2007 SONRASI MHP
AKP’NİN KOLTUK DEĞNEĞİMİ?.. YOKSA PASPAS MI?..
AKP iktidarını kaybetmemek için sürekli iktidara getirilme nedenini
sömürmektedir. İşine geldiğinde “Açılım” yanlısıdır, gelmediğinde; müzakereyi
bırakıp, mücadele seçeneğini öne çıkartmaktadır... Sürekli aldatılarak
yönetilen Türk halkı, iktidarın “aldatıldık” savunmasına hala itibar
etmektedir. R. T. Erdoğan,
hiçbir kanıt göstermeden ve ne şekilde aldatıldığını açıklama zahmetine bile
girmeden bir sabah vakti; Suriye Devlet Başkanı, aynı zamanda eski “kankası”
Beşar Esat'ın, kendisini aldattığını söyleyerek düşman ilan edebilmiştir.
Erdoğan'ın yakın çevresini hedef
alan, 17/25 Aralık
soruşturmalarından sonra, “Ne istediler de vermedik” dediği hükümet ortağı
Cemaat'in de kendilerini aldattığını açıklamıştır. Cemaat, TSK’ ya kumpas kurmakla, Devlet'in
gizli bilgilerini düşmana satmakla ve casusluk yapmakla suçlanıp, hain ilan edilmiştir... En son da“Açılım” ve
“Çözüm Süresi” yalanlarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Kürtlerin
oylarını paylaştığı 13
yıllık ortağı PKK'nın kendilerini
aldattığını ileri sürüp, müzakere sürecine son noktayı koymuştur…
Türk halkı, AKP'nin “Aldatıldık”
savunmasına hala değer veriyor... Bu nedenle, çoğunluğun
AKP hükümeti hakkındaki kanaati; “yapılması gerekeni yapıyor” şeklinde oluşmaktadır...
AKP erken seçimi kafasına koydu ve bu defa milliyetçi oylara gözünü dikti. Hakim düşünce;
operasyonların erken seçime hazırlık için başlatıldığı yönündedir... Doğruluk
payı yüksek olan bu tespitten sonra, Y-CHP gibi Y-MHP'nin de AKP ile baştan
beri gizli bir ortaklık içerisinde olduğu iddialarına geçelim:
AKP'ye göre, Cemaat kendilerini
aldatmasaydı, açılım işine de hiç bulaşmayacaklardı... Durup duruken “Açılım”
gündeme getirilmeseydi; zaten 2000'li yılların başında bitmiş olan terör
canlanamaz, buna bağlı olarak şehit cenazeleri gelmez ve analar da ağlamazdı.
Bunun sonucu olarak da PKK, Meclis'te 80 milletvekili ile temsil edilecek kadar
güçlenemez; Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da “paralel devlet” kuramazdı!.. AKP, bu çerçevede
oluşturduğu propaganda malzemeleri ile erken seçime gitme ve tek başına yeniden
iktidara gelme hesapları içerisindedir...
CHP'nin neredeyse sabit hale
gelen yüzde 25 civarındaki oyundan, kıymık koparamayacağına göre; gözünü 13
yıllık proje ortakları; MHP ile HDP'nin oylarına diktiğinden kuşku
duyulmamalıdır... Kabul etmek gerekir ki, küresel güçlerin desteği ile iktidara gelen Erdoğan'ın,
kullanım süresi bitmiş, üzeri çizilmiştir. Emperyalistler, yollarına yeni
aktörlerle devam etmek istemektedirler... Bu yüzden, bugün en zor durumda olan parti, 13 yıl AKP'ye koltuk değnekliği yapan MHP'dir...
AKP, MHP'nin desteği sayesinde karşıdevrimi tamamlamış ve devletin bütün kurumlarını
ele geçirebilmiştir. Devleti ele geçirmede en önemli rolü; hiç kuşku yok
ki, ABD kontrolündeki Cemaat üstlenmişti. Ele geçirme sırası gelen kurumları,
önce itibarsızlaştırmışlar, daha sonra da ilgili yasalarını değiştirerek ele
geçirmeyi kolaylaştırmışlardır. Bütün bu yasaların
çıkartılmasında ihtiyaç duyulan desteği MHP hiç bir zaman esirgememiştir!
