31 Mayıs 2020 Pazar

97 YILLIK CUMHURİYETTE BİTMEYEN SORUN ALEVİ SORUNLARIDIR!

97 YILLIK CUMHURİYETTE BİTMEYEN SORUN ALEVİ SORUNLARIDIR!

ALEVİ SORUNU! Yaşadıkları 21;yy bilgi çağında da devam ediyor!
Bu sorun ölümüne müdafaa ettikleri Atatürk'ün kurduğu Laik ve Sosyal Hukuk devleti olan bu Cumhuriyette bitmeyen sorunlar oklarda devam eden en büyük sorunların başında geliyor! 

Bilindiği üzere Alevi toplumu aydın ve çağdaş yaşamıyla her çağda olduğu gibi günümüz cağı olan 21;yy bilgi çağında da dikkatleri üzerinde toplamayı başarmış yurttaşlardır”.

 Atatürk'e ve cumhuriyete olan bağlılıkları cumhuriyet kazanımlarını müdafaa ve Atatürk devrimlerini koruyup kollamak adına da ülkemizde gerici yobaz ırkçıların dikkat çeken Aleviler yaşamlarıyla toplumsal barış talepleriyle de bilinçli yurttaşlar olarak da gerçi cihatçı faşist güruhların gündeminden hiç düşmedi"...

Alevilerin yaşadıkları sorunların temel kaynağı insan hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması Adaletsizlik ve hukuk eşitsizliğinin yanı sıra "Emevi İslam’ın kuşattığı toplumsal gericiliğin ve çürümüşlüğün din olarak Alevilere İslam dini budur diyerek dayatmalarıdır"...

Oysa Bin 500 yıldır bu coğrafyada ve Türk halkı nezdinde İslam dininin bir Emevi İslam dini olduğudur…!
Emevi İslam anlayışının gerici katliamcı faşist bir din anlayışının olduğunu biliyor” Gerçek İslam’ın” Peygamber” dönemine ait İslam dini olduğunu Emevi İslam anlayışının bir sapkınlığın ifade ettiği bir sucu gizleme aracı haline dönüştüğü bununda Aleviler nezdinde asla bir din olmadığını her fırsatta yüksek sesle dillendiriyor olmalarıdır.

Cumhuriyetin tek başına Emevi İslam’a biat etmiş gericilerin yobazların cihatçı faşistlerin tek başlarına kendilerinin ait olmadığı bu cumhuriyette yaşayan gerici yobazların bilmesi ve cumhuriyete T.C. Devletinin oluşturan Din, Irk Mezhep, Renk ayrımı yapmaksızın tüm Türk Halkına ait olduğunu unutmamaların hatırlatmak gerek… “21;yy bilgi cağında da Alevi sorunları ne yazık ki devam ediyor ele geçirilmiş Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan bu Cumhuriyete ”Emevi İslam tacirlerince Aleviler üzerinde baskı ve ırkçı faşist tutumlar Cumhuriyeti kurumlarında da devam ediyor…

Kamusal alanlarda devlet istihdamında devlet yönetiminde! Alevi yurttaşlar kuşkusuz ki Adnan Menderes dönemi dâhil 2020 yılına kadarki gecen 70 yıllık bu sürede istihdam edilmediği devlet yönetiminde yer verilmediği bir başka gerçek… Yetişmiş aydın ve çağdaş yurttaş olmaktan uzak sadece belli bir mezhebe indirgenerek cihatçı yaklaşımlarla devletin her kademesinde söz sahibi olan bu zihniyet karşısında da #Alevi sorunları şiddetle devam ediyor"..

Aleviler” Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak yaygınlaşan kırdan göçle kentlere akan Aleviler, 1960’lı yıllarda varlıklarını yüz yıllardan sonra şehirlerde hissettirmeye başladılar”. 

Cumhuriyette Celal Bayer’den sonra ki Cumhurbaşkanı olan dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel nezdinde girişimde bulunarak ilk defa Hacı Bektaşi Veli dergahının yeniden açılmasını sağlayan Alevi aydınları, aynı yıllarda Türkiye Birlik Partisi ‘olan (TBP) kurdular. TBP ilk dönem belli bir beklenti yaratmış, Alevi nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerde yüksek oy almayı başarabilmiştir.

