bu gün ülkemizde yalan yanlış politikalar izlenerek iktidarlarını sürdüre bilmek adına AKP halen bir din endeksli iktidarın kurula bilmesi için bölge halkına beyanlar verilmesi dahi dinde reformlar yerine diyanet kullanılarak Kutsal İslam dinin çağımızın gerisine itilmek istenmekte tabi bu yaklaşım bölgede etkin ve benimsenmiş yaşanılır bir yaklaşım olması Din endeksli AKP iktidarın bölgede daha da güçlenmesi demektir ondandır ÜLKEMİZDE bu ve benzeri sorunların çözülememesi ”…

Buğun gelinen nokta itibariyle , Türk Silahlı Kuvvetleri hem Suriye'de hem yurt sathında Sözde BAĞIMSIZ KÜRTİSTAN TEMSİLCİLERİ  "Kürt Savunma Güçleri" ile uzun soluklu bir savaştadır.Ya bütün bir Türkiye, bu savaşa katılacaktır ya da bölünmüş bir Türkiye için karar alınacak noktaya taşınacaktır işte bugün AKP’nin 13 yıllık iktidarının sonucu olarak ÜLKEMİZDE olan biten budur ...A.Berham ŞAHBUDAK….. 17.08.2015

               DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ                                                                                                                                                                                                                       
            PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK


15 Ağustos 2015 Cumartesi

SÖZDE BAĞIMSIZ ÜLKE ADAYI KÜRDİSTAN'LA SAVAŞ!..

SÖZDE BAĞIMSIZ ÜLKE ADAYI KÜRDİSTAN'LA SAVAŞ!..

İsrail; yayılmacı politikası, itikadî yapısı, merhametsiz tavrı ile kurulduğundan beri 8 savaş, sayısız anlaşma, ateşkesler ve barış girişimleri tecrübesiyle komşu ülkeleri biçimliyor ve Ortadoğu'nun gündemini belirliyor. Bununla birlikte ABD ve Rusya'nın; çıkarları doğrultusunda Ortadoğu ülke yönetimleri ve halklarının idare edilebilir olmasını, iç dinamiklerinin istenildiği zaman birbirleri ile düşman olma potansiyeli taşımasını istemesi de diğer bir unsurdur ki; İşte Ortadoğu tarihinin en büyük karmaşasını yaşıyor, etnik ve dinci terör yakıp-yıkıyor, yaşanan trajedi her yeri kasıp-kavuruyor...

Ortadoğu'da barış için çok zorlu adımların atılması gerekiyor ve "Barış Stratejisi" temel olarak;
1- İsrail ile Filistin Özerk Yönetimi arasında aralarında toprak değişimi yapabilmeleri, İsrail Devleti'nin Yahudi devleti olarak tanınmasını esas alan bir barış anlaşmasının yapılması,
2- Suriye'de Esad'ın iktidarını koruma konusunda büyük bir potansiyele sahip olduğunun anlaşılmasıyla, rejim gücünün Sünni güçle dengelenmesinin sağlanması,
3-Irak'ta gidişatın güç-gelir paylaşımına dayalı bir federalizme doğru gitmesinden başka bir yol görünmemesi nedeniyle Irak Kürtleri ve Sünnilerin, Şii'leri dengeleyecek bir karşı ağırlık yaratması,
4- İran'ın nükleer programının barış amacına evirilmesi, fakat İran'ın nüfuz ettiği alanlarda karşısında Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arapların oluşturduğu bir savunma örgütünü bulması,
5- ABD ve Rusya'nın bölge jeopolitik dengesinin sarsılmaması,
6- Nihayet bölgede çatışan tüm dinci ve etnikçi terör örgütlerinin mutlaka lağvedilmesi, esaslarından oluşuyor

Suriye Ordusundan faydalanmanın olanağının olmadığı, Irak Ordusu'nun da zayıf olması ortamında; Suriye’deki otorite boşluğundan faydalanarak Esad'ı zayıflatmak ve Sünni güç bloğu oluşturmak, Irak’ta da Sünnileri Kürtler ve Şiilere karşı dengeleyecek bir karşı ağırlık yaratmak ve Irak'ın güç-gelir paylaşımına dayalı bir federalizme doğru idari yapısını değiştirmek üzere; İsrail ve ABD'nin kendilerini geri plana aldığı ve Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'nin dünyanın her yerinden kiraladığı ve türlü lojistik verdiği, Gücünü toplumdan dışlanmış ve bütün belirsizliklere kestirmeden bir çözüm arayan gençlere yönelik sunduğu bir "İslam Devleti " ütopyasından alan, 100'e yakın ülkeden, en az 25 bin savaşçının oluşturduğu İŞİD ve benzeri örgütleri organize etmek ve sahaya sürmekle işe başlanmalıydı.