Gerçekte
yapılmakta olan bir karşıdevrimdi! ABD'nin Türkiye'de
karşıdevrim yapılsın diye derdi yoktu ve olamazdı da. Onlar bu operasyonlar ile
TSK içerisindeki “ulusalcı subayları tasfiye” etmek istiyorlardı.
Böylece Türk Ordusu'nu Ortadoğu'da; kendi askerleri gibi kullanabileceklerdi... Erdoğan'a BOP'nin Eş
Başkanlığı görevi de bu nedenle verilmiştir. Erdoğan'nın bir gecede
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat'ı, düşman ilan edip, “Eset”e çevirmesi, eş
başkanlık görevinin bir sonucuydu. “Ilımlı İslam Projesi” ve “Medeniyetler
İttifakı” gibi projelerin tümü, İslam ülkelerini yozlaştırılmış bir din
üzerinden yönetmek için geliştirilmiştir.
Bugün CIA'nın kontrolünde olduğuna
en ufak bir kuşku duyulmayan Fetullah Gülen, bu görevi gönüllü olarak
üstlenmiş bir “din adamı”dır!.. “Hoca Efendi” unvanı
verilen Gülen, ABD'nin dünyadaki “tek otorite” olduğu fikrine Müslüman
toplulukları ikna etme görevini yerine getirmede en ufak bir tereddüt
göstermemiştir... AKP ve Cemaat, Türkiye'deki
karşıdevrimin en önemli aktörleri olarak görev üstlenmişken; duyarlı kesimlerin direncini kırmak için
“Yeni CHP”ye, milliyetçi çizgide yeni
parti arayışlarının önünü kesmek
için de “Yeni MHP”'ye görev verilmiştir.
Kılıçdaroğlu ve
Bahçeli bu görevlendirmeleri ne yazık ki kabul etmişlerdir!.. Kaset operasyonları ile
yönetimleri değiştirilen bu iki muhalefet partisi, karşıdevrimin başarıya
ulaşması için üzerlerine düşen görevleri yapmışlardır.Bu konudaki
sorumluluklarını tarih kaydedecektir... Karşıdevrim sırasında
kullanımına verilen Emniyet ve Yargıyı, bir süre sonra ortağı AKP'yi tasfiye etmek amacıyla
kullanan Cemaat, beklenmedik bir sürprizle karşılaşmıştır. Halk Erdoğan'ı
sahiplenmiştir. Ortaya çıkan kaostan en iyi şekilde yararlanmayı becerebilen
Erdoğan'ın kucağına; bir anda “antiemperyalist” tavır takınma ve “yurtseverlik” söylemi can simidi gibi düşmüştür. Bu şekilde, yeniden
halkın gönlünü kazanıp, iki kişiden birinin oyunu almayı başarmıştır...
Karşıdevrim en
büyük tahribatını “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi” üzerinde vermiştir. Yasama erkini elinde
bulunduran AKP, pısırık ve işbirlikçi muhalefet
sayesinde, kısa sürede Yargı erkini de yürütmenin etkisi altına almayı
başarmıştır... “Bağımsız ve tarafsız” davranamayan yüksek Yargı; hükümetin
demokrasiye ve evrensel değerlere aykırı düzenlemelerini iptal edememiş ve
yürürlüğe girmesini engelleyememiştir... Böylece karşıdevrim kendi hukukunu yaratma olanağını
da yakalamıştır!
Muhalefet daha
baştan “ayarlanmış” ve basın ele geçirilmiş olduğu için, doğal olarak
halk da olup bitene hala uyanamamıştır... Halkı afyonlama işinde;
Kılıçdaroğlu'nun “Şeriat tehlikesi görmüyorum” ve “Yargıda Cemaat
yapılanması vardır diyemem” çerçevesinde oluşturulan söylemleri, son derece
etkili olmuştur. Bu süreçte; AKP'nin asıl işbirlikçisi hiç kuşku yok ki, Bahçeli'nin MHP'sidir... Çünkü MHP,
antidemokratik yasaların çıkmasında hükümetin ihtiyaç duyduğu desteği her zaman
vermiştir.