 “Ancak CHP çizgisine yakın bir programla ortaya çıkan (TBP)  bu parti, programıyla da giderek zayıflamış, ardından ise 1978'de kendini feshederek CHP’ye iltihak etmişti”. “60’lı yıllardan sonra Aleviler Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) de geniş destek sunan aydın emekçiler, özellikle de genç kesimleri, ‘71 Devrimci Hareketi’nde olduğu kadar 1970'li yıllara yayılan devrimci dalgada da önemli bir rol oynamışlardır”.
Alevi aydın ve yurt sever emekçiler “aynı zamanda ülkemizde devrimci hareketin verimli ve belirleyiciliği olarak ’da doğal tabanı ve yöneticisi olan ilerici aydınlanmanın ve sanayileşmenin “ Atatürk’ten sonra “ ilk meşalenin fitillerini ateşleyen öne çıkmış yiğit devrimcilerdi Sermayeyi ve Devleti yöneten, faşist ırkçı tetikçileri kullanılarak ülkemizde ne kadar ilerici Atatürkçü Alevi aydınlar varsa provokasyonlarla Alevi katliamlarına başvurmuş ve yüzlerce Alevi ve aydın katledilmişti.  12 Eylül Faşist cuntasının hazırlık sürecinde Maraş, Çorum, Malatya, Yozgat gibi kentlerde Alevi katliamları gerçekleştirilmiş, Antakya'da ise Alevi emekçilerle kaynaşan devrimcilerin hazırlıklı olmaları sayesinde, “Maraş senaryosu ”başarısızlığa uğratılmıştır!.
12 Eylül 1980'de Amerikancı askeri darbe ile başa geçen faşist cuntanın hedefinde de yine Alevi aydın Atatürkçü yurt sever ilerici devrimci hareket ile sınıf hareketinin içinde olan Alevi emekçileri vardı.
 Sınıf hareketinin dinamikleri ile devrimci hareketi faşist zorbalıkla ezen faşist cunta, Devlette barındırdığı İslami Faşistleri ve gerici cihatçı güruhları polis ve asker olarak kullanarak da Alevi köylerine cami inşa yapmak için yoğun baskılar kurdular cami olmayan Alevi köylerine imam atayarak, Alevi emekçiler üzerindeki zulmü ve baskıları daha da doruğa çıkararak Devlet dairelerinde ne kadar Alevi yurttaş varsa fişleyerek onları işlerinden ettiler” Kısaca Aleviler bugün 12 Eylülün üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen devlet dairelerinde istihdam edilmeyen aydın Atatürkçü çağdaş yurttaş topluluğunu oluşturur!
1991'den itibaren devletin gündeme getirdiği kirli savaşın öncelikli hedefi Kürt hareketi/halkı olsa da, devrimciler ile Alevi emekçiler de bu kıyım politikasının hedefindeydi. ‘93'te Sivas, ‘95'te Gazi katliamlarıyla Alevi emekçilere saldıran kontrgerilla, devletin resmi politikasını icra ediyordu.
Bu kirli ve kanlı mirası devralan dinci-gerici AKP iktidarı döneminde ise mezhepçilik tavan yaptı. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere gericiliğin şefleri açıkça Alevilik şahsında Alevi emekçilere kin kusmaya başladılar. IŞİD zihniyetinin versiyonlarından biri olan AKP, iliklerine kadar tarikatçı/mezhepçi politikalar izleyerek, Alevi sorununu daha da boyutlandırdı. Suriye’deki yıkıcı savaşı kışkırtan, ilk günden beri dinci çeteleri destekleyen bu iktidar, mezhepçiliği açık ve resmi devlet politikası haline getirdi.
Dinci iktidarın mezhepçilikten sınır tanımayan ilkel saldırganlığı, bölgedeki gelişmelerle de pekiştirildi. Özellikle Suriye'de dinci çeteleri iktidara taşımak için her türden kirli yola başvuran AKP iktidarı, bu konuda yaşadığı utanç verici hezimetin de etkisiyle, gelinen yerde mezhepçilikten ipin ucunu iyice kaçırmış durumda.