Öyle de oldu! IŞİD; önce Suriye'de Esad rejimine karşı muhalif güçlerle taktiksel işbirliği yaptı, bölgedeki otorite boşluğundan faydalandı ve Sünni güç bloğu oluşturdu. Sonra Irak'ta " Sünnileri"; Kürtler ve Şiilere karşı dengeleyecek bir karşı ağırlık yaratmaya ve Irak'ın idari yapısını değiştirmeye yönlendi... Son Irak Parlamentosu seçimlerine Şiiler iktidardaki paylarının artması, Sünniler merkezi hükümetin yapısının değişmesi, Kürtler ise statülerinde yükselme talepleriyle girmişti. Seçim sonuçları taleplerin karşılanmasına yetmemiş, her talep Irak'ın birliği ve dirliğini belirleyecek bir çatışma ortamı oluşturmuştu.

IŞİD’in operasyonları da karmaşık etnik ve dini gruplar arasında ayrışmalara hız verdi. Irak her gün daha fazla siyasi karmaşaya ve istikrarsızlığa boğuldu... Bu noktada ABD, İsrail, İngiltere üstelik Türkiye; Kuzey Irak'ta Kürtlerin bağımsız bir Kürt Devletine evirilmesine ışık yakıyordu... Kürt Bölgesel Yönetimi lideri M. Barzani merkezi hükümeti zayıflatmak için BAAS Partisi liderleriyle işbirliğine girişti. Öte yanda IŞİD'le de dolaylı olarak işbirliği yapıyor, Musul'un düşmesindeki rolüyle Irak'ın fiili olarak üçe bölünmüş halinin sürmesini hedefleyen bir stratejiyi izliyordu... Nitekim IŞİD'in Irak'ı fiilen parçalayan saldırısını fırsata dönüştürdü ve tartışmalı bölgeleri ilhak etmeye yönelik adımlarını pekiştirdi. Tartışmalı bölgeleri ele geçirmek için Peşmerge güçlerini özellikle Kerkük'te yoğunlaştırdı, sonra Kerkük'ün Kürdistan Bölgesi'ne katılmış olduğunu ve bunun müzakere konusu bile olmayacağını açıkladı.

Bir yandan da bütün dünyanın gözü önünde IŞİD'in yarattığı tehlikeler karşısında Irak Kürt Yönetimi silahlı birimi Peşmerge güçlerinin, Türkiye’den PKK'nın silahlı kanadı Halk Savunma Güçleri’nin, Suriye’de Demokratik Birlik Partisi'nin Halkçı Koruma Birliklerinin ortaklık temelini attı. Bugün bu ortak silahlı kuvvete "Kürt Savunma Güçleri" deniyor. "Kürt Savunma Güçleri"; ABD'nin 2011'de çekildiği Irak'a yeniden dönmesinin söz konusu olmadığı bir durumda, Kürt bölgesi ve enerji kaynaklarını riske atacak hamlelere karşı arkasında bırakacağı bir kuvvet olmanın ötesinde, Bağımsızlığını öngördüğü Kürdistan'ın savunma gücü olarak düşünülüyor.

O yüzden ABD ve AB silah yardımını, Merkezi Irak Hükümetine değil, doğrudan doğruya Kürtlerin Savunma Güçlerine yapıyor. Ve M.Barzani'nin ağzından "Bağımsızlık Kürdistan halkının doğal hakkıdır. Kürdistan'ın nihai hedefi bağımsızlıktır" ifadesi hiç düşmüyor... Şimdi Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin bağımsız devlet olmak niteliği Türkiye ile test ediliyor. Vatandaşının güvenliğini sağlamakla sorumlu olacak Bağımsız Kürdistan devletinin, bu misyonu bünyesinde yer alan siyasi ve askeri kurumlar aracılığıyla yürütüp-yürütemeyeceğine bakılıyor...

Bu test için Başkan Obama'nın, IŞİD'le mücadele stratejisini oluşturan, NATO ülkelerinin IŞİD'i yenilgiye uğratmak için yaptığı işbirliği taahhüdü adım adım uygulanıyor. Buna göre Avrupalılar hava saldırılarına ve havadan yardıma destek sağlayacak, yerel güçlere danışmanlık yapacak ve istihbarat paylaşacaktır. Ancak Avrupa kamuoyunun kara harekâtına destek vermeyeceği düşünüldüğü için Ortadoğu'nun güvenliğini bölge ülkeleri sağlayacaktır. Ama Obama'nın stratejisi işletildiğinde bölge ülkelerinin hemen hepsinin Türkiye ile farklı nedenlerle sorunlar yaşaması; güneyde oluşturulan Kürt koridoru ve Kürdistan Sorunu konusunda Türkiye'yi yalnız bırakıyor.

Nitekim bir süre önce ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun havadan, Suriye'de PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi'nin silahlı kanadı Halk Savunma Güçleri ve Özgür Suriye Ordusu'na bağlı bazı grupların da karadan destek vermesiyle IŞİD kontrolündeki alanın Kürtlerin eline geçmesiyle, Cizire ve Kobani kantonları birleşmiş, bu noktada geriye Efrin Bölgesinin de bu kantonlara birleştirilmesi kalmıştır ki;Suriye sınırında bir baştan diğerine yeni bir Kürdistan devletçiğinin doğması, ABD'nin, Suriye'yi devletçiklere bölerken müttefik olarak yanına PKK/PYD'i alması Türkiye'yi şaşkına çevirmiştir.

Şimdi Türkiye, Amerika ile mutabık kaldığı üzere Suriye içindeki "güvenli bölge" deki İŞİD'e karşı, esasen PKK/PYD çizgisinin "kantonları birleştirme projesinin önüne geçmek üzere, Efrin'de Türkiye kontrolünde olan Suriye Ilımlı muhalefetine bağlı güçler PKK/PYD güçlerine saldırırken, Türkiye kendi sınırından güvenli bölgenin iç kısımlarına hava saldırılarında bulunuyor, tank ve topçu ateşiyle vuruyor.

Aynı zamanda Türkiye hükümetinin, "Kürt Hareketini HDP ekseninde siyaset ile PKK terör örgütünü ayrıştıran" stratejisinin yürümemesi; PKK'nın geri çekilmemesi, geri çekilmeye bağlı olarak PKK'nin Türkiye'ye karşı silah kullanmaktan vazgeçtiğini açıklamaması, geri dönüşlerin sağlanmaması gibi nedenlerle, Dünyanın gözünden düşürdüğü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Bu ülkede milli birliğimize, kardeşliğimize kast edenlerle, çözüm sürecini devam ettirmek mümkün değil " sözleri çerçevesinde ve bütün yurt sathında PKK terör örgütüne karşı da bir savaş açılmıştır.
 
Sonuç olarak “ Bugün Türkiye’nin kuruluşun undan günümüze kadar ki sürede 85 yıl böle de bir sorun yaşanmazken bugün önü alınamaz sorunlar niçin yaşanmakta bu sorunlar bölge itibariyle sağ iktidarların yanlış uygulanan politikalar ve siyasi İslam dini kullanılarak din endeksli bir bölge yaratma çabalarının bir ürünüdür oysa bölgemizde ve ülkemizde izlenilecek politikalar etnik ve mezhepsel politikalardan çok Demokratikleşme ve Çağdaşlaşma amaçlı çözümler götürülseydi bugün güneydoğu illerinde ne cemaatler nede tarikatlar bölgede bu kadar yaygınlaştırdı bu yapıların varlıkları bölgenin konumu ve işleyişi olarak bugün Kürt hareketinin daha da güçlenmesine neden olmuştur bu gün ülkemizde yalan yanlış politikalar izlenerek iktidarlarını sürdüre bilmek adına AKP halen bir din endeksli iktidarın kurula bilmesi için bölge halkına beyanlar verilmesi dahi dinde reformlar yerine diyanet kullanılarak Kutsal İslam dini cağımızın gerisine itilmek istenmekte tabi bu yaklaşım bölgede etkin ve benimsenmiş yaşanılır bir yaklaşım olması Din endeksli AKP iktidarın bölgede daha da güçlenmesi demektir ondandır ÜLKEMİZDE bu ve benzeri sorunların çözülememesi ”…

Buğun gelinen nokta itibariyle , Türk Silahlı Kuvvetleri hem Suriye'de hem yurt sathında Sözde BAGIMSIZ KÜRTİSTAN TEMSİLCİLERİ  "Kürt Savunma Güçleri" ile uzun soluklu bir savaştadır.Ya bütün bir Türkiye, bu savaşa katılacaktır ya da bölünmüş bir Türkiye için karar alınacak noktaya taşınacaktır işte bugün AKP’nin 13 yıllık iktidarının sonucu olarak ÜLKEMİZDE olan biten budur ...A.Berham ŞAHBUDAK….. 12.08.2015

                                                                                                                                
                                                                                                                                          DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ                                                                                                                                                                   PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...