Bu antidemokratik
yasaları gözü kapalı onaylayan ve zaten daha sonraki uygulamaları ile “Çankaya
Noteri” diye anılan Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığına seçilmesinde de; en
anlamlı desteği yine MHP vermiştir... MHP, 367 oyu bulamayan
AKP'ye adeta Cumhurbaşkanlığını hediye etmişti... Türk Yargı organlarında
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde kesin çözüme kavuşturulmuş olan “türban
sorunu”nunda da Y-CHP'den önce sahaya inen Y-MHP olmuştur...
Demokratik
Cumhuriyetin olmazsa olmazı “laiklik İlkesi”nin; yasal düzenlemeler ile
adım adım ortadan kaldırılmasına, Y-CHP gibi Y-MHP de tereddütsüz destek
olmuştur... Aynı şekilde “eğitim
ve öğretim birliği”ni bozan, “dinci eğitim”i meşru hale getiren 4+4+4'ün yasalaşmasında da
muhalefet görevi yerine getirilmemiştir... Bahçeli, 7 Haziran seçimlerinden
hemen sonra; koalisyon için kırmızıçizgisini ortaya koymadan, HDP'nin nasıl bir
tavır takınacağını beklemeden, akıllara ziyan bir acelecilikle ve kesin bir
dille; HDP ile hükümet kurmayacağını açıklayarak; halkın iktidardan düşürdüğü AKP'yi
iktidardan düşürmemek için mevzilenmiştir!..
Çünkü MHP'nin bu tutumu yüzünden, içerisinde AKP bulunmadan bir
hükümet kurmak olanaksızdı...
Bu noktada,
halkın AKP'den kurtulamamasının yegane sorumlusu Devlet Bahçeli'dir... İktidardan düşme
korkusu ile dağılma sürecine girecek olan AKP, MHP’nin bu hayat öpücüğü ile yeniden
toparlanmaya başlamıştır... Hâlbuki milletvekili
çoğunluğunu teşkil eden muhalefet, AKP'yi siyaset sahnesinden indirebilir ve
tarihin tozlu raflarındaki yerine gönderebilirdi...
Sadece 17 ve 25
Aralık yolsuzluk soruşturmalarını başlatmak ve seçim barajını kaldırıp, seçim mevzuatını
adaletli hale getirmek suretiyle bile, bu sonuç elde edilebilirdi... Muhalefetteki üç
partinin de böyle bir sonucu istemediği anlaşılmıştır. Çünkü Y-CHP ile Y-MHP,
AKP'nin suç ortağı, HDP ise açılım ortağıdır... Yalnız olan ve çaresiz
bırakılan Türk halkıdır... MHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “çatı adayı” olarak öne sürdüğü
Ekmeleddin İhsanoğlu'nu Meclis başkanlığı seçiminde de aday göstermiş, fakat
sahiplenmeyerek yine ortada bırakmıştır.
Çocukça bir hamle
ile Meclis Başkanlığını da AKP'ye hediye etmiştir!... CHP'yi Meclis Başkanı
adayı göstermeme konusunda ikna etme çabası içerisine dahi girilmeye tenezzül
etmemiştir... Kim ne derse
desin, Bahçeli yönetimindeki Y-MHP, baştan beri AKP'nin “ülkü ocakları”
gibi hareket etmektedir. Bu nedenle yapılan “koltuk değneği”
yakıştırması son derece haklı ve yerindedir... Denebilir ki, terörün
bugün geldiği noktaya tırmanmasında baş sorumlu AKP ise, ikinci sıradaki
sorumlu AKP'nin gizli ortağı gibi hareket eden Y-MHP'dir..
Y-CHP'yi
sorumlular arasında saymaya gerek yoktur. Çünkü Y-CHP'ye dönüştürülen CHP,
AKP'nin doğrudan açılımın ortağıdır!..