Dinci iktidarın emperyalizmin hizmetinde Suudi krallığı ve Körfez şeyhlikleriyle birlikte izlediği Ortadoğu ve Suriye politikaları, kitlesel cinayet şebekesi IŞİD’i bölge halklarının başına bela etti. Özellikle Arap Alevileri vahşi bir şekilde kıyımdan geçiren cihatçı çetelerin Hatay sınırlarına dayanması, iç politikada zaten ilkel mezhepçi bir konumda bulunan AKP iktidarının bu çetelere ölçüsüz desteği, Alevi emekçilerin mezhepsel ayrımcılığa karşı tepki ve duyarlılıklarını daha da büyüttü.
Emperyalistler ile işbirlikçilerinin bölgesel çapta yarattıkları mezhepsel kutuplaşma, AKP iktidarı eliyle pervasız bir biçimde işçi sınıfı ve emekçilerin saflarına da taşınıyor. Bu sorun yeni olmamakla birlikte mevcut dinci iktidar döneminde tehlikeli bir noktaya varmış bulunmaktadır. Din istismarından sadece siyasal iktidar değil fakat devasa boyutlarda ekonomik rantlar da devşiren AKP, işçi ve emekçileri mezhepsel temelde parçalayıp birbirine düşmanlaştırma politikasında fütursuzca davranıyor.
İşçi sınıfı ile emekçiler arasında etkili olan gerici ön yargıların aşılması, ancak devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesi ölçüsünde mümkün olacaktır. Buna karşı gerici ön yargılara karşı sürekli ve etkili bir gündelik mücadele, verili koşullarda çok özel bir önem taşımaktadır.
Bu noktada mezhepsel ayrımcılığı mahkum eden, bunun gerisindeki sınıfsal mantığı ortaya koyan, dinci iktidarın ve emperyalizmin kirli oyunların teşhir eden, Alevi emekçilerin maruz kaldıkları baskı ve ayrımcılığa kararlılıkla karşı duran, işçilerin birliği halkların kardeşliğine döne döne vurgu yapan taktik-politik hat, devrimci sınıf mücadelesini geliştirme çabasının temel gündemleri arasında yer almalıdır.
 ALEVİLERİ ASİMİLE ETME ÇABALARI! Alevileri “ Emevi İslam anlayışı doğrultusunda asimile edip kendi kirli düzenlerine bağlama çabaları son 60 yıldır her alanda sürüyor”…
Alevi emekçileri asimile edip burjuva düzene bağlama çabaları, 12 Eylül faşist cuntasının Alevi köylere cami yaptırma furyası ile belirgin bir hal almıştı. Cunta koşullarında işbaşına gelen dönemin ANAP hükümetinin Hacı Bektaşi Veli’yi “Türk büyüğü”, “Müslüman tarihi kişilik” diye ilan edilmesiyle yeni bir boyuta taşındı. Hacıbektaş ilçesinde devlet güdümlü şenlikler düzenlenmesi, hükümet temsilcilerinin bu şenliklerde boy göstermesiyle, yüzyıllardan beri Alevileri katleden gerici rejim, tutum değişikliği izlenimi yaratmaya çalıştı.
Oysa Hacıbektaş şenliklerine bakan düzeyinde gerçekleşen ilk katılımdan (1989) dört yıl sonra, yakın tarihimizin vahşi kıyımlarından biri olan Sivas Katliamı gerçekleştirildi. Şeriatçıları tetikçi olarak kullanan devlet, böylece Yavuz Sultan Selim çizgisini 20. yüzyıla taşıdığını göstermiş oldu.
Sermaye devleti 1995’te Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirdiği kirli provokasyonuyla katliamcı lığını bir kez daha sergiledi. Sivas’ta şeriatçıları maşa olarak kullanmıştı, Gazi’de kontrgerilla tetikçilerini kullandı. Bu katliamlarla, Alevi emekçiler şahsında, aynı zamanda ilerici değerler ile devrimci kazanımlar hedef alınmış oldu.
AKP’nin işbaşına gelmesi ve giderek iktidarı ele geçirmesi, Sivas kıyımını gerçekleştiren zihniyetin dolaysız biçimde iktidar olması demekti. Alevileri hedefleyen faşist politikaların en rezil icraatçıları olan ve iliklerine kadar mezhepçiliğe batmış bulunan başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP önde gelenleri, ihtiyaç duydukları her durumda ve özellikle de seçim süreçlerinde, mezhepçi söylemleriyle kin kustular.
Bu zihniyet, tarihinin en pervasız dönemine ulaşmış durumda. Zorunlu din dersi saatlerinin arttırılması, dinci propagandanın anaokullarında başlatılması, çok sayıda okulun zorbalıkla imam hatip yapılması, tüm topluma “Sünni İslam’ı” zorla dayatması vb. vb…
Doğası gereği mezhepçi olan dinci gericilik, devşirdiği bazı dönek Alevileri de kullanarak, 2009’da Alevileri “havuç-sopa” politikasıyla ehlileştirme hamlesini başlattı. “Kürt açılımı”, “Roman açılımı” derken bir de “Alevi açılımı” gündeme getirdi. Birer aldatmaca-dan başka bir anlam ifade etmeyen bu “açılım zinciri”, doğal olarak herhangi bir sonuç yaratamadı.
Alevi sağından işbirlikçileri de yanına alan AKP, halen Aleviler üzerine yeni oyunlar oynamaya çalışıyor. Ancak bu türden girişimler artık ters tepiyor. Zira dinci gerici iktidar Alevi emekçiler nezdinde iyice teşhir olmuş durumda. AKP’nin Suriye’de IŞİD’e ve öteki cihatçı çetelere tam destek vermesi, bu durumu özellikle pekiştirmiştir.
ALEVİ HAREKETİNDE SINIFSAL BÖLÜNME!  
Sivas olayların dan sonra “son 25 yılda hem yurt dışında hem ülkede kurulan çok sayıda dernek, vakıf, kültür kurumu ve federasyonlar Alevi kimliğini temel alıyor.  Bu kurumların söyleminde Alevi kimliği ortak bir nokta oluştursa da, temeli sınıfsal olan farklı eğilim ve pratik tutumlarla birbirinden ayrılmaktadırlar” Temel sorun AKP ve Benzeri yapıların bazı Aleviler çıkar ilişkisi kullanılarak devşirdiği bazı Alevileri bir araya getirerek onlara 10’ila 15-  kişilik dernekler kurdurarak!
Gerçek Alevi örgütlülüğü içine sızmaları sağlamış emek örgütlülüğü için nefret tohumları ekerek Alevi aydınlanmasını engelleme girişimleri olmuştur… Genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse, Alevi hareketinde üç farklı çizgi olduğunu söylemek mümkün. Kurumları da farklı olan bu eğilimlerin en sağcısı, dinci gericiliğin temsilcisi olan AKP ve devletle işbirliği yapacak denli gerici bir konumdadır. İkinci eğilimi, CHP ve “ulusal Sol’a yakın bir çizgide bulunanlar temsil etmektedir.
Üçüncü eğilim ise, aralarında devrimci hareketin eski kadrolarının da bulunduğu, kendini sosyalist olarak gören ilerici kesimlerden oluşmaktadır. İlk iki eğilim düzenle uyumlu bir çizgide bulunmakta, genel bir ifadeyle Alevi burjuvazisinin konum ve tutumlarını yansıtmaktadırlar. Elbette bunlar emekçilerin belli bir kesimini de etkiliyorlar. Özellikle CHP çizgisine yakın duran kesim, sol/laik söylem kullanarak, düzenden hiçbir çıkarı olmayan Alevi emekçilerin azımsanmayacak bir kesimini etkileyebiliyor. Dinci gericiliğin mezhepçilikte sınır tanımayan pervasızlığı ise, işe yaramadığı bilinse de, “kötünün iyisi” diye CHP’ye verilen desteğin devamını sağlamaktadır.
Sol/sosyalist bir söylemle hareket eden üçüncü eğilim ise, fiilen reformist solun Alevi kurumlarındaki izdüşümü sayılabilir. Kimi zaman devrimcilere kapılarını kapatacak düzeye inen bu kesim, reformist sola paralel biçimde düzenle açık çatışmadan uzak durmaktadır.
Alevi hareketindeki bu farklılaşmanın temelinde son tahlilde sınıfsal konum farklılıkları vardır. Mezhep ayrımcılığının etki ve sonuçları tüm Alevi toplumun kesiyor olsa bile, bunun oluşturduğu sorunun anlamına, kapsamına ve çözümüne yaklaşım, sınıfsal konum, çıkar ve özlemlere göre farklılaşmaktadır. Dolayısıyla mevcut parçalanmışlık kaçınılmazdır ve olumlu bir gelişmenin ifadesidir. Söz konusu ayrışmayı sınıfsal zeminlerde derinleştirmek, sağcı ya da ulusal sol çizgideki burjuva akımların Alevi işçi ve emekçileri üzerindeki etkisini kırmak önemli bir ihtiyaçtır.
 DİNCİLİĞİN YAYILMASI VE ALEVİ KİMLİĞİNİN ÖNE ÇIKMASI! Alevi işçi-emekçiler ‘60’lı-70’li yıllarda sol/sosyalist harekete katılarak, varlıklarını hissettirmeye başladılar. Hem TİP’e oy desteği sağlayan, hem de (özellikle gençlik kesimiyle) devrimci harekete katılan Alevi emekçiler, sınıf hareketinin güçlü olduğu, toplumsal muhalefetin kitleselleştiği dönemlerde, mezhepsel ezilmişlikten kaynaklanan sorunlarla sınırlı bir konum ve tutumu öne çıkarmaya eğilim duymadılar.
Bu anlaşılır bir davranıştı. Zira devrim mücadelesi, tüm toplumsal ve siyasal sorunlar gibi, demokratik bir mücadele olan mezhepsel ayrımcılık ve baskıya karşı mücadeleyi de içeren ve aşan bir mücadeledir. Kapsayıcı ve birleştiricidir. Dolayısıyla genel devrim mücadelesinin güçlü olduğu bir dönemde, emekçiler için salt mezhepsel ezilmişlikle sınırlı bir mücadele
kaçınılmaz olarak önemsizleşir ve geri plana düşer. 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte genel toplumsal muhalefete ve devrimci harekete acımasızca saldıran faşist cunta, buna paralel olarak planlı biçimde dinci gericiliğin önünü açtı. Bu arada Alevilere karşı da zorla asimile etme politikası izledi. Bu dizginsiz gericilik süreci, ‘90’lı yılların başından itibaren dinci gerici akımın belirgin bir şekilde güç kazanmasıyla sonuçlandı.
Aynı dönemde, Sovyetler Birliğindeki çöküşün ve dünya ölçüsünde devrim mücadelelerinin dibe vurmasının da sağladığı iklimde dincilik, Orta-doğu başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında güçlenmeye başladı.  “Sosyalizme saldırının yoğunlaştığı bu koyu gericilik döneminde, milliyetçilik ve dincilik emekçilerin bir kısmını da anaforuna alarak alabildiğine güçlendi”. Güçlenen egemen din ve mezhepler olduğu için, etnik, dinsel, mezhepsel baskı ve ayrımcılıklar da arttı.
Bu da doğal olarak karşı bir tepki ve direnç yarattı. Bu koşularda, Alevi hareketinin güçlenmesi, mezhepsel kimliğe yönelimin yaygınlık kazanması anlaşılır bir durumdur. Devrim mücadelesinin güçlü olduğu dönemde mezhepsel kimliği geri plana itenlerin, rüzgarın gericilikten yana estiği ve devrimci alternatifin alabildiğine zayıfladığı bir dönemde, alt kimlik ekseninde birleşip, baskı ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeleri şaşırtıcı değildir.
Bu mücadele haklı, meşru ve ilericidir. Bununla birlikte gücünün sınırları vardır. Sınıfsal heterojenlik ve buna bağlı olarak hareket içinde burjuva katmanların gücü ve etkisi, beraberinde düzen sınırlarına hapsolmayı getirmektedir.
Bu durumun nesnelliğini ve geçiciliğini anlamak, buna uygun taktik politikalar saptamak gerekir. Mezhepsel baskı ve ayrımcılığa karşı Alevi emekçilerin mücadelesinin desteklemesi, ama gerçek çözümün, ancak her tür baskı ve ayrımcılığın kaynağı olan kapitalizmin yıkılmasıyla mümkün olacağının vurgulanması, işçi ve emekçi Alevilerin devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılması temel önemdedir.
