24 Mart 2017 Cuma

BU ANAYASADA BULUNMAYAN ÇOK BASİT SORULAR?

BU ANAYASADA BULUNMAYAN ÇOK BASİT SORULAR?


LAİK CUMHURİYETE / DAYATILAN BU ANAYASA MEŞRU MU! Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan” Onurlu Türk Milleti tek bir kişinin esiri olamaz!..”

Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş olan AKP iktidarının ÇARKÇI MHP yönetimiyle dayattığı Başkanlık Anayasası asla bugünkü koşullarda meşru değildir çünkü referans alınan tarih 15 Temmuz denilerek 15 yıllık AKP iktidarının Ülkemizde giderek telafisi daha da güç olan bu şartlar bugün için hiçte inandırıcı ve karşılığı yok / 16 Nisan ‘da yapılacak olan bu Anayasa Referandumuna mutlak Türk Milleti hayır diyecektir…  


Türk Milleti olarak; Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak milli birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milli-yetidir!…   

Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin, Milli Mücadele ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibi olarak; İnsan hak ve hürriyetlerini, 
milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuki ve sosyal temelleriyle kurmak için…  

Türkiye Cumhuriyetinin Kurucu Meclisi olan Gazi Meclis tarafından değil AKP ve MHP tarafından çıkar ilişkisine dayalı olarak hazırlanmış olan bu Anayasanın kabul ve ilân TBMM getirilişinde yaşanılan büyük kaosa neden olan Anayasa da Türk Milletinin % 70’şinin için de olmadığı bir anayasa ne kadar meşrudur? Oysa bu Anayasanın temel referansı olan Türk Milleti böyle tek kişilik bir anayasa mı istemekte yoksa “ Hürriyete, Adalete ve Fazilete kavramlarına atfen bekçiliğine emanet edilen Laik Cumhuriyet mi “ 

Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve ‘Başlangıç’ta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk  devletidir 
denilen Anayasalar da niçin AKP ve MHP tarafından hazırlanana bu anayasada yer verilmemiştir?


BİR ANAYASA NASIL OLMALI!

I. Devletin Şekli / Madde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. II. Cumhuriyetin Nitelikleri III. Devletin Bütünlüğü; Resmi Dil; Başkent Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmi Dil Türkçedir. Başkent Ankara’dır. IV. Egemenlik Madde 4- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletimindir. Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

V. Yasama Yetkisi Madde 5- Yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisin-indir. 
Bu yetki devredilemezVI. Yürütme Görevi Madde 6- Yürütme görevi, kanunlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir. VII. Yargı Yetkisi Madde 7- Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. 
VIII. Anayasanın Üstünlüğü ve Bağlayıcılığı Madde 8- Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.

Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. IX. Devlet Şeklinin Değişmezliği Madde 9- Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

BİR ANAYASANIN TEMEL HAKLAR VE ÖDEVLERİ NASIL OLMALI!

Temel Hakların Niteliği ve Korunması Madde 10- Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal 
adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşamayacak surette 
sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırır; insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlar.  II. Temel Hak ve Hürriyetlerin Özü, Sınırlanması ve Kötüye Kullanılamaması 

Madde 11- (1) Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasanın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.

Kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz.
Bu Anayasada yer almayan hak ve hürriyetlerden hiçbirisi, insan hak ve hürriyetlerini veya Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrımına dayanarak, nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak kastı ile kullanılamaz ilkesinin olmamasıdır.

Oysa Laik Cumhuriyetin ilanından günümüze değin yapılmış olan tüm anayasalar da yer bulan bu ilke neden bu dayatılan anayasa da yer bulmamıştır.? Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir. 
III. Eşitlik Madde 12- Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı gözetilmeksizin, 
kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. IV. Yabancıların Durumu Madde 13- Bu kısımda gösterilen hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletler arası hukuka uygun olarak, kanunla sınırlanabilir.

KİŞİNİN HAKLARI VE ÖDEVLERİ!

I. Kişi Dokunulmazlığı Madde 14- Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme haklarına ve kişi hürriyetine sahiptir. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça kayıtla namaz. Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza konulamaz.

II. Özel Hayatın Korunması a) Özel Hayatın Gizliliği Madde 15-  Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz. 
Adli kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır. Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; milli güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan mercinin emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz.

b) Konut Dokunulmazlığı Madde 16- Konuta dokunulamaz.

Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; milli güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde de, kanunla  Ali Berham ŞAHBUDAK…

20 Mart 2017 Pazartesi

CUMHURİYET VE ATATÜRK'E HAKARET EDEN KANI BOZUK PİÇLER?

CUMHURİYET VE ATATÜRK'E HAKARET EDEN KANI BOZUK PİÇLER?

"Emperyalizmin uşakları, ayrılıkçılar, şeriat yanlısı terör örgütünün artıkları, siz ki artık Laik Cumhuriyet ve T.C. Devletinin kurucusu Önder Mustafa Kemal Atatürk için her gecen gün daha tehlikeli olmaktasınız AKP iktidarı açıktan yapamadığı eylemleri sizin gibi emperyalist piyonları aracılığı ile yapar hale geldi"…

Ben yurtseverim”, “Atatürk'te Birleştik” diyenler, artık bu aşağılık saldırılara daha fazla sesiz kalamaz Atatürk'e ve Laik Cumhuriyete her gecen gün bu gerici sözde dinci yobazlar tarafından ya Türk bayrağı yakılmakta ya Atatürk heykelleri kırılmakta yada Atatürk’ün büstleri put diyerek yakılmakta bu aşağılık saldırılara daha fazla sesiz kalamayız “ Bu üzerinde yaşadığımız Ülke bu aşağılık kişilerin zannettiği gibi bize Osmanlıdan değil Kurtuluş Mücadelesiyle yüz binlerce şehit kanlarıyla sulanmış her metre karesi bu Cennet vatan Mustafa Kemal Atatürk Önderliğinde Kurulmuş ve bizlere emanet edilmiş ülke o nedenledir ki Laik Cumhuriyette Cumhuriyetin adını taşıyan bir Cumhuriyet Savcısı yoksa ülkede yurt sever Kemalist Atatürkçülere olarak bu aşağılık kişilerle mücadele bize düşmekte.

Bu Ülkede Din adına İslam adına Laik Cumhuriyetin kurucusuna ve bu ülkenin yurttaşlarına, bu milleti ve ulus devleti oluşturan yurt, kültür, tarih ve dil birliğine açıkça ihanet eden bu emperyalist maşaları tarafından yapılan Atatürk'e ve Cumhuriyetimize yaptıkları bu hakaretlere ve densizliğe susan her kim olursa olsun, bu ihanete ortak olmanın utancını taşımak zorundadır.