Baykal'ın kaset
operasyonu ile yönetimden uzaklaştırılmasından sonra, getirilen SOROS'CU ekibin
baş görevi: Ulusalcıları tasfiye ederek, CHP'yi HDP'ye dönüştürmekti. Bunda da
başarılı olunmuştur!.. Sırası gelmişken şu kadarını söylemeden geçmeyelim: CHP içerisine
yerleştirilen liberal görüşlü işbirlikçilerin tamamı, BOP'un başarısı için çaba
gösteren küresel güçlerin elemanlarıdır... Bu saptamalardan sonra,
Bahçeli'nin “yalılarında viski yudumlayarak HDP'yi destekleyen şerefsizler”
çıkışını; hiçbir şekilde ciddiye almamak gerekir. Hedef saptırmak ve kendi
durumunun tartışılmasını ötelemek için yapılmış bir hamle olduğu son derece
açıktır...
HDP'yi
destekleyenleri suçlayabilecek en son kişi Bahçeli'dir...
PKK'nın siyasi uzantısı olan
HDP'yi, büyütüp bu hale getiren, Türkiye Cumhuriyeti Devletini terör örgütü ile
masaya oturtan, 2000'li yılların başında bitmiş olan terörü yeniden hortlatan
ve “Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan” AKP'ye, koltuk
değnekliği yapan Bahçeli'nin, kendi durumunu gözden geçirmeden, “şerefsiz”
sözcüğünü kullanmaya hakkı yoktur!.. Devlet Bahçeli,
Alpaslan Türkeş'in MHP'sini Erdoğan'ın ayakları altına paspas olarak atan bir
lider olarak tarihe geçecektir... “Şeref” konusunda ise
fazla bir şey söylemeye gerek yok. Günü geldiğinde; kimin ne kadar şerefi
olduğunu MHP'nin “milliyetçi” seçmeni takdir edecektir...
Sonuç olarak “ Bugün
Türkiye’nin kuruluşun undan günümüze kadar ki sürede 85
yıl böle de bir sorun yaşanmazken bugün önü alınamaz sorunlar niçin
yaşanmakta bu sorunlar bölge itibariyle sağ iktidarların yanlış uygulanan
politikalar ve siyasi İslam dini kullanılarak din endeksli bir bölge yaratma
çabalarının bir ürünüdür oysa bölgemizde ve ülkemizde izlenilecek politikalar
etnik ve mezhepsel politikalardan çok Demokratikleşme ve Çağdaşlaşma amaçlı
çözümler götürülseydi bugün güneydoğu illerinde ne cemaatler nede tarikatlar
bölgede bu kadar yaygınlaştırdı bu yapıların varlıkları bölgenin konumu ve
işleyişi olarak bugün Kürt hareketinin daha da güçlenmesine neden olmuştur bu
gün ülkemizde yalan yanlış politikalar izlenerek iktidarlarını sürdüre bilmek
adına AKP halen bir din endeksli iktidarın kurula bilmesi için bölge halkına
beyanlar verilmesi dahi dinde reformlar yerine diyanet kullanılarak Kutsal
İslam dinin çağımızın gerisine itilmek istenmekte tabi bu yaklaşım bölgede
etkin ve benimsenmiş yaşanılır bir yaklaşım olması Din endeksli AKP iktidarın
bölgede daha da güçlenmesi demektir ondandır ÜLKEMİZDE bu ve benzeri sorunların
çözülememesi ”…
Buğun
gelinen nokta itibariyle , Türk Silahlı Kuvvetleri hem Suriye'de hem yurt
sathında Sözde BAĞIMSIZ KÜRTİSTAN TEMSİLCİLERİ
"Kürt Savunma Güçleri" ile uzun soluklu bir savaştadır.Ya
bütün bir Türkiye, bu savaşa katılacaktır ya da bölünmüş bir Türkiye için karar
alınacak noktaya taşınacaktır işte bugün AKP’nin 13 yıllık iktidarının sonucu
olarak ÜLKEMİZDE olan biten budur ...A.Berham ŞAHBUDAK….. 17.08.2015
DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ
BİRLİĞİ
PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK