30 Ocak 2016 Cumartesi

Cumhuriyetimizin Kurucusu ULU ÖNDER Mustafa Kemal Atatürk’ü Anlaya Bildik mi?


Cumhuriyetimizin Kurucusu ULU ÖNDER Mustafa Kemal Atatürk’ü Anlaya Bildik mi?

 Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: ” Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir, benim manevi mirasım bilim ve akıldır.” demişti. Bir ülkenin onurunu, saygınlığını koruyarak, nasıl değiştirileceğini, dönüştürüleceğini, nasıl çağdaş ve örnek cumhuriyet haline getirilebileceğini; hem tarih yazarak hem de tarihe not düşerek gösteren Atatürk’ü özlemle anıyor ve arıyoruz. O’nu hissediyor, seviyor ve sayıyoruz.

“On’suz geçen 77 yılda acaba O’nu yeterince anlayabildik mi? Atatürk’ü önce tanımalı, sonra anlamalı sonra da kurduğu devrimleri ve Kemalizm idrak edebildik mi” ?
           
“Gerçek sevgi bilgiden doğar, Atatürk’ü sevmek bilgiden doğmuyorsa değeri yoktur.” Bir his yumağı olan sevgi çabuk eskir ve unutulur. Sevgiyi, köklü olgularla beslediğimiz, kendimize ve yaşam biçimimize uydurduğumuzda ve bir genetik algı haline dönüştürdüğümüz zaman Atatürk’ün özlemiş olduğu düzeye çıkmış oluruz.
           
Kişiliğimizi, bireysel ve toplumsal onurumuzu, uygar yurttaşlardan oluşan çağdaş bir devlet oluşumuzu ve tüm evrensel değerlerimizi borçlu olduğumuz Dünya Lideri Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü, anlatmak çok kolay,  anlamak çok zordur. Özellikle de, çağdaş ve evrensel değerlere erişmemiş toplumlarda çok daha zordur.
                                                                                                                                      
                “Her ölümlünün sürecini o da yaşadı. Ama 57 yıl süren bu kısa ömür içerisinde yaptıklarının büyüklüğü tartışılamaz”.

Selanik’te orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mustafa, Askeri okulda Kemal, Sakarya Meydan Muharebesinde Gazi, Cumhuriyet’ten ve DEVRİMDEN SONRA DA Atatürk oldu. Devrimci savaşlarla yücelerek, çağdaş bir devletin kuruculuğuna yükselen Mustafa Kemal’in yaşamında destansı bir öz vardır. İşte bu destansı gerçek, Atatürk’ün yaşamından söz ederken duygularımızın ağır basmasına yol açar. Ne var ki, duygular; toplumsal devinim sürdükçe ve yeni kuşaklar yetiştikçe yıpranır durulur.

 Kocatepe’de Mustafa Kemal’le birlikte savaşmış, ya da Cumhuriyet Devrimlerini Atatürk’le algılamış bir yurttaşın torununun; bu olayları yaşamamış, kuşakların duymasına olanak var mı? İzmir’in işgali ya da Mütarekenin kara günleri bizlere tarihin derinliklerinde kalmış bir sisli öykü gibi gelmekte. Kurtuluşun kıvancını; o günleri yaşamış ama birer birer tükenerek toprak olmuş insanların, bugün artık atmayan yürekleri gibi algılamak mümkün mü?

İşte bu gerçeğin ışığında Atatürk’ten söz edeceğim: Atatürk, yaşamımızın bir parçasıdır. Okullarda, derslerde öğreniyoruz. Maalesef bugün günü kurtarma adına ülkemizi bir çıkmaza sürükleyen bazı siyasetçilerimiz kavgalarını onun üzerinden yapıyorlar. Evlerimizdeki sohbetlerimizde, yaptıklarını ve başarılarını, övgüyle ve destansı bir anlatımla anıyoruz. Ancak ne yazı ki; hep dışımızda tutuyoruz. Bir bohçaya sarıp, evimizin duvarına astığımız kutsal kitap gibi saklıyoruz, kişiliğimizde yaşatmak istemiyoruz. 

Her birimizin zihninde bir Atatürk olgusu var. Ama bu durağan bir imaj olmamalı. Çin okullarında Atatürk tanıtıldığı için başarılarına hayran oluyoruz. Günlük yaşamımızın içinde sürekli olarak kaldığı, sohbetlerimizin içine sık sık girdiği için de; O’nu her gün yeniden keşfediyoruz. O nedenle de sürekli ve aynı tonda bir öykü kahramanı olarak canlı kaldı.
            
Bugün, her Türk’ün bilincinde; Atatürk unu, yağı, şekeri mevcut, ancak ne yazık ki bu bilinçlerde Atatürk helvasını oluşturabilmiş değiliz.Düşünelim; bir genç olarak, bir yurttaş olarak, bir aydın olarak Atatürk’ü ne kadar tanıyoruz”? Ne kadar biliyoruz? Atatürk kimdir? Neler yapmıştır? Neler yaptığı için Atatürk olmuştur? Devrimi nedir? Düzeni nedir? İlkeleri nelerdir? Atatürkçülük nedir? Eğitim, kültür ve ekonomik yaşamlarımızda emirlerine uymaya çalıştık mı?

