23 Kasım 2017 Perşembe

LAİK CUMHURİYET'İN LAİK ÖĞRETMENLERİ

LAİK CUMHURİYET'İN LAİK ÖĞRETMENLERİ

Hayatımızda birçok değerleri borçlu olduğumuz Başöğretmenimiz M.K. ATATÜRK ve sizler eğitim emekçisi öğretmenlerimiz! Emeklisi, çalışanı bütün öğretmenlerimize gönül isterdi ki yazıma güzel haberler ve gelişmelerden bahsederek başlayayım.

Ancak günümüz koşulları maalesef buna imkan vermemekte, mevcut iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığının ısrarlı tutumu sonucu gerek çağdaş eğitim alanlarımızda gerekse, sosyal ve inanç alanlarında ciddi kırılmalar yaşanmakta. Oysa Önderimiz M.K. ATATÜRK’ÜN işareti ise tam tersi öğretmenlerimiz BİLİMİN ve AYDINLANMANIN ANAHTARIDIR DEMEKTE!

Ancak bugün ülkemizde AKP iktidarıyla eğitimde ciddi bir yozlaşma ve gerileme dönemine girilmiştir “ Din öğretmenlerimizi ülke genelinde çağdaş eğitim kurumlarımızın başına idareci olarak atanması yetmezmiş gibi M. E. B. MÜFREDATI CUMHURİYET KAZANIMLARI DAHİL KOMPLE DEĞİŞTİRİLMİŞTİR.

Sözde bu alandaki boşluğu doldurmak için de, cami imamlarını din dersi öğretmenleri veya branş öğretmeni olarak okullarımızda istihdam etmesi, cami imamlarının yerine de yeni imamlar görevlendirmesi ÇAĞDAŞ LAİK EĞİTİM SİSTEMİNE CİDDİ DARBE VURMUŞTUR. Bu durum okullarımızda ve din alanlarında ciddi tartışmalara neden olmuş, mevcut müfredatın da dışına çıkılarak, tam bir İslami argümanları barındıran anlayış hâkim olmuştur.

Önderimiz M.K. Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş eğitim bu değildir. Sevgili Öğretmenlerimiz, bizleri yetiştirirken eminiz ki birçok fedakarlıkta bulundunuz. Nice sıkıntılara göğüs gerdiniz. Onca yaşadıklarınıza rağmen; bir gün de açım, üşüdüm, hastayım vs' demediniz. Sanki ağzınıza kilit vurdunuz. Zor şartlar altında, of demeden her öğrencinizin bütün sıkıntılarına eğildiniz. Onları cumhuriyetimize yaraşır bir birey olmaları için elinizden geleni esirgemediniz.

Atatürk İlke Devrimlerini genç beyinlere anlatmak ve onları Türkiye Cumhuriyeti için yetiştirebilmek en büyük ideallerin izdi. Ancak bugünkü sonuca baktığımızda hedeflenen resmi görmek olası değil. Sevgili öğretmenlerimiz inanıyorum ki hep birlikte bunların da üstesinden geleceğiz. Sizler, eğitim orduları bugünkü durumlara düşürülmeye asla layık değilsiniz.

Aslında yeriniz başımızın üzeridir. Ama maalesef, Atatürkçü Düşünce karşıtları tarafından bu şartları yaşamak zorunda bırakılıyorsunuz. Bunları oluşturan, yani Atatürk’ün hedeflediği değerleri yok etmek ve dolaysıyla da Türkiye Cumhuriyetini ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen gerici, yobaz dinciler (Dini her türlü menfaatleri için kullananlar) geçmişte vardı, gelecekte de olacaktır. Bunların üstesinden gelmenin tek yolu Atatürk aydınlanmasını ve Türk Devrimlerini Türk Ulusuna anlatmaktır.

“Milli Mücadele ve daha sonraki yıllara baktığımızda; Atatürk'ün, Öğretmenlere ne büyük değer verdiği açıktır.’’ Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir' sözü bunu tespit eden örneklerden sadece birisidir”.

O, Ulusal Kurtuluş Savaşının en yoğun ortamında bile ilgisini öğretmenlerimiz üzerinden eksik etmemiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşının, Kütahya-Eskişehir civarında bütün şiddetiyle sürdüğü 1921 yılı Temmuz ayının ortalarında; Öğretmenler Kongresinin Ankara'da toplanması kararlaştırılmıştır. Savaşın bütün azametine karşılık, Ankara'da da oldukça yoğun çalışmalar yapılmıştır. Bu yoğun temponun içinde, bir gün, Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi ( TANRIÖVER ) Bey ile Öğretmenler Derneği Başkanı Mazhar Müfit ( KANSU ) Bey, Meclis Başkanı Mustafa Kemal'i, Meclis'teki odasında ziyarete giderek;



Efendimiz “Fazla vaktinizi almayacağız.” diyerek, söze, başlar: “Mazhar Müfit Beyin başkanı olduğu Öğretmenler Derneği birkaç gün sonra Ankara'da toplanacak. İki yüzden fazla öğretmenin de bu toplantıya katılması bekleniyor. Fakat Fevzi Paşa'yı dinleyince tereddüde düştük. Savaşın yoğun olduğu bir sırada böyle geniş bir toplantı size ayak bağı olabilir. Uygun görürseniz erteleyelim”. diye bitirerek, durumu kısaca arz eder.

Mustafa Kemal “ Hayır, hayır ertelemeyin!” diyerek öneriye karşı çıkar ve cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaştan daha az önemli değildir. Toplantıya katılacağım ve bir de konuşma yapacağım.” şeklinde görüşünü ifade eder.
Savaşın zaferle sonuçlanmasının ardından, Cumhuriyet'in ilanı gerçekleşir. Bu süreçte, Atatürk düşüncelerini arkadaşlarıyla, bilim ve edebiyat adamlarıyla her fırsatta konuşur ve tartışır. Çünkü Türk Ulusu için eğitimin ne denli önemli olduğu ortadadır. Asırlardır cahil bırakılmış insanımız, bu karanlığın içinden sadece eğitilerek çıkartılabilir. Cumhuriyetimizin ilanından sonra, Atatürk Öğretmenlerin görev ve sorumluluklarını bulduğu her fırsatta dile getirir.

Atatürk; Cumhuriyet'i sonsuzluğa taşıyacak Türk Gençliğini yetiştirme sorumluluğunun öğretmenlerde olduğunu belirtirken, “ Öğretmenler! Cumhuriyet'in özverili öğretmen ve eğiticilerini sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve özverinizin derecesi ile uyumlu bulunacaktır. Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki; Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür nesiller ister der.

Ne acıdır ki; Atatürk'ün aramızdan ayrılışının ardından kısa bir süre sonra, ülkeyi yöneten siyasi iradenin ilk olumsuz faaliyetlerini maalesef eğitim üzerinde görürüz. Köy Enstitülerinin kapatılması bunun açık bir kanıtıdır. “Çağdaş Eğitimin” gereğine yeterince ilgi gösterilmezken; bıraksanız medrese eğitimini yeniden uygulamaya koyabilecek siyasi hırs, ’’ Atatürk Aydınlanması ve Türk Devrimleri konusunda arzulanan mesafeyi kat edememiş olan, Türk Ulus’unun bir kesiminden destek de görür.

Laik Cumhuriyet'in Değerli Öğretmenleri; sizin, Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet'in temel değerleri ve bugüne değin elde edilmiş kazanımlara olan inanç ve bağlılığınızdan asla şüphemiz yoktur. Ancak, devlettin kamu kuruluşlarında, hızla dinci kadrolaşma süreci yaşanıyor.

Tüm branşlardaki öğretmenlerimiz atama beklerken, sözleşmeli öğretmen uygulamasıyla, mevcut siyasi zihniyete uygun gençler eğitim ordusuna yerleştirilse bile, siz, Laik Türkiye Cumhuriyet'inin öğretmenleri, yılmadan, Atatürkçü Düşünce karşıtlarına aldırmadan, kararlı bir şekilde Türk Gençliğini yetiştirmeye devam etmelisiniz.

Atatürk'ün; 'Öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zafer, sizin zaferleriniz için yalnızca ortam hazırlar. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız ve sürdüreceksiniz. Kesinlikle de başarılı olacaksınız. “Öğretmen, ödülünü yıllar sonra alır”. ifadesi sizin için rehber olmalıdır. Türkiye Cumhuriyet’inin emanet edildiği Türk Gençliği, sizi asla unutmayacaktır! 23.11.2017.

MİLLİ MÜCADELE PARTİSİ
Genel Sekreteri Ali Berham ŞAHBUDAK…

21 Kasım 2017 Salı

MİLLİ MÜCADELEDE TÜRK MİLLETİ YENİDEN UYANDIRILMALI!

MİLLİ MÜCADELEDE TÜRK MİLLETİ YENİDEN UYANDIRILMALI!

Milli Mücadeleyi her noktasından ve her aşamasında düşünen kabul etmiş olan ve Demokratik, Laik Cumhuriyetimizin düşürüldüğü bu zorlu koşulları gören, bilen bertaraf etme arzusunda olan tüm vatansever güçlerin, ülkemizi yeniden bu emperyalist oyunun uzantısı konumun da olan işbirlikçi piyonlardan kurtarmaktır…. Milli Mücadele de görev almış ve almayı düşünen herkes bu bilince ve bu kararlılıkla hareket etmek zorundadır…

Bu mücadelede kişisel ve egoya yer yoktur tek hedef istikrar ve ülkemizde huzurun ve güvenliğin sağlanması için mücadele etme görevi vardır milli mücadele bugün yeniden ülkemizi için içte tıpkı 1919 da Atatürk önderliğinde olduğu gibi mücadele etme kararlılığı göstermelidir. çünkü bizlere emanet edilen bu kutsal Vatanımız ve Bağımsız Cumhuriyet rejimimiz emperyalist güçlerin kuşatması altındadır….

Mevcut AKP iktidarı bu kuşatmanın altın da kalmış ve bu kuşatmayı bertaraf edeçek irade ve kararlılığın da değildir TBMM Bulunan siyasi partiler de aynı konu dadır buda şu anlama gelmektedir yeniden bir milli uyanış ve Tüm Türk Halklının Milli Mücadele catısı altın da toplamak ve bu kuşatmayı tıpkı 1919 ‘ da olduğu gibi denize dökmek demektir.

Milli Mücadelede Görev almış ve almak isteyen tüm dava arkadaşlarım bu hassayiti göz önünde bulundurarak davran ması kacınılmaz birlikte oluşturdukları il ilçe belde örğütleriyle kordineli ve bilği alışı iştişare yaparak karar alamalı”…Bilindiği gibi, Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919'da Milli Mücadeleyi başlattığın da Osmanlı devleti parçalanmış ve 19. yüzyıldan en ağır 

yenilgisinin vermiş bir imparatorluktu…

Bunu gören Dünya Liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde milli mücadele uyanışı ve bağımsızlık mücadelesi başlatılmıştı bu mücadele sonucun da bugün gücveren ve huzurla yaşadığımız Türkiye Cumhuriyetini kurarak Türk Gençliğine emanet etmişti bu emanet zor durum yeniden Türk Milletinin uyanışının başlatmasının zamanı gelmişti tüm milli mücadele kadroları olarak Anadolu’ya tekrar gitmeli ve il ilce köyler dahil gezerek zorda olanan Cumhuriyetimizi anlatmalıyız bunun için de zaman kaybı yapmaksızın bir birimizi aldatmadan dürüst ilkeli kararlı emin adımlarla yollara çıkmalıyız ….

Yeniden Milli Mücadele Nedir!,.

Yeniden Milli Mücadele Türk Milletinin gerçek gündemini konusudur. Emperyalist zihinlerin Türk Milletini meşgul etmek için uydurduğu geçici, yanıltıcı gündemlerle uğraşmaz. Milli Davalarımızı, ıstıraplarımızın ve çözüm yollarının esaslarını dile getirir. Yeniden Milli Mücadele, bilimin ve hakkın yol gösterdiği fikirleri, Türk Milletinin uyanış davasına yönlendirecek aksiyonları işaret eden davaya adanmışlığın adıdır… Buradan hareket, ederek tıpkı 1919 ’lar da ki emperyalizme ve insan fıtratına aykırı her türlü baskıya dirayetle, sabırla ve azimle meydan okumaktır milli mücadele.

Yeniden Millî Mücadele’nin logosu ve ismi birlikte düşünülmelidir. Yeniden Millî Mücadele ismi sadece bir teşkilata verilen sıradan bir isim değildir. Her bir kelime anlam içerir.

Millilik, sadece Büyük Türk Milletine bağlı olmayı ifade eder. Kökü bu topraklarda olan Anadolu ve Türk illerinin kadim medeniyetine kök salmıştır milli olmak. Türk Milleti dışında herhangi grup ile “bizden olmayanlarla” işbirliği yapmayı reddediştir. Mücadele ise fikirlerin, inanışların hayata uygulanışı ve vücut buluşudur. Uğrunda çaba sarf edilmeyen, mücadele edilmeyen fikirler ne denli kıymetli olursalar olsunlar, bu fikirler ve inanışlar uğruna fedakarlıkta bulunma iradesine sahip toplulukların çabaları olmadan yaşayamazlar. Mücadele Hak için ortaya koyulan azimli, kararlı ve istikrarlı yapılanma yani teşkilat içinde yürütülen sonuç almaya aday eylemler bütününü tanımlar.

Yeniden Milli Mücadele kavramı, sadece yüce Türk Milleti’ne bağlı olanların, değil tüm Türk dünyasının hakkıyla milli olanların, aziz millete unuttuğu büyük davasını hatırlatmak için, hayır ve hak uğruna ortaya koyacakları eylemlerini, mücadelelerini tanımlar. Yeniden Milli Mücadele. Aklı hür kılan bilimi anlatır ışığın da anlam bulacaktır.

Aziz milletin temel kabulleri etrafında toplanan, onları savunan her kıymetli vatandaşımızın teşkilatımızda yeri vardır. Vatanın birliğini için verilen tarihi yemin olan Misak-ı Milli’ye bağlı olan, Türk Milletinin menfaatlerine hizmet eden, başka hiçbir çıkar grubuna hizmet etmeyen, şanlı Bayrağa saygısı olan, Türk Milletinin yeryüzünde yaşama amacı olan büyük davasının temelini teşkil eden mukaddesatına, yüce dinimize saygısı olan, Türkçe konuşan her vatan evladının bizim teşkilatımızda yeri vardır.

1919 Milli Mücadele iradesi bu kararlılıkla ve bu azimle kuruldu bugünkü bu iradeye ve kararlı mücadeleye koşulsuz ve şartsız destek vermeyeceksen milli mücadelede görev almayacaksın alanları da engellemeyecek görev üstlendiğinde ise koşulsuz mücadelesine omuz vermeyeceksin bu anlam itibariyle tüm milli mücadelede görev almış dava arkadaşlarıma başarılar dilerim hepsine saygılar sunarım…16.11.207...

                                                                                                                                           MMP. Genel Sekreteri
                                                                                                                                           Ali Berham ŞAHBUDAK


1919 MİLLİ MÜCADELE HAREKETİ


1919 MİLLİ MÜCADELE HAREKETİ “Aslında  Bir  M. K. Atatürk Hareketidir.!

1919 Milli Mücadelenin Nihai Hedef Bellidir Oda Tam Bağımsız Türküyedir.  Atatürk’ün Milli Mücadele Hedefi de belliydi 1919 da Samsun’a ayak bastığın da emperyalist işgalcilere karşı milli mücadele kararlılığı vermek ve Tam Bağımsız bir Türkiye kurmaktı bunu da başardı ve bizlere bir Cumhuriyet emanet etti şimdi bu emanet zor durumdadır sıra Türk Milleti olarak bizdedir…

Atatürk devrimciliği ise Atatürkçü bir halk hareketi yaratmak demektir. Bugün Türkiye'de eksik olan budur. Sosyolojik olarak bakıldığında toplumda yükselen Türk milliyetçiliği ve Atatürkçü vardır ve bir çoğunluk vardır. Ama siyasal alanda Atatürkçüler en örgütsüz ve sesi en az çıkan kesimdir. Bundan dolayı Atatürkçü kurumlar ve aydınlar sürekli saldırı ve kuşatma altında kalmaktadır.

Şehit edilen aydınlarımızın, askerlerimizin veya yüksek yargı mensuplarımızın cenazelerinde toplanan yüz binler öfkeyle kabarmaktadır. Ama bu kalabalıklar siyasete ağırlığını koyamamaktadır. Bundan dolayı devran aynen dönmektedir. Utanmadan, korkmadan ve hiçbir bedel ödemeyeceklerinin farkında olarak Kürt-İslamcı güçler İslam dinin den beslenenler dün olduğu gibi bugün de emperyalist efendilerinin kanatları altında kirli planlarını yürütmeye devam etmektedirler. Atatürkçü bir halk hareketi örgütlenmelidir. Bu Türkiye'nin dengelerini değiştirecektir.

Aksi takdirde Ordu'nun bile görevini yapamadığını, hatta karşı güçlerin temsilcilerinin TSK'nın bile en üst düzeyine çıkabildiğini geçtiğimiz dönemde gördük. Eğer Atatürkçülerin sermayesi, günlük gazeteleri, televizyonları, yurtları, dershaneleri, sokak sokak köy köy çalışan ve milli meseleler söz konusu olduğunda milyonları sokağa dökebilecek bir halk örgütlenmesi olsaydı bugün Türkiye başka bir Türkiye olurdu.

O yüzden Milli Mücadele hareketi aslın da bir Atatürk hareketidir hiç kendilerini kandırmamalıdırlar. Atatürkçü halk hareketi ve örgütlenmesi oluşmadan Türkiye'yi bu kuşatmadan ve ihanetlerden asla nihai olarak kurtaramayız.

MMP'nin ve üyelerinin kısaca tek görevi bu hareketi ve örgütlenmeyi yaratmaktır. Ne cunta hayalciliği, ne de Cemaat ve tarikat hayalciliğidir amaç ve hedef bellidir “ Allah’ın Dini İslam Dinine inanmış mütedeyyin Müslümanların oylarını çantada keklik gören AKP ‘nin ve onan destek veren İşbirlikçi din simsarlarının oyunlarını bozmak tam bağımsız Laik Cumhuriyet Asil Türk Milletini bir birleriyle1000 yıllık kardeşliği tekrar buluşturmaktır ülkemiz üzerinde oynanan emperyalist oyunları bozmaktır.

MMP "siyaset değil Kuvayı Milliye" saptamasıyla yola koyulan gerçek Atatürkçülerin örgütüdür. Zaten siyaset denen kukla oyununda da Atatürkçü bir halk hareketini ve Kuvayı Maliye’yi oluşturmak imkânsızdır. Ama Atatürkçülerin ev ev, sokak sokak, meydan meydan Türkiye'ye sahip çıktığı ülkede zaten herkes ayağını denk alacaktır. Hizaya girecektir. Hem Türk Ordusu daha rahat görevlerini yerine getirebilecektir, hem de siyasi partiler emperyalizme, Kürtçülüğe ve şeriatçılığa dayanarak siyaset yapma günlerinin sona erdiğini net bir şekilde görecektir.

Onlar hizaya gelmese bile Atatürkçü bir iktidar kurmak için farklı yollar ve araçlar yaratmak mümkündür. Ama en önemlisi sahipsiz kalan Türk halkına sahip çıkmak ve Türk'ü oyunun kurallarını belirleyen unsur olarak yeniden söz sahibi yapmaktır. Atatürkçü örgütlenme var olmadan "Türkiye'yi nasıl kurtaracağız" diye kafa yormak anlamsızdır. Önce kurtarıcı olarak öne atılma iradesini göstermek zorundayız o irade de bugün Milli Mücadele de mevcuttur…


                                                                                                                                                          MİLLİ MÜCADELE PARTİSİ
                                                                                                                                             Genel Sekreteri Ali Berham ŞAHBUDAK…



17 Kasım 2017 Cuma

kaybolan insanlık değerleri

GÜNÜMÜZ DE KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ  VE YALNIZLAŞAN İNSANLAR!

İnsan sosyal bir varlıktır. Yalnız yaşaması mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz asır bilgi ve teknoloji çağı olarak ifade edilmektedir. Artık eskisi gibi biriyle haberleşmek istediğimizde postaneye, eve, bir telefon kabinine gitmiyoruz. Kablosu fişe bağlı telefon kullanmıyoruz. Bir yerden diğerine gitmeye gerek kalmadan işlerimizi oturduğumuz yerden halledebiliyoruz. Birbirimizle kilometrelerce uzaktan kıtalar ötesinden konuşabiliyor hatta görebiliyoruz. Arabalarımızda telefonlarımızda dijital haritalarımız var. Adres sormaya da gerek kalmadı. Adresi üzerine yazdığımızda bizi istediğimiz yere götürüyor. Bilmediğimiz bir yere gittiğimizde tanımadığımız insanlarla adres vesilesiyle konuşmak zorunda kalmıyoruz.

Aslında her şey insan hayatını kolaylaştırmak için yapılıyor. Düne göre hayat çok daha rahat görünüyor.

Modern ve teknolojik toplumda meydana gelen bu gelişmelere rağmen insan yalnızlaşıyor. Ekonomik olarak düne göre bugün daha rahatız, iletişim olarak daha rahatız, ulaşım olarak daha rahatız vs. Fakat mutsuz ve yalnız hayatlar yaşıyoruz. Eskiden bir köyde bir şehrin mahallesinde evler birbirine uzak olmasına rağmen herkes birbirini bilir ve tanırdı. Hasta olan biri hemen duyulur, cenazelerde üzüntüler paylaşılır hatta cenaze evine yemek bile yaptırılmadı. Şimdilerde çok katlı dairelerimiz var. Ceplerimizde telefonlarımız, çantalarımızda bilgisayarlarımız var fakat dairelerde oturan ailelerden kaç tanesi birbirini ne kadar tanıyor. Hatta komşuları tarafından kokudan rahatsız olup on gün sonra bulunan yaşlı haberlerini artık daha sık duymaya başladık.

İnsan yalnızlaşıyor. Anne-baba, baba-oğul, anne-kız birbiriyle konuşamıyor. Herkes kendi dünyasını kurmuş gidiyor. Baba televizyon başında haberleri seyrediyor. Anne diğer televizyonda dizilerini takip ediyor. Oğlan atari oyunda. Kız ise feysinde, tivitinde. Aynı çatı altında birbirimizden kopuk bir yaşantımız var. Dört insanın dört ayrı dünyası oluşmuş. Metroda, otobüste insanlarımız telefonlarını çıkarıp ya oyun oynuyorlar ya da kulaklıklarını takıp müzik dinliyorlar. Yanımızdaki insan bir soru sorsa, konuşmak istese bizlere zulüm geliyor. Aslında kalabalıklar içinde yalnızları oynuyoruz. Konuşamıyoruz. Aslolarak konuşmak psikolojik bir terapidir.

Konuşmadığımızdan ruhsal sorunlar artmıştır. Toplum olarak doğru yerde kullanmadığımız teknoloji bizi kültürümüzden ve birbirimizden uzaklaştırmıştır. Bugün en çok TV programı izleyen, telefon kullanan, İnternet başında sabahlayan ülkelerden biriyiz. Teknolojiyi doğru yerde kullanmıyoruz ve esiri oluyoruz.

Toplum olarak hep “ah nerede o eski bayramlar” der dururuz. Kiminle konuşsak herkes “eski bayramlar” der. Bu bayramlar Neden devam etmemiş? Neden gençler yaşamamış acaba.

Gençlerimiz akrabalarını tanımıyorlar, yaşlılara saygı kalmamış, gençler yaşlılara yer vermiyor. Otobüste şikayet ediyoruz, gençlik ne hale geldi, yaşlılara saygı kalmadı diye. Kendimize bir soralım bu gençler kimin çocukları? Bunları kim yetiştirdi? Bu gençler başka ülkeden gelmedi, Bu gençler bizim çocuklarımız. Bu gençleri biz yetiştirdik.(Daha doğrusu yetiştiremedik.)

Güzel bir atasözümüz var “Ne ekersen onu biçersin. ”Biz büyüklerimizden gördüklerimizi uygularsak, çocuklarımızda bunları görecek onlarda bayramları bizim gibi kutlayacaklardır. Geleneklerimize sahip çıkacaklar. Bizler eğer ki bayramları tatil gibi görür sahillere kaçarsak, evlatlarımızda bayramları tatil gibi görürler. Bizler yaşlanınca onlarda bizlerin elini öpmek yerine sahillere kaçarlar. Devir değişti diyorlar, bu ne biçim devir ki kültürümüzü de değerlerimizi de yok ediyor.
Toplum olarak biz nasıl bu hale geldik kendimize bir soralım.

Bugün bizlerde evlatlarımızın geleceği için onları en iyi okullara göndermeye çalışıyoruz, en iyi meslekleri öğrenmeleri için uğraşıyoruz, geleceklerini garantiye almaya çalışıyoruz. Bunları yaparken hep onların iyiliği için yapıyoruz. Fakat eksik bıraktığımız bir şeyler var. Onlara yeterince zaman ayırmıyoruz. Maddi imkanlarını çözdüğümüzde velilik görevlerimizi yerine getirdiğimizi zannediyoruz. Onların bizlere ihtiyacı var. İlgilenilmeye ihtiyacı var. Değer verildiğini bilmeye ihtiyacı var. Evdeki bir nesne, bir obje olmaktan öte bir insan, bir evlat olduklarını bilmeye ihtiyaçları var. Bizler evlatlarımıza zaman ayırmazsak, Televizyon, bilgisayar, telefon medya ve onlara zaman ayıran birileri evlatlarımızı bizden koparır.  17.11.2017…

“İnancımıza, geleneğimize, bizlere yabancı bir nesil olarak yetiştirir”. Ali Berham ŞAHBUDAK…

13 Ağustos 2017 Pazar

OSMANLIYI YENİDEN KURALIM?

OSMANLIYI YENİDEN KURALIM?

“YENİ OSMANLICILIK OYNAYAN OSMANLILARIN DÜNYA GAZETELERİNDE OSMANLININ ÇÖKÜŞÜYLE İLGİLİ BU YAZILANLARDAN HABERDAR MI”???  Osmanlı'nın çöküşüyle ilgili çok konuşulacak açıklama 200 yıllık mahkeme kayıtlarının incelenmesine dayanan çalışmaya göre, varlıklı kişilerin lehine kararlar almaya başlayan Şeriat mahkemeleri Osmanlı Devletinin çöküşüne katkı sağlamış olabilir…

Türkiye'de tüm üst düzey yargı mensuplarının tasfiyesine yol açacak olan "yargı reformu" tartışılırken, Independent gazetesinde ilginç bir makale yayımlandı. Osmanlı Devleti'nin çöküşüne değinilen makalede, Şeriat Mahkemeleri'nin varlıklı kişilerin lehine kararlar almaya başlamasının devletin çöküşünde önemli bir rolü olduğu vurgulandı.

Türkiye'de mahkememeler in "AKP'lileştiği" ve hükümet aleyhi kararların alınamadığı eleştirileri konuşulurken böyle bir makale kaleme alınması dikkat çekti. İşte o makale:"200 yıllık mahkeme kayıtlarının incelenmesine dayanan önemli bir çalışmaya göre, zaman içerisinde varlıklı kişilerin lehine kararlar almaya başlayan Şeriat mahkemeleri Osmanlı Devleti'nin çöküşüne katkı sağlamış olabilir.

Amerikalı bir ekonomistin 1602-1799 yılları arasında verilmiş mahkeme kayıtlarını incelemesi neticesinde Kadıların "saygın kişiler" lehine karar vermeye gayret gösterdikleri ve bu durumun "beklenmedik bir sonuca" sebep olduğu gözlendi. Osmanlı elitleri duruşmaların neticesinde mahkemelerin kendileri lehine karar alacağına dair bir çeşit güven içerisindelerdi, çünkü bu kimseler, yasal anlamda cezalandırılacaklarını düşündükleri için mahkemeye gelmekte isteksiz davranan kadınlar, ecnebiler ve fakirlere nazaran dikkate değer şekilde daha yüksek oranda borç ödemeye yatkınlardı.

“Profesör Timur Kuran'ın yayınladığı bir makale ile öne sürdüğü tartışmaya göre, Avrupa'da yükselişe geçiren Endüstri Devrimi, yatırımlar üzerinde boğucu bir etki yaratmıştı”.

Kuran sözlerine devam ederken günümüz Avrupa devletlerinde benzer bir etkinin süregeldiğini, fakat toplumun farklı bir kesimini etkilemekte olduğunu belirtiyor. Çünkü Batı'da yasalar fakir insanları onların alacaklılarına karşı korumak üzerine inşa edilmişlerdir, tefeciler kendilerine borçlanan fakirlere karşı acımasız ölçülerde faiz uygulamalarında bulunurken, aldıklarını geri ödeme olasılıkları daha yüksek olan zenginlere karşı daha düşük faiz oranlarıyla para vermektedirler.

Düke Üniversitesinden Profesör Kuran'ın söylediğine göre, Osmanlı Şeriat mahkemelerinin kadıları bu tip bir durumda sosyal statüsü yüksek olan kişiye yardımcı olmaya yönelik bir tavır içerisindeydi. Bu durumun istenmeden yaşanmış olabileceğini belirten Kuran, mahkemenin niyetinin desteklenmeye değer görülen yüksek statülü insanların kayrılmasına neden olduğunu söylüyor ve ekliyor, "istenmeden yapılan bu hareket mahkemeleri güvenilmez hale getirirken borç oranlarının da artmasına neden oldu.

“Mahkemelerin verdikleri bu imtiyazların ayrıcalıklı kişiler için riskli bir durum da yarattığını söyleyen Kuran, yargı kararlarının bu kişilerin sözleşmeleri feshetmelerini yönelik bir dürtü yaratmış olabileceğini de sözlerine ekliyor. Kredi ödemelerinde seçkin sınıfın fakirlere göre sözlerinin daha güvenilir olması verilen yargılar üzerinde etkili olmuş görünüyor.

Örneğin kadınlar, yasalar yanlarında bir erkek bulunmadan seyahat etmelerini kısıtladığı için, yaptıkları iş anlaşmaları olumsuz bir noktaya girdiğinde kaçma olasılıkları çok daha düşük olacaktır. Bu kısıtlama aldıkları borç karşılığında, yüzde 26 seviyesinde faiz ödemek zorunda olan erkeklere göre daha düşük bir faiz seviyesinde tutmaktaydı.

Zengin, ünlü ve güçlü insanlar ise ötekilere nazaran tutuklanacaklarını anladıklarında kontratları bozmaya daha yatkınlardı. Profesör Kuran'ın söylediğine göre, mahkeme önünde yaptıklarının yanına kar kalması ve cezasız kurtulmaları için bu onlara sunulmuş bir şanstı. Endüstri Devrimi Avrupa'nın her köşesinde fabrikaların türemesine neden olurken, zenginler bu işlerin kurulmalarında ve sürdürülmelerinde gereken yüksek oranda parayı borç olarak vermekteydiler.

16.yy'da Osmanlı Devleti, orduları Viyana kapılarına dayandıklarında gücü elinde tutan taraftı.

Fakat Endüstri Devrim'ini yakalayamamış olması 19. yy ‘da "Avrupa'nın hasta adamı" olarak anılmasına sebep olmaya başladı. Profesör Kuran, Osmanlı'nın zengin tabakasının yüksek faiz oranları ile ekonomiyi zora soktuklarını belirtiyor ve seri üretime geçmenin kişilerin geçmiştekine nazaran daha fazla paraya ihtiyaç duymalarına neden olduğunu ekliyor.
Bu durum ise alınan borçların geri ödenmelerinde tahammül edilmesi zor yükseklikte faiz yükümlükleri getirdiğinin altını çiziyor.  “Orta Doğu'da yaygın olan Şeriat mahkemeleri ve Profesör Kuran'ın yaptığı iktisadi incelemelerin, bu coğrafyada Şeriat yasalarının neden toplumları ve devletleri gerileten bir unsur haline geldiklerini anlamamızı kolaylaştırıyor”.

Fakat Kuran aynı zamanda Batılı ülkelerdeki mahkemelerin de yoksulluğu desteklemekte olduklarını belirtiyor. İflas yasalarına göre fakirlerin korunmak istenmeleri istenmedik bir sonuç doğurarak çok sayıda topluluğun olumsuz etkilenmelerine neden olabileceği Kuran'ın öne sürdüğü fikirler arasında.

Yasalar karşısında daha zayıf bir konumda olan finansörlerin verdikleri borçları geri almalarının zorlaşması nedeniyle kayıplarının arttığını, bu durumun da fakirlere verilen borçların daha yüksek oranda faiz seviyesine sahip olmalarına neden olabildiğini ekliyor sözlerine ve fakirlerin yasalar nezdinde korunmalarının finansal pazar üzerinde istenmeden ortaya çıkan olumsuz bir etkiye neden olduğunu söyleyerek devam ediyor. Kuran'a göre modern yasaların bu yapısal sıkıntıları fakirliğin artmasına neden olabilmektedir.

Tüm bu sözlere rağmen iflas durumlarına istinaden kurulan koruma mekanizmasının kaldırılmasını savunmadığını belirten Kuran, kanunlarda bir takım yapısal değişimlere giderek daha düşük oranda kredi faizi uygulamasının ortaya çıkmasının faydalı olabileceğini belirtiyor." Kaynak: Independent.co.uk Çeviri: Sıvan Okçuoğlu Odatv.com… Ali Berham ŞAHBUDAK…


Laikliğin değerini bilmeyen bu kadına kulak versin ATATÜRK'ün ve cumhuriyetin değerini oraya gidince anladı İZLE PAYLAŞ

Laikliğin değerini bilmeyen  gerici yobaz bu kadına kulak ver ATATÜRK'ün ve cumhuriyetin değerini oraya gidince anladı.



Gerici ve yobaz sürüsü asalakların dikkatine!!! Özellikle de Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı alçaklara duyurulur...
LAİK CUMHURİYETİN, ÖNEMİ ve TÜRK MİLLETİNE KAZANDIRDIKLARI!

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ki “ Bir dünya dahisi eşsiz lider büyük devlet adamı dünyada adını altın harflerle yazdıran tek Liderimiz ATAMIZ Atatürk “ Bu yıl, 94. yıl dönümü kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna giden yolun başlangıcında milletimizin “kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti” kurmak üzere “ya istiklal ya ölüm” ilkesi ile başlattığı Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşımız yer almaktadır.

Bu süreç içinde Erzurum ve Sivas Kongrelerini takiben 23 Nisan 1920’de, millî iradeye dayanan Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve bütün dünyaya karşı, yayınladığı beyanname ile “egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğunu” ve “Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde hiçbir makam bulunmadığını” ilân etmişti. Gerçi bu meclis ve bu meclisin içinden çıkan ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti”, yapısı ve işleyişi yönünden, aslında ismi konmamış bir cumhuriyet yönetiminden farksızdı. Ama Millî Mücadele’nin ve Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitişini ve Lozan Antlaşması’yla bağımsızlığımızın bütün devletlerce onayını takiben, artık devlet yönetiminin daha açık biçimde isim alması gerekiyordu. İşte 29 Ekim 1923 günü yapılan Anayasa değişikliği ile bu husus da yerine getirildi ve bu yıl 80. yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyet ilân edildi.

Cumhuriyet, egemenliğin kaynağının millete ait olduğunu kabul eden devlet şekli demektir; dolayısıyla devletin temel organlarının seçimle iş başına geldiği bir yönetim biçimidir. Bu rejimde Devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı da milletçe veya milletin temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Cumhuriyet yönetimi bu niteliği ile şüphesiz ki demokrasinin en gelişmiş şekli, demokrasi prensibinin en iyi uygulanmasını temin eden bir siyasi rejimdir.

Cumhuriyet yönetiminin birinci Özelliği, seçim esasına dayanan bir idare olmasıdır. Bu seçim de gerek seçme gerekse seçilme hakkı bakımından belli bir kişiye, belli bir zümreye, belli bir sınıfa ait değildir; bütünüyle millete aittir. Cumhuriyetle yönetilen bir devlette bir görevin, ilâhî bir kuvvete dayanması veya babadan oğula geçmesi gibi bir usul de yoktur ve olamaz Cumhuriyet yönetiminde seçimle iş başına gelenlerin görev süresi belli bir dönemi kapsar; yani cumhuriyet rejiminde kaydı hayat şartı ile bir görev söz konusu olamaz.

Cumhuriyet rejiminin ikinci bir özelliği, bu rejim her şeyden önce kişi, zümre ve sınıf yararını değil, kamu yararını ön planda tutan, kamu yararına dayanan bir yönetim şeklidir. Çünkü cumhuriyet rejimi, kuvvetini, dayanağını kişi, zümre ve sınıf hâkimiyetinden değil, geniş halk kitlesinden, millet iradesinden almaktadır.

Cumhuriyet rejimi, memleketimize, milletimize sayılamayacak kadar çok şeyler kazandırmıştır. Bir kere cumhuriyet yönetimi, devlet hayatımıza, siyasi hayatımıza egemenliğin bir şahsa, bir zümreye, bir sınıfa değil, millete ait olduğu gerçeğini kazandırmıştır. Çünkü bundan evvel, Osmanlı Devletinde egemenliğin kaynağı ilâhî iradeye bağlanıyor, bunu da Sultan-Halife sıfatıyla bir şahıs temsil ediyordu. Millet haklarını yok eden, milli iradeyi geçersiz kılan bu çağ dışı anlayış, memleketimizde ancak Cumhuriyet rejimi ile yıkılmıştır.

Cumhuriyet rejiminin, bütün vatandaşları kanun önünde eşit sayması, onlar arasında hiçbir ayrıcalık tanımaması, onların devlet yönetimine eşit olarak katılımını sağlaması, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerini devlet teminatı altına alışı, millî birlik ve beraberliğimiz açısından da birleştirici, pekiştirici olmuş, millî sınırlarımız içinde hiçbir ayrıcalık yapmaksızın bütün vatandaşlarımızın paylaştığı, yararlandığı, bu nedenle korumaya ve yaşatmaya kararlı olduğu bir idare haline gelmiştir.

Cumhuriyet rejimi aynı zamanda, insan unsuruna verdiği değer, insan hak ve hürriyetlerine gösterdiği saygı nedeniyledir ki, çağdaşlaşmayı, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı en iyi şekilde gerçekleştiren bir ortam oluşturmuştur. Diyebiliriz ki Türkiye’nin çağ atlaması, milletimizin Atatürk’ün önderliğinde her türlü engeli aşarak uygar bir toplum haline gelişi, lâik ve demokratik cumhuriyet rejimi sayesinde mümkün olabilmiştir.

İşte bize kazandırdığı bu değerler nedeniyle, lâik ve demokratik cumhuriyet rejimi, memleketimizin geleceği bakımından o derece önemlidir ki, Anayasamızda “Türkiye Cumhuriyeti’nin idare şeklinin Cumhuriyet olduğu” hükmünün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ayrı bir anayasa maddesiyle teminat altına alınmıştır.

Gençlerimizi ve her gelecek kuşak bilmelidir ki, bu vatanda kurduğumuz Cumhuriyet yönetimi, Atatürk’ün önderliğinde çok büyük fedakârlıklarla kazanılan bir ölüm kalım savaşından sonra gerçekleştirilmiştir. Bu büyük başarının arkasında binlerce şehidin, binlerce gazinin harcı vardır. Bu bakımdan, kurulan bu büyük eserin her yönü ile gelişmesi, geliştirilmesi, doğabilecek her türlü tehlikeden titizlikle korunması, Cumhuriyet kuşaklarının Atatürk’e ve onun inkılâp arkadaşlarına borçlu olduğu kaçınılmaz bir görevdir.





Cumhuriyet kuşakları, bu görevin bilinci içinde, kendilerine bırakılan emaneti daima koruyacaklar, Türkiye Cumhuriyeti’ni Büyük Önderin çizdiği yolda ebediyen yaşatacaklardır. Ali Berham ŞAHBUDAK…

24 Mart 2017 Cuma

BU ANAYASADA BULUNMAYAN ÇOK BASİT SORULAR?

BU ANAYASADA BULUNMAYAN ÇOK BASİT SORULAR?


LAİK CUMHURİYETE / DAYATILAN BU ANAYASA MEŞRU MU! Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan” Onurlu Türk Milleti tek bir kişinin esiri olamaz!..”

Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş olan AKP iktidarının ÇARKÇI MHP yönetimiyle dayattığı Başkanlık Anayasası asla bugünkü koşullarda meşru değildir çünkü referans alınan tarih 15 Temmuz denilerek 15 yıllık AKP iktidarının Ülkemizde giderek telafisi daha da güç olan bu şartlar bugün için hiçte inandırıcı ve karşılığı yok / 16 Nisan ‘da yapılacak olan bu Anayasa Referandumuna mutlak Türk Milleti hayır diyecektir…  


Türk Milleti olarak; Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak milli birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milli-yetidir!…   

Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin, Milli Mücadele ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibi olarak; İnsan hak ve hürriyetlerini, 
milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için…  

Türkiye Cumhuriyetinin Kurucu Meclisi olan Gazi Meclis tarafından değil AKP ve MHP tarafından çıkar ilişkisine dayalı olarak hazırlanmış olan bu Anayasanın kabul ve ilân TBMM getirilişinde yaşanılan büyük kaosa neden olan Anayasa da Türk Milletinin % 70’şinin için de olmadığı bir anayasa ne kadar meşrudur? Oysa bu Anayasanın temel referansı olan Türk Milleti böyle tek kişilik bir anayasa mı istemekte yoksa “ Hürriyete, Adalete ve Fazilete kavramlarına atfen bekçiliğine emanet edilen Laik Cumhuriyet mi “ 

Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk  devletidir 
denilen Anayasalar da niçin AKP ve MHP tarafından hazırlanana bu anayasada yer verilmemiştir?


BİR ANAYASA NASIL OLMALI!

I. Devletin Şekli / Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. II. Cumhuriyetin Nitelikleri III. Devletin Bütünlüğü; Resmi Dil; Başkent Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmi Dil Türkçedir. Başkent Ankara’dır. IV. Egemenlik Madde 4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletimindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

V. Yasama Yetkisi Madde 5- Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisin-indir. 
Bu yetki devredilemezVI. Yürütme Görevi Madde 6- Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir. VII. Yargı Yetkisi Madde 7- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. 
VIII. Anayasanın Üstünlüğü ve Bağlayıcılığı Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. IX. Devlet Şeklinin Değişmezliği Madde 9- Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

BİR ANAYASANIN TEMEL HAKLAR VE ÖDEVLERİ NASIL OLMALI!

Temel Hakların Niteliği ve Korunması Madde 10- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal 
adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette 
sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar.  II. Temel Hak ve Hürriyetlerin Özü, Sınırlanması ve Kötüye Kullanılamaması 

Madde 11- (1) Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.

Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu Anayasada yer almayan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile kullanılamaz ilkesinin olmamasıdır.

Oysa Laik Cumhuriyetin ilanından günümüze değin yapılmış olan tüm anayasalar da yer bulan bu ilke neden bu dayatılan anayasa da yer bulmamıştır.? Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir. 
III. Eşitlik Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, 
kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. IV. Yabancıların Durumu Madde 13- Bu kısımda gösterilen hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletler arası hukuka uygun olarak, kanunla sınırlanabilir.

KİŞİNİN HAKLARI VE ÖDEVLERİ!

I. Kişi Dokunulmazlığı Madde 14- Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme haklarına ve kişi hürriyetine sahiptir. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça kayıtla namaz. Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz.

II. Özel Hayatın Korunması a) Özel Hayatın Gizliliği Madde 15-  Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz. 
Adli kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; milli güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan mercinin emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz.

b) Konut Dokunulmazlığı Madde 16- Konuta dokunulamaz.

Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; milli güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de, kanunla  Ali Berham ŞAHBUDAK…

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...