Gerek AKP gerekse Kaçak Saray tarafından ÇARKÇI MHP’yi de peşlerine taktıkları Laik Cumhuriyetin yıkımı için 16 Nisan 2017’ de sözde Anayasa denilerek yargıyı ve tüm ülkeyi tek kişiye bağlamayı düşündükleri bu yeni sistemde Atatürk başta olmak üzere Cumhuriyete dair tüm Devrimlerine de değiştirilmesi hesaplanırken bugün Laik Cumhuriyeti ve kurucusu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü koruyamayan bugünkü yargı 16 Nisanda yapılacak Anayasa oylamasın da Evetle sonuçlandığı Cumhuriyetimiz ve Atatürk'ümüz nasıl korunacak AKP veya Kaçak Saray mı koruyacak?

Laik Cumhuriyet bir anayasa oylamasına giden seçim virajında, milletin milli kimliği ve değerleri her gecen gün erozyona uğratılmakta olduğumuz şu günlerde, Laik Cumhuriyetin dönüşümün de başlayan bu teslimiyet seli Türk’ün bam teline basmakta, girdaplar oluşturmaktadır. Bu aşağılık sözde İslamcı tarikatçılar her gecen gün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okumakta ve “Devletin başı iktidardır.” söylemiyle itirafta bulunan iktidar ise, bu meydan okumaya sessiz kalma aymazlığını göstermektedir. “Kendinize güveniyorsanız işte Yemen, Tunus örnekleri! Ben sizi tutmam demekteler.”

"Tam bu noktada Türk milletinin infialinden ve tepkisinden çekinen iktidar, Öcalan’ın bu isteğini askıya alacaktır. Kuzey Afrika’da başlayan, Libya’da Kaddafi’nin direnişi ile kan dökmeye devam eden ve Suriye’nin gırtlağına yapışan dış kaynaklı, ABD güdümlü bölücü ayaklanmaların tarihi de ne hikmetse 16 Nisan olarak tespit edilmiştir".

Son 2007 sonrasın da Atatürk'e ve Cumhuriyete yapılan bu hain saldırılar birileri Türk’ün milli duygularının, milletin birlikte yaşama azim ve kararının, ulus dille oluşan iletişim köprüsünün şalterini indirmiştir bu ise tek kelimeyle tam bir rezalettir, gaflettir, delalettir ve Atatürk'e Laik Cumhuriyetimize bir ihanettir.

Defalarca şahit olmuşuz dur ki Atatürk’ün Kurduğu bu ülkede Atatürk'e yapılan bu eylemlere maalesef halkın polisi yine sesiz kalmıştır bu aşağılık eylemleri yapan bazı kişileri kamuoyunun daha fazla tepkisinin almama adına işlem yapılmış ise de Adliyelerin ön kapısından girip arka kapıların çıkartılmıştır bu kılıksız kişiler…  (!) Atatürk Anıtlarına ve büstlerine yapılan tüm çirkinliklere ise yıllardır yargı seyirci kalmıştır.

Oysa bu kişiliksiz insan dahi olamayan yaratıkların Atatürk’ün heykeline ve resimlerine yapılan bu saldırılar aslında, Türk milletinin suratına atılmış bir şamardır. Oysa bu resimde de görüleceği üzere uygulanan her çirkin hakaret sadece Atatürk’ün manevi şahsiyetine değil, Bağımsızlık SavaşımızaCumhuriyetimize, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne yapılan bir saldırıdır.

İşin en acı tarafı ise bugün alanlarda sözde 16 Nisan anayasa mitingleri ve açılışlar adı altın da miting alanlarında bulunan kalabalığın Türk bayraklarını ayakları altına alarak çiğniyor olmaları kimi sözde İslamcı reziller ise tıpkı bu aşağılık yaratıkta olduğu gibi onlarda gösteriş olsun diye Türk Bayraklarını seccade olarak kullanıp sözde namaz kılıyor olması…

Oysa bir Kemalist Atatürkçü olarak Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurduğu bu Laik Cumhuriyette kurucusu Atatürk'e yapılan bu aşağılık hakaretin detaylarını burada sizinle paylaşmaktan utanıyorum. Hicap duyuyorum. Ancak son derece kızgın ve öfkeliyim… Çünkü biliyorum ki diğer saldırılar da olduğu gibi bu çirkin saldırı dada adeta bu aşağılık kişi birileri tarafın dan ödüllendirilecektir.

Kızgınım.. ” Atatürk’ün nimetlerini aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyen” ve tepkisiz kalan tüm alaca karanlık aydınlarına öfkeliyim. “Ben Atatürkçüyüm demekle, Kemalist olamayan ve yurt savunmasında cepheyi çökerten tüm demokratik kitle örgütlerine kızgınım.

“Tekke ve zaviyeleri” savunan, ” Demokratik özerkliği, “Ana dilde öğretimi” programına alan o malum partiye de çok öfkeliyim çünkü buğun Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün niçin Tekke ve zaviyeleri kapattığı daha iyi anlaşılmakta baksanıza 2007 sonrasın da ki AKP iktidarıyla oluşan otoriter yönetim boşluğu Atatürk'e ve Cumhuriyete hakaretler anlamında adeta inlerinden çıkmayan ne bir cemaatçi kaldı nede bir din istismarcısı.

Sadece laiklik ve Cumhuriyeti savunup Mustafa Kemal’in Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini tozlu raflara kaldıran, tam bağımsızlık anlayışını anlamayan “Ya İstiklal- Ya Ölüm” şiarını özümsemeyen yığınlara kızgınım. Bizi bölen, sağcı-solcu, laik-anti laik, dinci-dindar, Türk-Kürt-Laz-Çerkez  Alevi gibi etnik kökenlere ayıran emperyalizme ve onun işbirlikçilerine, “Korku imparatorluğu yaratıldı” deyip bir kenara çekilip, teslimiyet denizinin dalgalarına kendilerini terk edenlere öfkeliyim.

Kendime, size ve “Ben Kemalist’im” diyen, ancak Türkiye'nin içinde bulunduğu bu durumdan kendini sorumlu hisseden herkese kızgınım. Biliyorum ki bizim çalmadığımız her kapıdan onlar girdiler..
En büyük silahları olan dini kullanarak, halkı teslim aldılar.


Daha çok kapıyı çalmadığım, daha çok sofraya oturmadığım, Mustafa Kemal’i onlara, anlayacakları bir dilde daha iyi anlatmadığım için kızgınım kendime.. Aralarındaki her türlü siyasal, mezhepsel, dinsel ve etnik farklılıkları ötelemeyen ve bir olmayı beceremeyen, adına ister ulusalcı, ister milliyetçi deyin, her Türk vatandaşına öfke doluyum.

Ama en çok gökyüzüne, toprağa öfkeliyim. Ülkemde bağımsızlık bayrağını göndere çeken ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türk milleti ile birlikte kanla irfanla ve devrimle kuran ve bu toprakları emperyalizmin esaretinden kurtaran Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret eden densizler ders vermedikleri için kızgınım onlara.. Bu gök kubbeyi dar etmediğimiz için kızgınım çünkü Atatürk’ün Kurduğu bu ülkede Atatürk'e Hakaret ediliyor olması Cumhuriyet Savcıların bu aşağılık kişiler hakkın da yasal işlem yapmadıkları için kızgınım…

Kızgınım, öfkeliyim. Ama asla yılgın, çaresiz, yorgun ve korkak değilim çünkü ben gerçek bir Kemalist Atatürkçü ve yurt sever DEVRİMCİYİM Nefes aldığım müddetçe Kemalist (Milli) Devrim’in yeniden inşası için savaşmaya devam edeceğim. Bunu Gazi Paşa’ya, ve Laik Cumhuriyetimiz için Emperyalistlere karşı Cephelerde bağımsızlık Savaşı veren tüm devrim şehitlerine borçluyum! Ali Berham ŞAHBUDAK… 20.03.2017


                                                                                                                                    DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ                                                                                                                                                                                                                      
                                                                                                                                                               PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK


18 Mart 2017 Cumartesi

YENİDEN DİRİLİŞİ ZAMANI GELMİŞTİR? A Berham ŞAHBUDAK…


YENİDEN DİRİLİŞİ ZAMANI GELMİŞTİR? A Berham ŞAHBUDAK…

Türk Ulusunun asla esir edilemeyeceği ve esaret altına alınamayacağının ispatı Sakarya meydan muharebesi ve savunma yaptığı başkomutanlık meydan muharebesidir o nu yapan da Önderimiz Mustafa kemal paşa ve silah arkadaşlarıdır:"hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Diyen Laik Cumhuriyetimizin Kurucusu Önder Mustafa Kemal Atatürk tür"  Atatürk bugün içinde onurla gururla yaşadığımız Ülkemizin yüz yıl olmadan dağılacağını görmüş ve bize emanet ettiği Cumhuriyetimizi koruyup kollamamızı istemiştir…

Onurlu Türk Milleti Saygın Halkım, Öncelikli olarak siz aziz yurttaşlarıma “ Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle siz yurttaşlarıma seslenmek istiyorum!  "Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka milletlerin avıdır. Mustafa Kemal Atatürk.
Önder Mustafa Kemal Atatürk ne kadar da doğru ve isabetli bir uyarı da bulununmuş bu uyarıyı 1923 yılında Kendi elleriyle kurduğu Cumhuriyeti Türk Milletine armağan ederken söylemiş bizi de uyarmayı ihmal etmemiş tıpkı Ülkemiz olarak bu günlerimizi adeta hayattayken neler olabileceğini görmüş ve hissetmiş olmalı ki bizleri bundan tam 97 yıl önce uyarmış”…

Yüce Türk Milleti Atamız bizleri uyarırken kuşkusuz ki yaşadıkları ve kurduğu Onurlu Cumhuriyeti hangi koşullarda ve hangi şartlarda kurulduğunu bildiği için Cumhuriyet bir hiç uğruna kaybetmemizi istememiş çünkü Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı İmparatorluğunun nasıl ve hangi şartlarda çöktüğünü ve niçin emperyalist ülkelerce işgal edildiğini gerek yaşayan gerekse gözlemleyen bir Dünya dâhisidir o nedenledir ki olası bir Dini hassasiyeti ne önem verdiğini iddia edenler hileyle de olsa halkı kandıracağını Osmanlı yönetiminde de aynı süreçlerin yaşanması nedeniyle Ülkemizde de aynı akıbetin yeniden yaşanacağını görerek bizleri uyarmış “ Bu uyarısında da yanılmadığı gibi işaret ettiği tüm uyarılar bir bir gerçekleşmiş tıpkı Bu Anayasa da olduğu gibi “
ÜLKEMİZ SON ON YIL İÇERİSİNDE Başta İnsan hakların olmak üzere özgürlükler alanında çok büyük “ risk” taşıyor. 2015 ve sonu 2016 başlangıcında, güzel ülkemizde iktidar paylaşımı için yine büyük bir çatışma yaşanmakta.  Bu sırada oluşan ekonomik ve siyası kaos halkımızı üzerinde büyük bir baskı olmakla birlikte artık halkımızı tehdit eder noktadadır “ Anayasal haklarımız olan Özgürlükler ve yurttaşlık haklarımız Mevcut İKTİDAR tarafından cebren askıya alınmış noktadadır”. 

Oysa İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerdir. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Diğer yandan insan hakları terimi bir ideali içerir. Bu terimi kullananlar, bu alanda olanı değil, olması gerekeni dile getirirler. İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır. İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Bir başka deyişle, birçok hakkın yanında bir sorumluluk da bulunmaktadır.

Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar.  Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler. 2002  sonrası AKP iktidarının “ Sözde kimi “ yöneticilerimiz ve danışmanları maalesef geçmişten ders almasını bilmediği için tüm Türk halkı olarak izledikleri yanlış politikalar ve ekonomik başarısızlığının faturasını bizlere kesmektedirler “ Oysa tarihler göstermiştir ki kişiler gelip geçicidir, asıl olan ise Laik Cumhuriyetimizin kuruluş değerleriyle bölünmez tüm sınırlarıyla bir bütünlenmiş kurumları ve Türk Milletidir.

O nedenle Cumhuriyetimizin varlık nedeni ve sebebi olan bu kurumlarımızı Türk Halkı olarak korumalıyız.
Ayrıca yasama, yürütme ve yargının birbirine saygısı yıpratılmamalı, birbirinden bağımsız ve bağlantısız çalışması sağlanmalıdır.  En önemlisi, bağımsız ve tarafsız yargının, herkesin güvencesi olduğu unutulmamalıdır. Bu aşamada dünyamız büyük bir ekonomik sarsıntı geçirirken, güzel ülkemizin de hem içte hem de dışta birçok önemli sorunu var ve halkımız ulusal çıkarlarımıza uygun çözümler beklerken Mevcut AKP iktidarının MHP desteğini de alarak çözüm diye bölünme Anayasasını dayamıştır tabi ki bu bölünme anayasasına biz yurttaşlar olarak çocuklarımızın geleceği ve Ülkemizin kuruluş felsefesi için HAYIR DEMELİYİZ…. Ali Berham ŞAHBUDAK….

Örneğin;
• AR-GE’de DÜNYA UZAYA ÇIKTI, TÜRKİYE YAYA KALDI. Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ye oranı 2012’de binde 9,2 ye çıktı. Ancak bu oran krizle boğuşan Fransa, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin gerisinde kaldı 
• İNSAN HAKLARINDA “YÜKSEK RİSK” TAŞIYORUZ. İngiliz küresel risk ve stratejik danışmanlık şirketi Maplecroft, “insan hakları riski atlası 2014” raporuna göre, insan hakları karnesi en kötü olan Suriye’nin en başta olduğu 197 ülke içinde TÜRKİYE CUMHURİYETİ HUKUK DEVLETİ OLARAK 78 inci sırayı aldık. 

• ÇOCUK SAYISI ARTTIKÇA YOKSULLUK TIRMANIYOR. Üç çocuklu ailelerin yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. • BİNLERCE ÖĞRENCİ CEZAEVİNDE. Tutuklu ve hükümlü öğrenciler derslere giremiyor, ders notlarına ulaşamıyor, bazı okullar tutuklu öğrencileri sınavlara almıyor. 

• PİSA 2012 EĞİTİM RAPORU AÇIKLANDI: TÜRKİYE YİNE EN ALT SIRALARDA. 65 ülkenin katıldığı PİSA 2012 raporuna göre, Çinin Şanghay eyaleti ve Singapur Matematikte en üst sıraları paylaşıyor. • TEK POLİTİKA SATIŞ. Geçen yıl sattığı 14,5 milyar dolarla kurun ateşini düşüremeyen Merkez Bankasının stratejisi yine değişmedi ve dolar satışına devam ediyor.  • 5 HAFTADA 50 MİLYAR UÇTU. 14 Ocak itibarıyla şirketlerin piyasa değeri 50,5 milyar TL düştü ve kısa vadeli dış borç stoku 18,9 Milyar TL arttı.  • TASARRUF YAPAMIYORUZ. ING’nin araştırmasına göre 2013’te Türkiye’de tasarruflar bir önceki yıla göre %26 azaldı. 

• TÜRKİYE BORCA BATTI. Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2013 yılı üçüncü çeyreğinde 2012 sonuna göre %10 artışla 372,6 milyar dolara yükseldi. • EN BÜYÜK 10’A GİRECEKTİK, EN KIRILGAN 5’TEYİZ. Türkiye 18 Aralık’ta Fed’in 2014’te para musluklarını kısacağını açıklamasıyla kendine benzeyen ekonomilerden hızla ayrışarak, Güney Afrika, Brezilya, Hindistan, Endonezya ile en kırılgan 5. Ülke oldu.  • MALİYE 2013’TE 19,8 MİLYAR TL’LİK CEZA YAĞDIRDI. Maliye Bakanlığı direkt vergi kayıp ve kaçağını önlemek için yaptığı çalışmalar sonucunda 2013 yılında bir rekora imza attı. 

• DÜNYANIN YARISINI YİYORLAR. Dünyada en zengin 25 kişinin, 3,5 milyar kişiden fazla parası var.
• DÜNYA İŞSİZ. Devletler gayret göstermedi, işsizlik 5 milyon kişi artarak 202 milyona ulaştı.
• ÜLKEMİZDE SENDİKALAŞMA %10 BİLE DEĞİL. Ocak 2014 istatistiklerine göre Türkiye’de 11 milyon 600 bin 554 işçiden 1 milyon 96 bin 540’ı sendika üyesi. Sendikalaşma oranı ise yüzde 9.45. • SURİYELİLERE 2 MİLYAR DOLAR HARCANDI. Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan 700.000 Suriyeli mülteciye AB ülkeleri ve dünyanın çeşitli ülkelerinden 130 milyon dolar yardım yapılırken, ülkemizin harcaması 2 milyar dolar oldu.  • TÜRKİYE ORTADOĞU’NUN SEVGİSİNİ KAYBETTİ. TESEV’in Ortadoğu’da Türkiye Algısı araştırmasına göre, Mısır ve Suriye’nin etkisi ile Türkiye hakkında olumsuz algı yükselişe geçti. Türkiye “en sevilen ülke” unvanını Birleşik Arap Emirlikleri’ne kaptırdı.

Değerli HALKIM, yukarıda verilen örnekleri çoğaltarak sıralaya biliriz. Bizler Türk halkları olarak bunları hak etmediğimize hepimiz inanmalıyız ve dünyada eşi benzeri olmayan dört mevsimi bir arada yaşayan bu Cennet ÜLKEMİZİ yönetmeye aday olanları iyi analiz etmeliyiz.  Aksi takdirde ÜLKEMİZDE Türk halkı olarak bizlerde uçurumun eşiğindeyiz…  Demokratik ve çağdaş yaşama kavuşmak kolay değildir.  Hele de laik bir demokraside barış içinde yaşamak herkese nasip olmuyor. 53 İslam ülkesi içinde tek Laik ve demokratik ülke olarak, tüm dünyaya örnek olduğumuzu bir kez daha vurgulamak isterim. Yüce önderimiz ve kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜMÜZE ne kadar şükran borçluyuz.
 
Umarım sizlerde, yukarıdaki uyarı ve önerilerime ekleyecek, geliştirecek ve de ulusal çıkarlarımız doğrultusunda, yeni öneriler üretebilirsiniz biliyorum ki emeklerinizin boşa gitmeyecek çünkü kazanan güzel ülkemiz ve ulusal birlikteliğimizle Türk Milleti olacaktır..
                                                                                                                                      
Dipnotlar: “  Vergilerimiz ve Elektrik faturalarımızdaki zorunlu ödemelerle ayakta duran TRT-1 de yaklaşık 25 yıldır her Pazar günü bir kovboy filmi oynatılır”.Bir başka ülke varımıdır ki en büyük devlet TV’sinde her Pazar bir kovboy filmi oynatılsın. Korkarım AB-D emperyalizmi sonunda, Türk milletini de kovboy yapacak galiba. Yani herkes silah sahibi olacak ve silahını erken çeken son sözü söyleyecek.  Silah kaçakçılarına gün doğdu. Yıllardır bireysel silahlanmaya karşı mücadele veren UMUT VAKFI’NIN emeklerine yazık oluyor bu güzel ve Modern Ülkemizde…

BAŞKOMUTAN MUSTAFA KEMAL PAŞA´NIN SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ SAVUNMA KONSEPTİ:
 
 "HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR. O SATIH BÜTÜN VATANDIR. VATANIN HER KARIŞ TOPRAĞI VATANDAŞIN KANIYLA ISLANMADIKÇA TERK OLUNAMAZ. "MUSTAFA KEMAL PAŞA
Türklüğü yok etmek ve tarihten silmek isteyen haçlı zihniyetine sahip Avrupalı Emperyalist devletler karşısında, Türk Ordusunun 1683 yılında yaptığı ikinci Viyana Kuşatması yenilgisinden beri süregelen geri çekilme harekâtını red eden ve bundan 94 yıl önce bugün Başkomutan Mustafa Kemal Paşa yönetiminde gerçekleşen Sakarya Meydan Muharebesi zaferi, düşmana son darbeyi indirecek olan 26-30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi için, Türk Ordusunun moral motivasyonunu ve kendine güven duygusunu aşılamıştır.

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ(22 AĞUSTOS- 13 EYLÜL 1921) DESTANIN GERÇEK ÖYKÜSÜ
25 Temmuz 1921´den sonraki günlerde, T.B.M.M´i içinde ve dışında kurtuluş savaşının kaybedilmesi ile ilgili birçok tartışmalar yapılmış, sorumlular aranmıştır. Sonunda olağanüstü önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Çünkü bundan sonraki yapılacak muharebeler, Türk ulusu için bir ölüm kalım uğraşısı olacaktı. Dolayısıyla, ülkenin tüm gücü ile hazırlanması, kesin bir zorunluluktu. Alınacak önlemlerin, tek elden yönetilmesi amacı daha uygun düşecekti. Bu durumda, herkesin birleştiği tek kişi vardı: Mustafa Kemal Paşa. Ona inananlar, bu ağır sorumluluğun altından Mustafa Kemal Paşanın kalkabileceğini biliyorlardı. Ancak Onun gibi bir askeri deha, bu koşullar altında düşmanı yenebilirdi. Mecliste, Büyük Önder´e karşı olanlar ise, bu yolla Onun otoritesinin kırılacağını umuyorlardı. Bu kötü görüş sahipleri çoğunlukta değillerdi. Fakat ortamı bozuyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, bu görüşleri bildiği halde, sorumluluğu üzerine almakta gecikmedi. T.B.M.M. O´nu "Başkomutan" seçecekti. Ulu Önder, savaşın kazanılması için bu Başkomutanlığın, Meclisin yetkilerine sahip kılınmasını da istedi. Büyük tartışmalara yol açan bu öneri, sonunda kabul edildi. 5 Ağustos 1921´de İsmet ve Fevzi Paşanın önergeleri ile T.B.M.M´de kabul edildi 144 sayılı yasa ile Mustafa Kemal Paşa Başkomutan atandı. Meclisin bütün yetkilerine sahip kılındı. Artık vereceği kararlar, kanun gücünde olacaktı. Ancak o, verdiği bir önerge ile ulusal egemenlik ilkelerine herkesten fazla bağlı olduğunu belirterek bu yetkinin, üç aylık bir süreyle sınırlı olmasını istedi.

Başkomutan, ilk iş olarak 7-8 Ağustos 1921 de Sakarya nın doğusunda bulunan orduyu güçlendirmek amacıyla, tüm ulusu özveriye çağıran "Ulusal Yükümlülük Emirleri" (Tekâlif-i Maliye Emirleri) ni çıkardı. Eskişehir - Kütahya Muharebesinden sonra Yunanlılar, Türk Ordusunun yenilemeyeceğini anlamış, kazançlarının sadece birkaç şehirle, biraz topraktan oluştuğunu görmüştür. Türk Ordusunu, bir meydan savaşında yenip, dağıtmadıkça amaçlarının gerçekleşemeyeceğini de çok iyi biliyorlardı.
13 Ağustos 1921 de yeniden harekete geçen Yunanlılar, 14 Ağustosta Sivrihisar´ı işgal ettiler. 15 Ağustosta da Yunan Kralı, askerlerine, Ankara´yı hedef olarak gösteren emrini verdi. İngiliz İrtibat Subaylarını, Ankara´da vereceği ziyafete çağırdı. Bundan sonra 10 piyade ve bir süvari tümeni ile Yunanlılar Porsuk Çayı´nın kuzeyinden ve güneyinden, doğuya doğru yürümüş ve hiçbir engelle karşılaşmadan, 17 Ağustos 1921´de Sakarya´nın batısındaki Türk Kuvvetleri ile karşılaşmışlardı. Buradaki Türk Kuvvetlerinin görevi, Yunan ileri hareketini durdurmak ve mümkün olduğu kadar geciktirmekti. Onun için bu birlikler yavaş yavaş oyalama muharebeleri yaparak geri çekiliyorlardı.

13 Ağustos´tan 22 Ağustos 1921´e kadar önemli bir harekette bulunmayan düşman ordusu yeniden tertiplendi. 22 Ağustos 1921 sabahı bütün gücüyle Türk ileri mevzilerine taarruz ettiler. Daha o gün askerlik bakımından önemli olan bazı yerleri, bu arada Mangal dağını ele geçirdiler. 24-25 Ağustos muharebeleri her iki taraf içinde personel kaybına sebep oldu ve çok kanlı oldu. 27-28ve 29 Ağustosta ise Türk Kuvvetleri çok sıkışık bir duruma düşmüştü. Gerçekten 100 Km. lik bir hat üzerinde yapılan bu muharebelerde, sol kanattaki Türk Kuvvetleri, Ankara´ya 50 Km. ye kadar çekildi batıya doğru kurulmuş olan Türk Cephesi, biraz daha gerideki bir hatta alındı. Bundan umutlanan Yunanlılar, 30 ve 31 Ağustosta yeniden taarruza geçtiler. Fakat bu günden sonra Yunanlılar, Türk sol kanadına giriştikleri taarruzdan vazgeçerek, 1 Eylül 1921 de Türk Kuvvetlerinin sağ kanadı ile merkezine taarruz ettiler. 2 Eylülde aynı hareketi tekrarlayan Yunan ordusu, hareketsiz kaldı. Gerçi 4-5 Eylül de yeniden taarruzlarını sürdürdüler. Fakat taarruz güçleri kırılmıştı. Bu durumda Türk Ordusu, onların savunmadaki direnme derecelerini yoklamak için 6 Eylülde bir karşı taarruz düzenlemiş ve bu hareketini 8 Eylülde tekrarlamıştı.
Her iki hareket başarı ile sonuçlandığı için Türk Komuta Heyeti, 10 Eylül 1921 de genel taarruz kararı aldı. Yapılan bu karşı taarruzda başarı çok büyük olmuş ve düşman geri çekilmeye başlamıştı. 12 Eylülde sürdürülen ileri yürüyüş karşısında ise yunan kuvvetleri, düzensiz bir şekilde, kaçmak zorunda bırakılmışlardı.

Böylece Sakarya kıyılarında 13 Eylül 1921 tarihinde Türk ordusu tarafından çok büyük bir meydan muharebesi kazanılmıştı. Zaferin kazanılmasında, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa´nın: "Savunma hattı yoktur, savunma alanı vardır. O alan bütün yurttur. Yurdun her karış toprağı yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça, düşmana bırakılmaz. " İlkesinin uygulanması, en önemli rolü oynamıştır. Ayrıca Fevzi Paşa´nın (ÇAKMAK), savaş alanının hemen her noktasında gece ve gündüz hazır bulunması, İsmet paşanın yorulmaz bir gücü, imanı ve etkinlikleriyle orduyu üstün bir biçimde yönetmesinin savaşın kazanılmasındaki payı büyüktür. Bunun yanısıra cesur ve yetenekli kolordu ve tümen komutanları ile ölümü hiçe sayan, gözü pek subaylar ve ordunun asıl kitlesini oluşturan Mehmetçiğin gösterdiği kahramanlıklar ve özveriler, Türk Tarihinin altın sayfalarından birini oluşturur.

Sakarya Meydan Muharebesinden sonra siyasal alanda büyük bir etkinlikler başladı. Yunanlılar uğradıkları bu yenilgiden ötürü, büyük bir moral çöküntüsüne düştüler. Batılı müttefiklerinden, özellikle İngilizlerden, tekrar yardım istediler. Ancak kimseden yardım alamadılar. Batılılar, Türk ve Yunan Devletlerine, barış önerdilerse de, T.B.M.M. tarafından kabul edilmedi. Büyük bir saygınlık kazanan yeni Türk Devleti, Rusya´nın aracılığıyla Güney Kafkasya Cumhuriyetleri ile Kars (13 Ekim 1921), Fransa ile de Ankara Antlaşmasını (20 Ekim 1921) imzaladı. Böylece Türk Kurtuluş Savaşı, dünya kamuoyunda destek görmeye başladı.

Bu muharebede 16 Ağustos 1921 günü Mustafa Kemal attan düşerek yaralanmış ve kısa bir baygınlıktan uyanarak, hiçbir şey olmamış gibi işine devam ediyordu. Bir taşa rastlayıp kırılan kaburgaları acı vermesine rağmen bu yaralı haliyle günlerce muharebeyi sedye ile sevk ve idare etmiştir. Bir gece gizlice Ankara´ya getirilmiş ve röntgen çekilmiş ve tedavisine başlanmıştır. Ancak başta özel doktoru M. Kemal ÖKE ve diğerlerinin ısrarla istirahat etmesini önermelerine rağmen o büyük komutan bu tavsiyeleri dikkate almayarak 21 Ağustos günü komuta yeri Polatlı´da ki karargâhı Alagöz´e dönmüştür. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa´nın zaferin kazanılmasına müteakip 13 Eylül´de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa´ya gönderdiği telgraf şu cümlelerle bitiyordu:

Başkomutanlığa, "23 Ağustos´tan bu yana süren Sakarya Meydan Muharebesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu´nun kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. Üç gündür süren genel karşı taarruzun etkisiyle bugün öğleden sonra düşman ordusu yenik olarak ve tümüyle Sakarya ırmağı batısına atılmış bulunuyor. Düşmanı aralıksız izliyoruz". 13.9.1921.( Batı Cephesi Komutanı İsmet) 12 Eylül 1921´de Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa´nın (ÇAKMAK) Basri Tepe´den Türkiye Büyük Millet Meclisi´ne gönderdiği tarihi telgraf. Bu telgraf şu cümlelerle bitiyordu: “Anadolu´nun Yunan ordusu için bir mezar olacağı hakkındaki kanaatimizin tahakkuk eylemekte olduğunu arz ederim. "

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ MUSTAFA KEMAL PAŞA´YA MAREŞAL RÜTBESİ VE GAZİLİK ÜNVANINI VERİYOR
Büyük Türk ulusu, tüm komutanlık niteliklerini kişiliğinde toplayan Başkomutanına, bu büyük evladına, hak ettiği armağanı vermekte gecikmedi. T.B.M.M. Sakarya Meydan Muharebesini kazanan Mustafa Kemal Paşa´ya "Gazi" unvanı ile "Mareşallik" rütbesinin verilmesi için İsmet ve Fevzi Paşaların Büyük Millet Meclisine 16 Eylül 1921 tarihinde önerge verdiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk tarihinde bir dönemeç niteliği kazanan bu büyük Meydan Muharebesi ve görkemli zaferden sonra Başkomutan Mustafa Kemal Paşa´ya 19 Eylül 1921´de 153 sayılı kanunla ″Mareşallik″ rütbesi ve ″Gazilik″ unvanı verdi. Bundan sonraki aşama Türk ordusu emperyalizmin desteklediği son düşmanı olan Yunan ordusunu denize dökmekti. Bunun için 26 Ağustos 1922´ye kadar bir hazırlık dönemi için beklemek gerekecekti.

ATATÜRK´ÜN ANNESİ ZÜBEYDE HANIM´IN SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ ZAFERİNDEN SONRA OĞLUNA GÖNDERDİĞİ TELGRAFI MÜŞİR (MAREŞAL) VE GAZİ OĞLUM MUSTAFA KEMAL PAŞA´YA: 27 Eylül 1921 ″Milletin hakkınızdaki mareşallik ve gazilik unvanı ile bu sevgi ve itimadı, benim kadar kimseyi duygulandıramaz. Kız Kardeşinle beraber anlından öperek ve bağrımıza basarak, seni tebrik ederiz. Muhafaza-i din ve istikrarı vatan uğruna çalışan mücahitlerle beraber seni cenabı hakkın birliğine emanet eder ve hakkınızda gece gündüz sıhhatler ve muratlar temenni ederim sevgili oğlum.″ Valideniz Zübeyde. Mustafa Kemal´in Annesine Cevabı: Validem Zübeyde Hanım´a 29 Eylül 1921 ″Benim için dünyevi mükâfatların en yücesi olan tebrik kartınızla mesut oldum.″ Gazi Mustafa Kemal