Çağdaşlaşma ilkesine uyduk mu? Uyduk mu çağın gidişine? Olayları Atatürkçü görüşle yorumladık mı? Atatürk’ün söylevini en azından bir kez okuyabildik mi? Ya ; “Şu çılgın Türklerin?  “Dirilişi”? Ayrıca aşağıdaki sorulara herhangi bir yanıtımız var mı? Parçalanan bir İmparatorluk, Atatürk gibi bir kişiyi nasıl yetiştirebilmiştir? Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı kararını nasıl verebilmiştir? Kurtuluş Savaşını kazanacağını nasıl ummuştur? Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Özellikle Ege Bölgesinde Mustafa Kemal Paşa’nın hareketinden bağımsız olarak ve daha önce bir direniş örgütlenmiş olmasına karşın, Kurtuluş Savaşının önderliği neden Mustafa Kemal’in elinde kalmıştır?
            
Aleyhinde ve lehinde olanlar, bu soruların yanıtlarını verebilselerdi. Bugünkü trajik-komik durumlar sergilenmez, siyasette, bilimde, ekonomik ve sosyal yaşamlarımızdaki olumsuzluklar sürüp gitmezdi. Dini bilmeyenlerin kendilerine göre nasıl bir dini varsa, Atatürk’ü, çağdaş dünyayı ve çağdaş dünyanın ortak değerlerini kavrayamayanların da kendilerine göre bir Atatürk’ü vardır. 1938 yılında; her insan gibi bu dünyadan göçen ve halkının kalbine gömülen; Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yurttaşı, Türk Ulusu’nu iç ve dış tutsaklıktan kurtaran Mustafa Kemal; bugün Atatürk olarak bilinçlerde ve gönüllerde yaşamaktadır.
            
 Atatürk’ü anlamak, O’nu masal gibi anlatmak değildir. Atatürk bir gece, Söğüt özü Köyüne iner, yanında İsmet Paşa da vardır. Köylülere, Atatürk’ü tanıyıp, tanımadıklarını sorar. Köylüler hep bir ağızdan: “Göbeğine kadar inen, sütbeyaz sakallı, nur yüzlü birisi,” deyince; İsmet Paşa’ya dönerek: “Kalk ismet, gidelim, buralarda bize yer yok” der. Atatürk’ü anlamak; O’nun yaptıklarını bilerek, O’nun çağdaş aydınlık yolundan gitmektir.

        “Atatürk’ü anlamak; tüm yaşantımızı, O’nun yarattıkları doğrultusunda düzenlemektir. Atatürk’ü anlamak; O’nun aydınlık yoluna baş koymaktır. Atatürk’ü anlamak; rozetlerini, yakamıza takarak dolaşmak değildir. Ama Atatürk’ün amaçlarından uzaklaştırılması da acıklı ve utanç verici bir gerçektir”.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk Ulusu’nu yalnızca geçmişte kurtarmamış; Türk Ulusu’nun, bu gününü ve geleceğini de kurmuştur hatta kurtarmıştır.  16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan Samsuna gitmek üzere Bandırma Vapuru ile yola çıkan M. Kemal Paşa, İtilaf askerlerinin yolda gemiyi durdurup silah ve cephane arayıp, bulamadıkları için Boğaz’dan çıkış izni vermeleri üzerine; yanındakilere: ”Biz Anadolu’ya silah ve cephane götürmüyoruz.


İnanç götürüyoruz.” diyerek, UMUT; İNANÇ ve ZAFER azmini ifade ediyordu. “Zafer, zafer benimdir diyenlerindir.” diyen bu genç subayın kişiliği, devrimci düşünceleri, dünya görüşü, vatan ve ulus hakkındaki planları, dünya ulusları ile ilgili düşünceleri; devrime başladığı 40 yaşına kadar, Tüm yaşamını geçirdiği askerlik mesleği içinde olmuştur.

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında; “ Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşında yenilmiş, Ordusu dağıtılmış ve elinden silahları alınmış, koşulları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmış, Ulus yorgun ve yoksul düşmüş, savaşın sorumluları ülkeden kaçmış, Padişah, Kabine ve Sadrazam kendi çıkarlarını düşünmekte ve çaresizlik içindelerler. İtilaf Devletleri ülkeyi işgale başlamıştır. Azınlıklar, Ülkenin ve Devletin parçalanmasına çalışmakta. Yunanlılar İtilaf Devletlerinin tam desteği ile İzmir’e çıkmıştı.
            
Türk Halkı, 19.yy. sonlarında başlayan ve 20.yy. başlarında da süren savaşlardan ve adını söyleyemediği, yerini de bilmediği, cephelere evlatlarını göndermekten perişan olmuştu. ( Galiçya…) Özetle; Türk ulusu Birinci Dünya Savaşının sona ermesi ile Bağımsızlığını, Refahını, Ülkesini, Ülkülerini yitirmiş, korkunç bir gelecekle baş başa kalmıştı. Milyonlarca insanını, vatanlarca toprağını yitirmiş, Türkler öz vatanlarında vatansız kalmıştı. İşte bu koşullarda, yeni bir savaşa kalkışmak ve bu savaş için gerekli örgütlenmeyi yapmak, çetin bir iştir.

 Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir diyen özgürlük ve bağımsızlığımızın, sembolü, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın eşsiz Komutanı, laik demokratik ve çağdaş Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk; Dünya tarihine yön vermiş pek çok liderden farklı ve özel bir niteliğe sahiptir. Atatürk, büyük bir asker olmasının yanı sıra, aynı zamanda, büyük bir devlet adamıdır. Ulusal Kurtuluş mücadelesinde, bir yandan askeri stratejiler diğer yandan siyasi stratejiler geliştirip diplomatik taktikler uygulamıştır.
                         
Amasya Genelgesinden başlayarak, Milli Benlik ve Egemenlik duygu ve uygulamalarını geliştirmeye çalışmıştır. TBMM’nin açılışı ile birlikte, ”Kayıtsız Şartsız Millet Egemenliği’ni” hâkim kılarak, Cumhuriyete giden yolu açmış, yeni bir devletin temellerini atmıştır. Kısacası, en çetin savaşlardan daha zor olan diplomasi savaşlarını başarıyla tamamlamış, onurlu bir Barış Antlaşmasını imzalamış ve Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş bir devlet adamıdır.

Atatürk büyük bir reformcudur. Gerek kendi düşüncelerini, gerek diğer düşün adamlarının düşüncelerini, belli bir program çerçevesinde uygulamıştır. “Ben Manevi Miras olarak, hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum diyen dünya lideri fikren ölümsüz Mustafa Kemal ATATÜRK’TEN başkası değildir….

 Benim manevi mirasım, BİLİM ve AKILDIR. Diyen ATATÜRK Zaman süratle dönüyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini inkâr etmek olur… Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçım olurlar…” diyen Büyük Atatürk, toplum ve devlet yaşamının her alanında, her uygulamasında akıl ve bilimi ölçü olarak ortaya koymuştur.

Türk Kurtuluş Savaşı tüm olumsuzluklara karşın,  Mustafa Kemal Paşa’nın öncülüğünde, özveri ile KADIN- KIZ ERKEK; ULUSAL BİLİNÇ VE ULUSAL DAYANIŞMA İÇERİSİNDE, YILMAZ ÇABALARLA VE KAHRAMANLIKLARLA KAZANILMIŞTIR bu bilinçle kurulmuş olan CUMHURİYETİMİZ bugün kimi güruh tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır bu yetmez gibi kimi gafil bet vahlar ise Fikren ölümsüz olan Mustafa Kemal ATATÜRKE saldırmayı ve üç günlük seyisliklerinde kendilerini ATATÜRK’ÜN yerine koymak istemeleri ise tam bir şekilciliktir ama bu dönek bet vahaların bu cabalar ise tam bir fiyasko dur….  30.01.2016 

                                                                                                       DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ                                                                                                                                                                                                                       

                                                                                               PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK

24 Ocak 2016 Pazar

Halkın adamı! Kamer Genç HAKKA YÜRÜDÜ

Halkın adamı! Kamer Genç HAKKA YÜRÜDÜ
                               
 "CUMHURİYET ÇOCUĞU Doğumundan Ölümüne değin adeta bir KEMALİST ATATÜRKÇÜ olarak doğdu ve öylede hakka yürüdü" Kamer genç "Türkiye siyasetinin, en önemli köşe taşlarından biri olarak demokrasi mücadelesiyle özdeş ismiler gibi oda  tarihin sayfasına adını altın farelerle yazdıracak kadar nadir isimlerdi biriydi….   Sayın Kamer Genç'i Türk Halkı ilk olarak TBMM 18. dönem de Tunceli milletvekili olarak tanıdı.

KEMALİST ATATÜRKÇÜ Kamer Genç’in hayatının kısa özeti.

Sayın Genç  1940'yılında Tunceli'nin Nazimiye ilçesine bağlı Ramazan köyünde doğdu. Fakir ailenin Alevi inancına bağlı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi Genç'in babası olan Ali Genç yazları İstanbul Silahtar ağa’da inşaat işçiliği yaparak ailesine bakardı. Kamer Genç ise o yıllarda hem çalışır hem ide okula giden başarılı bir öğrenciydi Kamer genç “o şartlara rağmen başarılı bir örgencilik yılları geçirdi”.
Kamer Genç 1960'yılında Ankara'da Maliye Okulu'na yatılı olarak giren sayılı gençlerden biriyiydi iyi bir dereceyle Ankara'da Maliye Okuluna girmişti o yıllar genç’in okuduğu okul tamirata alınması nedeniyle öğrenimine bir süre Tunceli Lisesi'nde devam etmek zorunda kaldı. Ardından Maliye Okulu'na geri döndü.
 Bir yandan da babasının yanında çalışıyordu. Bu dönemde kardeşi hıdır kızamık hastalığından yaşamını yitirdi. 1966'da Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi'ni (Yani şu anki adıyla Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesini) bitirdi. Okulla birlikte Maliye Bakanlığı'nda staj da yaptı ve Bingöl'e ilk Devlette hizmet için ilk adımını vergi kontrol memuru olarak atandı.
1966 yılında girdiği Danıştay sınavını başarıyla kazanan tek isim oldu. 1974-1976 yılları arasında Paris'te bulundu. Danıştay Tetkik Hâkimliği ve Danıştay Savcılığı görevlerini yaptı. Danıştay'daki görevi 12 Eylül'ün ardından son bulan Genç, 1981 yılında Tunceli'den Danışma Meclisi Üyeliği'ne ve Başkanlık Divanı kâtip üyeliğine seçildi. 1983'te çok partili yaşama yeniden dönüşle birlikte Kamer Genç siyaseti sürdürme kararı alarak, Tunceli'den bağımsız milletvekili adayı olmaya karar verdi. Ama Danışma Meclisi'nde adaylığı veto edildi. 1983-1987'de mali müşavirlik yaptı.
Ardından 4 dönem milletvekili seçildi. 1993'ten 1995'e kadar, 1996'dan 1999'a kadar ve 20012002arası TBMM Başkanvekilliği yaptı. Ardından 2002 seçimlerinde DYP'nin barajın altında kalması dolayısıyla milletvekili seçilemedi. 2007 seçimlerine bağımsız olarak katılıp milletvekili seçilmiştir. 1 Haziran 2010 tarihi ile birlikte eski partisi CHP'ye tekrar geri dönmüştür.
Kamer Genç 1966'da Danıştay sınavını kazanınca köyüne dönerek, ilkokuldan beri tanıdığı ve Tunceli Lisesi'nde beraber okuduğu Sevim Genç'i ailesinden istetti; Sevim Genç'in babası durumu olumsuz karşıladı. Ankara Solfasol köyünde  öğretmenlik yapmakta olan Sevim Genç, babasının olumsuz görüşlerine karşın Kamer Genç'in evlilik teklifini kabul etti. 1967 yılında evlendiler. Seçkin ve Seçil isimli iki çocukları oldu. İyi düzeyde Fransızca  bilen gen 75 yaşında hakkın rahmetine kavuştu….

Kamer genç YAŞAMI BOYUNÇA “DEMOKRASİNİN VE İNSAN HAKLARININ YILMAZ SAVUNUCUSU OLDU”

İnşaat işçiliğiyle başlayan yaşam mücadelesini, Vergi Denet menliği, Danıştay Tetkik Hâkimliği ve Serbest Müşavirlik yaparak sürdürdü. 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında üyesi olduğu Danışma Meclisi'nde parlamenter demokrasinin ve insan haklarının yılmaz savunucusu oldu. Danışma Meclisi'nden istifa ettiği 1983 yılına kadar inandığı ilkelerden asla vazgeçmeksizin görevini laikiyle yaptı. " Kamer Genç’e Halkın adamı unvanını yine sevenleri vermişti çünkü genç yaşamı boyunca daima ADALETİN VE SİYASİ AHLAKIN ÖNCÜSÜ olmuştu "

TBMM'de Milletvekili olarak görev aldığı altı yasama döneminde de hakkın, adaletin, eşitliğin ve siyasi ahlakın öncüsü oldu. Tunceli'nin 'Kamer Ağabeyi' Kamer Genç, Türk halkı için de her zaman 'Kamer Bey' ve Kamer ebeyiydi Kendisine Allahtan bol bol rahmet diler ailesine ve sevenlerine sabır dilerim  “Ancak Cemal Süreya'nın ölümle ilgili bir sözünü de burada hatırlatmadan geçemem 'Her ölüm erken ölümdür' dizesinin anımsattığı duyguyla da Kamer Genç’i anmak isterim ki bu erken ölümü kendisine yakıştırmak istememiştim.
“Halkın adamı Genç Tekrar ”  DOĞDUĞU TOPRAKLARA TUNCELİ'YE TEKRAR DÖNÜYOR

Benimde gururla mensubu olduğum Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN Kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi ailesinin eşsiz üyelerinden biri olan Sayın Kamer Genç'i doğduğu topraklara, yani Tunceli'ye defnedeceğiz. O'nun yokluğunun yaratacağı eksikliği, kendisini yürekten bağlı hissettiği Cumhuriyetimizi daha da yücelterek gidereceğiz. Bu duygularla Sayın Kamer Genç'e Allah'tan rahmet; ailesine, tüm sevdiklerine, Tuncelililere ve Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm vatandaşlarına başsağlığı diliyorum Rahmetli Genç için küçük birde şiirle anmak isterim…"

 DEMOKRASİ VE HALK ADAMI GENÇ

TBMM Kürsüsünde bir adam göründü, siz onun ufak olduğuna bakmayın onun kocaman bir yüreği var heybetli mi heybetli adeta şahlanmış bir şahin gibi işte o kişi halkın adamı Kamer Genç. O ki aşmış Yüce dağları, yırmış tüm yalan dolan faturaları işte geliyor deli kanlı. İcraatlarıyla Kararlı ve esen sert rüzgârı kıskandırmış tüm yalancıları işte geliyor mert delikanlı.  

O ki inandığı Hakka boyun eğip, halkı için durmadan çalışan fırsat bulduğunda Anaları, babaları durmadan kucaklayıp selamlayan halkın adamı mert delikanlı  Zalimin karşısında, mağdurun yanında  yetimin sofrasında, öksüzün garibanın daim rüyasında kalpleri fetheden  merhameti simgeleyen  mazlumları şefkatle seven genç adam bak işte yine o geliyor o halkın adamı…. A.Berham ŞAHBUDAK… 22.01.2016

ÜLKEMDE “Kalleşçe işlenmiş Siyasi Katliamlar”

ÜLKEMDE “Kalleşçe işlenmiş Siyasi Katliamlar”?

Uğur Mumcu (22 Ağustos 1942, Kırşehir doğumlu araştırmacı aydın ve çağdaş Kemalist ATATÜRKÇÜ gazetecimizdi - 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın Patlaması sonucu kalleşçe suikasta kurban giderek yaşamını yitirmişti. Peki, ama Uğur Mumcu öldürüldükten sonra ölümüne savunduğu Cumhuriyette neler oldu?

Uğur Mumcu “Bunca katliamın, cinayetin, devlet içinde yuvalanmış karanlık güçlerce, sivil-asker bürokratlarca, dün olduğu gibi bugün de üstlerinin örtülmesi düşündürücü değil mi” ?... Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağı düştü, Behçet Cantürk, Savaş Buldanve daha pek çok Kürt işadamı ile avukat Medet Serhat, Hiram Abas, Cem Ersever,Yusuf Ekinci, Ahmet Taner Kışlalı katledildi, çok sayıda faili meçhul cinayet işlendi, kanlı Sivas katliamı ve Gazi Mahallesi olayları yaşandı.

Uğur öldürüldükten yedi yıl sonra yine 24 Ocak’ta yurtsever emniyet müdürü Gaffar Okkan, Diyarbakır’ın en kalabalık caddesinde korumalarıyla birlikte öldürülmedi mi? Uğur’a bombalı tuzak kurulmadan önce ise Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üç ok, Vedat Aydın, Musa Anter katledilmişti. Uğur Mumcu, alçakça katledilmeseydi, Abdi İpekçi olayında olduğu gibi bu faili meçhul cinayetlerin üzerine gitmez miydi?

Uğur Mumcu devlet içinde yapılanan silahlı güçler tarafından öldürüldüğüne inanıyorum. Uğur Mumcu, İslami Hareket ve Hizbullah’ın varlığından söz eden ilk gazeteciydi. Hemen ardından Hizbullah’ın “ölüm mangaları”  ortaya çıktı. 

1994 yılında hazırlanan TBMM Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu, nedense Meclis Genel Kurulu’na getirilmedi.

Türkiye’de yakın tarihi iyi okumak gerekir önce...  Kanlı 1 Mayıs’ları, Kahramanmaraş’ı, Çorum’u, İzmir İnciraltı katliamını, Sivas Madımak’ı, Gazi Mahallesi’ni... Doğan Öz, Ümit Kaftancıoğlu, Hamit Fendoğlu, Gün Sazak, İlhan Darendelioğlu,İlhan Erdost, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Vedat Aydın, Mehmet Sincar, Gaffar Okkan, Hrant Dink, Necip Hablemitoğlu cinayetlerini işleyen tetikçilerin kimler tarafından korunup kollandığını iyi anlamak gerekmez mi?

Kelle avcısı olduğunu söyleyen emekli Albay Arif Doğan’ın Silivri’de anlattıklarını iyi irdeleyip kavrarsak, bir sonuca ulaşabiliriz. Gerisi boş laf. Uğur Mumcu bir yurtseverdi. Irkçılığa, dinciliğe, mezhepçiliğe karşı çıkar, Aydınlanma Devrimi’ni savunurdu. 1980 öncesi, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde “ırkçı” yapılanmanın olduğunu, kimi subayların faşistlerle nasıl işbirliği yaptığını, el bombası ve silah sağladığını yazıp çizdi Uğur...
 
Bu ülkede çok aydın insanlarımız öldürüldü. Bunca katliamın, cinayetin, devlet içinde yuvalanmış karanlık güçlerce, sivil-asker bürokratlarca, dün olduğu gibi bugün de üstlerinin örtülmesi düşündürücü değil mi? Toplumsal Bellek  Platformu” karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalışıyor, faili meçhul  Cinayetlerin yaşanmaması ve yüreklerin bir daha yanmaması için Türk Milleti olarak artık dostu düşmanı tanımalıyız bu içimizde de ola bilir emperyalistlerden  hiç fark etmez”.

Kalleşçe katledilen  Kemalist ATATÜRKÇÜ aydınların ananlarının yüreklerinin acısı halen bir türlü dindirilememiş iken buğun amacı ve nedeni belirsiz bir şekilde  güneydoğu bölgemizde yüzlerce asker ve polisimizi ve sivil yurttaşlarımızı sözde terör denilerek sürekli hayatlarını kaybeden bu yurttaşlarımız neden öldürülmekte kim için kimler için bu acımasız katliamlar ülkemizi de dün olduğu gibi bin yıldır kardeşçe yan yana yaşayan bu halkları kim karşı karşıya getirdi de sürekli katliamlar yaşanmakta….

“Biz toplum olarak eksiğimiz kanımca tarhı yoksunuyuz okuma özürlü bir toplumuz çünkü biz kendi değer Yargılarımızı sorgulamadan ön yargılarla hareket eden birer bireylere dönüştük aksi düşünülüyorsa ülkemizde yaşanılan bunca kaos ve acılar niye”… Bugün Önder Mustafa Kemal ATARÜRK’Ü Tanımadan Kemalist Devrimleri ve CUMHURİYET değerleri anlaşılamazsa  Uğur Mumcu’yu da en az o kadar tanımak eserlerini kitaplarını okumak gerekmez mi niçin kalleşçe katledildi hangi ilke ve devrimleri savunuyordu da öldürüldü diye; CUMHURİYETİ ve Kemalist Devrimleri niçin bu kadar içselleştirerek her fırsatta Türk halkına anlatıyorduÇünkü bunun bir anlamı ve gerekçeleri olmalıydı!

 “Uğur Mumcu ve diğer aydınlarımız “Kemalizm’in ve Cumhuriyet Devrimlerinin temel prensiplerinin değerinin bilincinde oldukları için öldürülmüşlerdi altı ilkeyi siyasi düşüncesinin temeline oturtur ve bu temelin üzerine bütün ilerici, sol, sosyalist fikirlerden her biri özenle seçilmiş tuğlalar koyarak, halkı için en güzel evi inşa etmeye çalışırdı ”…

Uğur Mumcu, aydınlığa, her anlamda tam bağımsızlığa, ilericiliğe, gerçek demokrasiye, çağdaşlığa giden yolu yazdıklarıyla ortaya koymuştu… Kelimeleriyle, çalı çırpı kalabalığını süpürüp, doğru yolu açmıştır… Bu yoldan yürümekse Türkiye’nin ilerici gençlerinin vazifesidir…  Düşman edilmeye çalışılan fikirlerin arasında, bunları birleştiren köprüler ve yolların olduğunu hiçbir zaman unutmadan… Bazılarımız ise bunlara ‘ İkinci Cumhuriyetçi’ diyor; bense sadece ‘Doğan görünümlü Şahin’,sol görünümlü dönek demeyi tercih ediyorum…
Bu gün halen azda olsa, günümüz koşullarının yaratığı siyasal şartların bunca baskılar karşısında dik duran dönek olmayan, solcu ve Kemalist ATATÜRKÇÜ yurtsever devrimciler var bunların karşısında ise ben eskiden solcu ve ATATÜRKÇÜYDÜM diyen dönekler ise bugün 3-5- kuruş için karşı devrim hizmetinde hizmetkâr olanlar var işte ben bu dönekler için bugün solcun ve sosyalizmin ‘döneklerinden’  genç nesil arındırmak için iyi bir eğitim ve Kemalist Devrimleri öğrensinler diyorum…

Bugün Atatürk’e ve ilkelerine hiçbir tarihi bilgisi olmaksızın saldırmayı, 
‘devrimcilik’ sayan bu dönekler bir ‘sürü mantığı ile hareket eden  ’ bu güruh takımı Türkiye’de yaşıyor olduklarını unutarak kendilerine birde isim vererek bizler artık ‘İkinci Cumhuriyetçi’ diyorlar ; bense sadece  bu döneklere ‘Doğan görünümlü Şahin’, diyorum çünkü ideolojileri gelişmiş toplumlara göre şekillenen düşünceler cağımızın  koşullarına da uygun olmalıdır oysa bunlar gelişen toplumsal yapılar  değil karanlığa mahkûm edilmiş ideolojiler de ki gibi  hiçbir anlam ifade edemeyen sol görünümlü döneklerdirler…  

Artık alıştık... Seksen sonrası ortaya sol adına çıkan kimi sözde solcuların, kendi solcululukları sorgulanırken kıstası olarak Atatürk’e ve O’nun ilkelerine, eylemlerine saldırabilme düzeyini seçmiş olmasına; gerek yazılı, gerek görsel basında bu saldırıların hayâsızca yürütülmesine, artık alıştık… Bu kimselerin, kimlerle kol kola girebildiğine, kimlerle yan yana durabildiğine, ideallerini birleştirebildiğine de alıştık… Bazılarımız bunlara ‘İkinci Cumhuriyetçi’ diyor; bense sadece ‘Doğan görünümlü çakama serçe diyorum ’Sol görünümlü dönekler  demeyi de tercih ediyorum…

Ne yazık ki, bir de dönek olmayan, ama döneklerin ardı sıra solu, solculuğu, sosyalizmi ‘dönekçe’,‘döneklerden’  Öğrenmiş; bu kavramlara böylesine inanan gençlik… Atatürk’e ve ilkelerine hiçbir tarihi bilgisi olmaksızın saldırmayı, 
‘devrimcilik’ sayan bir ‘yığın’ var Türkiye’de hala hazırda o TV senin bu TV benim dolaşarak sol ve sosyalizm adına gençlerimizi zehirlemeye devam etmekte…

İşte, benim için Uğur 
Mumcu bu noktada bir değil, bin kat daha önem kazanıyor. O’nun kendi siyasi karakterinde, düşüncesinde yan yana getirdiği ve kökleri Mustafa Kemal ve Lenin’e kadar uzanan Kemalizm-Sosyalizm değerlendirmeleri; bugünün düşünce kirliliğine, cehalete teslim olmuş ortamında bir ‘panzehir’ işlevi görüyor.  Örneğin, yıllar önce Milliyet  Gazetesinde  Can Dündar’ın yeni sol seçenek için önerdiği isimler arasında ‘Murat Belge, Ahmet İnsel, Akın Birdal, Baskın Oran, Ömer Laçiner’ gibi isimleri görünce; ben, bir yandan solun kimlere teslim edildiğine üzülüp, sol adına ortaya sunulanların Atatürk’e ve fikirlerine dair nasıl sözler söylemiş olduklarını hatırlayıp; bir yandan da Uğur Mumcu’nun şu satırlarını anımsadım:  Kendisine devrimci diyen bir aydının Kemalizm’e karşı olması düşünülemez
Bu, olsa olsa günlük devrim kavgasından kaçan korkakların kendi kendilerine buldukları bir sığınaktır. Böylece, toplum içinde en ileri kendileri görünecekler ve fakat devrimci kavganın hiç bir atılımında bulunmayacaklar! Bunlar gizlenen bir sağcılık akımının içindedirler. Atatürk’e karşı Osmanlı hayranlığı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na karşı Çerkez Ethem taraftarlığının adı solculuk olamaz.  Hiçbir bilimin verisi, hapishane anılarıyla karıştırılmış bir muhayyilenin tarih olarak sunulmasını gerçek olarak niteleyemez.

Kemalist devrimin anlamına karşı çıkan bir devrimci, sadece bir bireycidir; toplumcu değildir, tarihçi değildir ve eylemsel anlamda devrimci de değildir. Sağcılığın en sinsi kesimi, kendilerini devrimci olarak tanıtıp Kemalizm’e saldıranlarca temsil edilmektedir. Türk halkının yaşama savaşına inananların yeri, işçilerle, köylülerle, devrimci gençlerle ve Kemalist aydınlarla yürütülen bağımsızlık savaşının cepheleridir. Artık meyhane devrimciliğinin modası geçmiştir!’

(Devrim, 3 Kasım 1970’ de Tüm Türk halklarının % 80’ni de içine aldığı Tam bağımsız T.C. DEVLETİ diyerek Ülkemiz sokaklarında yankılandığı gibi olmalı )

Uğur Mumcu, kendisine defalarca sorulmuş olan ‘sol anlayışını’ şu cümlelerle tanımlamıştır: ‘Benim sol anlayışım, ulusal sol diye özetlenebilir. Ulusal, insancıl ve çağdaş. Ekonomide planlı devletçi, siyasette çoğulcu batı demokrasisi, ideolojide kuvveyi milliye ruhu. Ve batı türü demokrasi, hukuk devleti ve çağdaş öğretiler. Sol bunun sentezidir. Siyasal görüşüm, bu ana çerçeve içindedir. Bu çerçeve içinde görüşlerimi ifade etmeye çalışıyorum.’ (Toplum ve İnsanlar, Sayı:4, Haziran 1983) Bir başka sefer ise aynı soruya kısaca şu yanıtı verir: ‘Antiemperyalist çıkış noktası. Kuva-i Milliye ruhu, çağdaş ve devrimci olmak. Atatürk ilkeleri ve laiklik. Demokratik sosyalizm.’

Yine Uğur Mumcunun bir söyleşisinde: ‘Ben Marksist-Leninist değilim. Marksistlere karşı da değilim. Ben, Batı tipi demokratik sosyalizmden yanayım. Batı’daki tüm hak ve özgürlüklerin ülkemde de olmasını istiyorum. Gerçek demokrasiyi savunan bir Kemalist’im ben.’ (Playboy, Mayıs 1987) der. Onun solculuğunda bir diğer kıstas da 27 Mayıs’tır: ‘Şimdi bugün denir ki, “27 Mayıs’ta cunta gelmiştir, DP’yi devirmiştir, bu temel hak ve hürriyetlere aykırıdır”… Geçiniz efendim’ (…)‘Biz sapına kadar Kemalist ve sapına kadar 27 Mayısçıyız. Atatürk’ü ve 27 Mayıs devrimini savunmak, devrimci aydının namus borcudur.

Atatürkçü ve 27 Mayısçı olmayan bir devrimciyle alışverişimiz yoktur.’ (Devrim, 3 Kasım 1970) Uğur Mumcu, siyasi düşüncesinin temeline Atatürkçü, Kemalist değerleri yerleştirmiş; öncelikle antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı bir karakterdir.

O’nu hem bağnaz Atatürkçülerden, hem de cahil sosyalistlerden ayıran en önemli nokta ise, Kemalizm ile sosyalizm arasındaki tarihi ve fikri bağı içselleştirmiş, bu bağ doğrultusunda düşüncesini şekillendirmiş olabilmesidir. Ve ne acı ki, Lenin ve Atatürk örnekleri tarihin sayfalarında en açık şekilde dururken; bu iki liderin, iki önderin farklı ideolojileri arasındaki ortak noktaları yakalayıp batı emperyalizmi ve kapitalizmine karşı verdikleri yan yana mücadele ortada dururken; Türkiye’de bunu görmüş, anlamış sayılı aydından biri ve en önde gelenidir Mumcu. 

Sosyalizm ve Kemalizm arasındaki ilişkiyi şu kusursuz anlatımla dile getirir: 
 
‘Sosyalizm ile Kemalizm, tarihsel gelişimleri ve kurup geliştirdikleri siyasal iktidar yapıları açısından, hiç şüphesiz ayrı ayrı kavramlardır. Ancak, bu iki kavramın birleştikleri bir nokta vardır. O nokta, her iki kavramın da antiemperyalist nitelikte oluşudur. Her iki kavrama bu açıdan bakarsanız, Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz ‘Çin Seddi’ yoktur. Tersine, her iki kavram, ayrı ayrı nehirlerden aynı yöne akan taşkın sular gibidir. Zaman zaman birleşen, zaman zaman ayrılıp, aynı yönde başka denizlere akan bu nehirleri, bu taşkın suları, birbirlerine birleştiren köprüler ve yollar da vardır.’ (Cumhuriyet, 23 Nisan 1980)

Ve Uğur Mumcu, Türk halkının pek de sık karşılaşmadığı bu tip değerlendirmeler sonucunda bazen anlaşılamaz. Örneğin 2 Ocak 1981’de Cumhuriyet’teki yazısında bir okurundan gelen öfkeli mektuptan bahseder. Okuru sormaktadır: ‘Sizin fraksiyonunuz ne?’ Bu sorunun cevabında da kimi açıklamaların ardından soldaki sınırlarını şöyle anlatır okuyucusuna Mumcu: ‘Solda iki sınır görüyoruz. Birinci sınır, ulusal bağımsızlıktır. ‘Dışarıdan gelen faşizm’ gibi, ‘dışarıdan gelen sosyalizm’e de şiddetle karşıyız.

 Bu nedenle, bir ülkenin, bir sosyalist ülke askerleri tarafından işgalini, sosyalizm adına, yüz kızartıcı bir olay sayar ve görüşlerimizi açıkça yazarız. Soldaki ikinci sınır, silahlı eylemlerdir. Solculuk adına başvurulan silahlı eylemleri yanlış, yanlış olduğu kadar, solculuğa, sosyalizme aykırı görürüz. Böyle gördüğümüz için, bu tür eylemler üzerine en ağır yazıları biz yazar, bu eylemcileri, tuttukları kanlı yoldan geri çevirmeye çalışırız. 

‘Fraksiyonunuz nedir?’ diye soran öfkeli okuyucuma bir temel inancımızı daha belirtmek isteriz. Biz, Kurtuluş Savaşı’na ve bu savaşın yüce komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e inançla bağlıyız. İlerici düşüncemizin odağına ‘Kemalist’ düşüncenin kutsal bağımsızlık harcını koyarız. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı benimsememiş düşünce ve akımlarla hiç ama hiç bağdaşmayız. 

Bu düşünce yapısı içinde, emekçi sınıf ve tabakaların yasal yollar ve barışçı yöntemlerle siyasal sürece katılmalarını, sendika ve siyasal parti olarak örgütlenmelerini savunuyoruz. Bunu yaparken de her türlü yolsuzluğu, bu yolsuzlukların siyasal bağlantılarını sergilemeye çalışırız. ‘Kara paracılar’ adı verilen ‘illegal zenginler’ ile kavga vermeyi, ‘bu illegal zenginlerin oluşturduğu sınıfsal tabaka ile kapışmayı ilk görev sayarız. İşte, öfkeli ve sevgili okuyucum, fraksiyonumuz budur. Beğenirsen beğenirsin, beğenmezsen beğenmezsin, ne yapalım? Biz buyuz!...’
 (Cumhuriyet, 2 Ocak 1981) İşte, Uğur Mumcu budur!...

Bugünün gençleri şüphesiz böylesi bir fikre yabancıdır ve Uğur Mumcu bugün olsa, belki biz de öfkeli okuru gibi sorardık, ‘Sizin fraksiyonunuz ne diye ?!’… Çünkü biz, Atatürkçüyüz diye diye faşizmi özendirenleri, gerici darbelerini meşrulaştırmaya çalışanları, ırkçılık yapanları, az olanın hakkına göz dikenleri; Atatürkçüyüm diye diye muhafazakarlığı yüceltenleri, ulusalcıyım diyip Türk-İslam sentezcisi çeteler kuranları bilen bir nesiliz. Biz, kanal kanal gezip, sol adına, sosyalizm adına, etnik milliyetçiliğin, liberal demokrasinin arkasına saklanıp Kemalizm’e söven adamların solcu diye takdim edildiği bir ülkenin genç nesliyiz… 

Sol Kemalizm’le hesaplaşmalıdır çünkü Kemalizm Türk egemen sınıfının ideolojisidir ’diyen de bizim gözümüzün önündedir ve solculuğuyla yüceltilmektedir,  ‘Şoven Atatürk milliyetçiliği Kürtleri katletti’ diyen de… ‘Atatürk hep Türk iye’li derdi, sonradan Türk’e döndü, Türklük bugün artık bölücü kavramdır’ diyene sol adına şapka çıkarılır ‘Neden’siz romantiklerimiz tarafından… Kemalist devrimciler ‘Kemalist burjuvalardır; Atatürk, ‘Burjuva Paşası’

Kurtuluş Savaşı’nın zafer kazanan ilk antiemperyalist savaş olduğunu söyledikçe, deliklerinden çıkıp, ‘burjuvazi önderliğindeki kurtuluş savaşının güdük anti-emperyalist yanını abartmanın ideolojik bir hastalık’ olduğunu buyururlar… Kemalizm, tepeden inmeci bir rejimdir, onun laiklik ilkesi de demokrasi ve özgürlüklere aykırıdır vs… vs…

Atatürkçüyüm diyerek geçinenlerin birçoğunun Atatürkçülükle uzaktan yakından ilgisinin olmadığı gibi, solcu olduğunu iddia edenlerin Kemalizm’e saldırmak dışında vasıflarının olmadığı bir ülke sadece bizim ülke İşte bu durumda ve böylesi safsatayla doldurulurken zihinlerimiz, Uğur Mumcu ve onun ölümsüz fikirleri, gerçeğin limanından savrulmamızı engelleyen kopmaz bir halattır adeta Ve inadına tekrarlar, inadına tekrarlar: 

‘Kemalizm ile sosyalizm arasında aşılmaz ‘Çin Seddi’ yoktur. Tersine, her iki kavram, ayrı ayrı nehirlerden aynı yöne akan taşkın sular gibidir. Zaman zaman birleşen, zaman zaman ayrılıp, aynı yönde başka denizlere akan bu nehirleri, bu taşkın suları, birbirlerine birleştiren köprüler ve yollar da vardır.’

Uğur Mumcu’ya kulak vermek her Türk genci için gereklidir… Çünkü her Türk gencinin ondan öğreneceği çok şey vardır… Eğer onu okursanız, ne Kemalizm, Atatürkçülük diye CHP peşinde gidersiniz, ne ‘Sağcıysan MHP’ye solcuysan CHP’ye oy ver’ gibi mantıksız sloganların yanılgısına kapılırsınız, ne de yeni sol seçenek, sosyalist çıkış gibi laflarla maskeli ikinci cumhuriyetçilere teslim edersiniz zihinlerinizi… 

Ama en önemlisi, bilirsiniz ki gerçek solcunun ayakları kendi toprağına basar, gerçek solcu ülkesine bağımsızlığını, aydınlığını kazandırmış fikri kimse karşısında savunmasız bırakmaz… Kemalizm’in temel prensiplerinin değerinin bilincinde olur, altı ilkeyi siyasi düşüncesinin temeline oturtur ve bu temelin üzerine bütün ilerici, sol, sosyalist fikirlerden her biri özenle seçilmiş tuğlalar koyarak, halkı için o en güzel evi inşa etmeye çalışır… 

Uğur Mumcu, aydınlığa, her anlamda tam bağımsızlığa, ilericiliğe, gerçek demokrasiye, çağdaşlığa giden yolu yazdıklarıyla ortaya koymuştur… Kelimeleriyle, çalı çırpı kalabalığını süpürüp, doğru yolu açmıştır… Bu yoldan yürümekse Türkiye’nin ilerici gençlerinin vazifesidir… Düşman edilmeye çalışılan fikirlerin arasında, bunları birleştiren köprüler ve yolların olduğunu hiçbir zaman unutmadan… A.Berham ŞAHBUDAK… 24.01.2016

                                                                                                                                                                  DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ                                                                                                                                                                                              PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...