Orgeneral Asım GÜNDÜZ´ün yıllar sonra yayımladığı anılarından alınan aşağıdaki bölüm Türk Askerinin İstiklal Savaşını hangi koşullar içinde başardığını çok güzel anlatmaktadır:″Mustafa Kemal Paşa´nın emriyle Batı Cephesi Kurmay Başkanlığı´na getirildim. Karargâhımızın Alagöz köyünde idi. Karargâhımızın camı çerçevesi bulunmayan iki küçük çiftlik binası idi. Bunların birinde Mustafa Kemal Paşa, diğerinde de İsmet Paşa ile Kurmay Başkanı olarak ben kalıyorduk. Karargâhımız rahmetli Tevfik BIYIKLIOĞLU dâhil dört kişiden ibaretti. Öteki arkadaşları çevredeki çadırlara yerleştirdik. Orduyu nasıl besleyecektik?... Büyük problemlerin başında bu vardı. Mevsim yazdı. Birliklere bulundukları yerlerdeki ekinleri biçmelerini, harman yaparak saçlarda kavurmalarını, değirmen olan yerlerde öğüterek un haline getirmelerini, köy fırınlarından yararlanarak ekmek yapmalarını, çevreden tedarik edilerek kesilmiş hayvanlarla et ihtiyacını karşılamalarını emrettik. Biz bu tedbirleri dünyadaki son Türk Devleti´nin varlığı için alıyorduk. Aksi halde son Türk Devleti yıkılıyordu. Erlerimizin kılık kıyafetleri de içler acısı idi.″

ALAGÖZ KARARGAHI
Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonunda Türk Ordusu Sakarya hattına çekilirken Başkomutan Mustafa Kemal´in Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı 1921 yılı Ağustosunda Alagöz´deki çiftlik binasına yerleşmişti, Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK´ün Büyük Nutuk´unda″12 Ağustos 1921 günü Erkan-ı Harbiye Umumi Reisi Fevzi ÇAKMAK Paşa hazretleriyle beraber Polatlı´da cephe karargâhına gittim″ diye yazdığı yer Alagöz Karargâhı´dır. Başkomutan Mustafa Kemal, Sakarya Muharebeleri´ne ait buhranlı ve sevinçli bilgileri bu karargâhta almıştır. ATATÜRK 22 Ağustos´tan 13 Eylül 1921 tarihine kadar 22 gün, 22 gece aralıksız devam eden savaşı bu binadan idare etmiş, bütün planlarını burada hazırlamış, tarihi kararlarını burada vermiştir.

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ´NİN KADERİNİ DEĞİŞTİREN KRİTİK ARAZİ ARIZALARI
Sakarya Meydan Muharebesi´nde Türk Ordusunun karşı taarruzu esnasında 10 Eylül 1921´de ilk defa ele geçen Dua Tepe-Polatlı batısı. Bu tarihten itibaren Mustafa Kemal Paşa muharebeyi buradan sevk ve idare etmiştir. Bu muharebede yedi defa el değiştiren Kara Tepe-Polatlı güney batısı.

BU MUHAREBEDE TÜRK VE YUNAN ORDUSUNUN ZAYİATI
Sakarya Meydan Muharebesi dünyanın en uzun ve en yüksek zayiatın verildiği bir muharebedir.

Sakarya Meydan Muharebesi sonunda, Türk Ordusunun zayiatı; 5.713 şehit 18.480 yaralı, 828 esir ve 14.258 kayıp olmak üzere toplam 49.289´dur. Yunan ordusunun zayiatı ise; 3.758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.067´dir. Türk Ordusundaki subay zayiatı % 80 olmuştur. Bu nedenle ATATÜRK Sakarya Muharebesi için "Subay Harbi" demiştir.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİNDE ŞEHİT DÜŞEN KAHRAMALLARIMIZIN TÜRK GENÇLERİNDEN İSTEK VE BEKLENTİLERİ
ATATÜRK´ün Türkiye Büyük Millet Meclisinde 20 Ekim 1927 tarihinde okuduğu nutkun son bölümünde Türkiye Cumhuriyetini Türk Gençlerine teslim etmiştir. Bu zafere ulaşmak için aziz ve kutsal vatan uğruna canlarını veren ve şahadet mertebesine ulaşan kahraman ve vatansever şehitlerimizin gençlerimizden istek ve beklentileri:
Biz burada YUNAN´a mezar kazdık.
Can verdik TÜRKİYE yaşasın diye.
Al kanla SAKARYA tarihi yazdık.
Millete bir vatan ettik hediye. 
"Ey Türk Çocuğu!
Bizlere olan minnet ve şükran duygularını unutma. Nurdan örülmüş şahadet gömleğine sarılmış meleklerin diktiği kaftana bürünmüş, Tanrının huzurunda yatıyoruz. Meleklerin;"Tanrı uludur, yurdunu seven yine uludur, ulusu uğrunda can verenler, Tanrı katında daha uludur." Yüceltme söylemleriyle uyuyoruz. Bize kabul ve izzet kapılarını açan Tanrıya yalvarıyoruz. Türk çocuğu, Türk Ulusu´nu sev, onun yükselme alanındaki çalışmalarına yardım et, kudretli yurdunu feyizli kıl. İstiklal sancağını ve şerefini yüksek tut! Tanrının rahmeti bize, selameti size olsun!"

SONUÇ OLARAK:
Milli mücadeleyi başlatan ve en büyük rolü oynayan Mustafa Kemal´e olan güvenini ve inancını ifade etmek için Eşref Edip, Mehmet Akif ile ilgili şu şu hatırayı naklediyor: ″Sakarya Muharebesi sırasında, düşmanın Ankara´yı tehdit etmeye başlaması üzerine Ankara´dan göç etme tartışmaları başlar, Mehmet Akif bu sırada şöyle der: Telaşa mahal görmüyorum. Evvel Allah, ana (Mustafa Kemal´e), onun askerliğine güvenilir. Ordumuz inşallah galip gelecek, buna imanım var.″ Ünlü tarihçi Toynbee diyor ki: ″Bu savaş Dünyamızda ki 20. yüzyılın en büyük savaşlarından biridir.″ Gazeteci Claire Price da şöyle diyor: ″Batı 200 yıldan beri ihtiyar Osmanlı Devleti´ni parçalamaya çalışıyordu. Fa kat Sakarya´da Türk´ün kendisiyle karşılaşmış ve ona dokunduğu anda da tarihin yönü değişmiştir. Tarih bu olayı devrimizin en büyük olaylarından biri olarak kaydedecektir.″

ÂŞIK VEYSEL´İN HAYATI BOYUNCA DUYDUĞU EN BÜYÜK ÜZÜNTÜ NEYDİ ACABA?

Sakarya Muharebesi ilginç anılar ve sahnelerle doluydu. Türk milletinin düşen gururu, Mustafa Kemal ile tekrar canlanmıştı. Başlar eğik, omuzlar yıkık değildi artık. Herkes Mustafa Kemal etrafında bütünleşti. Onun emri ile cepheye koştu. Savaşa katılanlar sevindi, katılamayanlar ağladı. Örneğin Âşık Veysel. Kurtuluş Savaşı ile ilgili olarak diğer bir gerçek ise Âşık Veysel gerçeğiydi. Aşık Veysel aslında Homeros gibi bir Anadolu ozanıydı. İkisinin de gözleri görmüyordu. Âşık Veysel´e sordu bir gün bir bayan gazeteci: ″Aşık, gözlerinin görmeyişine en çok ne zaman üzüldün?″ Veysel, görmeyen gözleriyle düşünceye daldı. Hüznünde sisli bulutlar vardı. Ve acıyla cevap verdi Homeros gibi:

″Kızım Seferi birlik (Kurtuluş Savaşı) zamanıydı. Köyümüz güzeldi. Bi sürü arkadaşlarım vardı. 16-17 yaşındaydık. Oynardık hep birlikte. Bir sabah kalktım, köye bir sessizlik çökmüş. Nerde bu çocuklar dedim, Yunan harbine cepheye gitti dediler. Hepsi de benim akranlarımdı. Harbe gittiler. Köye bir matem çöktü. Ölü gibi sessizleşti birden. Günlerce ağladım, kör olan gözlerim az da olsa göreydi de ben de gideydim dedim. Beni niye buraya goydular dedim. Gözlerimin görmeyişine işte o zaman çok üzüldüm.″ Âşık Veysel´in arkadaşlarının çoğu gelmedi cepheden. Şehit oldular. Yüzyılımızın Anadolu Homeros´u gözlerinin görmeyişine değil, arkadaşlarıyla birlikte savaşa gidemediğine ve şehit olamadığına üzülüyordu. İşte Kurtuluş Savaşı´nı yazan destan, bu destandı. Mondros basınının anlayamadığı gerçek, işte bu gerçekti. Ahmet´ler, Mehmet´ler, Veysel´lerdi…

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ ZAFERİNİ YENİ ADANA GAZETESİ YÜCE TÜRK MİLLETİNE VE ADANALI HEMŞERİLERİNE NASIL BİR MESAJLA BİLDİRMİŞTİ

Mustafa Kemal 10 Eylül günü ordularına taarruz emri verdi. Mustafa Kemal´in askerleri hep birlikte saat 07.30´da karşı taarruza geçtiler. Mustafa Kemal´in emri üzerine Sakarya nehrinin geçitlerini tutan Türkler, bir gün sonra Sakarya nehrinin batısına geçmeye ve kaçmaya çalışan Yunanlıları bu geçitlerde kıstırdılar. Fırtınadan çaldıkları kılıçlarıyla her tarafı yakıp yıktılar ve bir rüzgâr gibi biçtiler. Neye uğradığını şaşıran Yunanlılar kaçmaya çalıştı. Ama birçoğu Mustafa Kemal´in askerlerinin elinde, birçoğu da Sakarya nehrinde boğuldu. Bu kuşatmada Tam 15.000 kayıp verdiler. Kalanlar, Mustafa Kemal´in askerlerinin gümüş renkli kılıçlarının altından sel gibi akarak çekildiler.

Yunan ordusu dağıldı. Sakarya nehri kan aktı. Ve sonunda Başkomutan Mustafa Kemal Paşa´nın yönettiği Türk ordusu tarafından Sakarya Meydan muharebesi zaferi kazanıldı. Sakarya nehri, dökülen kanların tüm kızıllığıyla akarken, ayın gümüş renkli rengi, şafağa bırakıyordu yerini. Yurdun her yanında bayramlar yapılıyor, insanlar sevinçten çılgınca ağlıyordu. Türkler, bu zaferden sonra sabahlara kadar eğlendiler. ″Ordumuz, kesin zaferi kazandı!″ Bu sözler Toroslar´ın eteğinde bir gazeteci tarafından diziliyordu manşete. Ama gazetecinin gözyaşları inci gibi dökülüyordu harf kutularına. Harfleri dizdikten sonra ellerini gözlerine kapattı ve sevinçten, deliler gibi ağladı. Hıçkırıkları bir kelebek olup uçtu Toroslar´a. Bu yazıyı dizen gazeteci, vagonda çıkarılan Yeni Adana gazetesinin yazarlarından Hamdi GÖNEN´di. SAKARYA SAVAŞI
 
YÜREKLERDE BİTMEYEN O VATAN AŞKI,
MEHMET´İ COŞTURUYORDU DÜŞMANA KARŞI.
UNUTULUR MU? TARİHİN BU ALTIN SAYFASI,
BİR DESTANSI ARTIK, SAKARYA SAVAŞI.

DÜŞMANA “DUR” DEDİ, ÇEKTİ HATTI,
MUSTAFA KEMAL´İN TAKTİK ANLAYIŞI.
KANLA SULADI MEHMET, TAŞI TOPRAĞI,
BİR DESTANSI ARTIK, SAKARYA SAVAŞI.

Bu mutlu ve gurur dolu günleri bizlere armağan eden, bizlere özgürlük ve egemenliğimizi bağışlayan, ay yıldızlı bayrağımıza kavuşturan ulu önder ATATÜRK ve silah arkadaşları ile şehit ve gazilerimizin manevi huzurunda saygı ve hürmetle eğiliyoruz. Ruhları şad olsun! Ali Berham ŞAHBUDAK…

KAYNAKÇA:
1.        NUTUK MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
2.        TEK ADAM C.2 ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR
3.        ANITKABİR KOMUTANLIĞININ ALAGÖZ KARARGÂH MÜZESİ BROŞÜRÜ
4.        ATATÜRK VE LİDERLİK HARİKA YAMAK
5.        SAMSUN VALİLİĞİNİN 29 EKİM 1981 TARİHLİ SAMSUN VE İLK ADIM DERGİSİ
6.        BAYRAK MÜCADELEMİZ VE İSTİKLAL MARŞI YAŞAR ÇAĞBAYIR
7.        İHANET BASINI AYDIN KELEŞOĞLU
8.        GÖLGESİNDE MUSTAFA KEMAL´İ BÜYÜTEN KADIN ZÜBEYDE HANIM FATİH BAYHAN
9.        İSMET İNÖNÜ VE YAKIN TARİH SIRLARI KAHRAMAN YUSUFOĞLU
10.     ATATÜRK´ÜN KEHANETLERİ ALİ BEKTAN  


ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...