Zira baskı ve ayrımcılığa karşı tepki, mezhepsel alana sıkıştığında devrimci hareketi negatif yönde etkiler. Oysa bu tepkinin ayrımcılığa karşı mücadele sınırında kalmaması, bu ayrımcılığın kaynağı olan düzene karşı mücadeleye, yani devrim ve sosyalizm mücadelesine kanalize edilmesi, devrimci hareket için önemli bir avantaj olacaktır. Şu veya bu düzeyde devrimciliğini koruyabilen geleneksel akımların bile rahatsız edici ölçüde “Alevicilik” çizgisine kaymaları açık olgusu karşısında, bu sorumluluk esas olarak devrimci sınıf partisine düşmektedir.
 PEKİ, ALEVİLİK SALT BİR MEZHEP Mİ? Dinler ve mezhepler konusundaki ilkesel Marksist tutum açıktır. Nitekim EKİM III. Genel Konferansı’nın (Mart 1995) konuya ilişkin değerlendirmesinde de ilkesel bir çerçeve isabetle çizilmiş, taktik tutum ve görevler de buna göre saptanmıştır.
Alevilik sorununun güncel ve tarihsel arka planına bakıldığında, olgunun dinsel bir alt kimlik olan mezhepten öte olduğu görülüyor. Tarihsel arka planda, merkezi otoriteye/egemen sınıflara karşı isyanların Alevilik görünümünde ortaya çıkması ve bunun yüzyıllara yayılması, dini inanca felsefi boyutlar katmış, döneminin ilerisinde olan belli değerlerin benimsenip yaşatılmasını olanaklı kılmıştır.
Feodal sömürüye mezhepsel baskının eklendiği göz önüne alındığında, sosyal sorunlardan kaynaklı olan halk isyanlarının mezhepsel kimlikle ifade edilmesi o çağda kaçınılmazdı. Dolayısıyla o isyanların ve sözlü edebiyat üzerinde yarattıkları etkinin yaygınlaşması, bunun kuşaktan kuşağa yeniden üretilerek 21. yüzyıla kadar taşınması, Alevilik olgusuna sosyal/kültürel bir boyut kazandırmıştır.
Elbette ‘60’lı-70’li yıllarda, gençliği başta olmak üzere Alevi işçi-emekçilerin devrim ve sosyalizm mücadelesine yoğun bir şekilde katılmaları, esas olarak sınıfsal bir tutumun dışavurumu olmuştur. Ancak bilindiği üzere baskı ve sömürüye maruz kalan işçi emekçiler Alevilerden ibaret değildir. Buna rağmen devrim ve sosyalizm mücadelesine yönelim, Alevi emekçileriyle kıyaslanmayacak düzeyde kalmış ve bu durum halen devam ediyor.
Devrime/sosyalizme bu yönelimin temel nedenlerinden biri, Aleviliğin “mezhepten öte” sosyal/kültürel/felsefi boyutlar taşımasından kaynaklanıyor. Bu olgunun gözden kaçırılmaması, Alevi işçi ve emekçilerin yeniden devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılması açısından önem taşıyor.
Kapitalizmin egemen olduğu koşullarda Aleviliğin ilerici/insancıl değerleri, doğal olarak kendini üretmekte zorlanıyor. Zira 'insan-insan' ilişkileri yerine 'meta-meta' ilişkilerini egemen kılan kapitalizm, ilerici/insani olan her şeye düşmandır. Aleviliğin belli tarihsel koşullarda yaratılan ilerici/insani değerlerini daha üst düzeyde içermek ve daha da ileriye taşımak ancak devrim ve sosyalizm mücadelesinin gelişmesi ve zafere ulaşmasıyla mümkündür.
Alevilik değerleri arasında yer alan “kadın-erkek eşitliği, dayanışma, paylaşım, ırkçı-mezhepçi zihniyetin reddi (72 millete bir nazarla bakmak)” gibi değerleri geliştirmek, öte yandan ise baskı, sömürü, eşitsizlik, ayrımcılık gibi musibetleri ortadan kaldırmak için, bu sorunların kaynağı olan kapitalizmle hesaplaşmak zorunludur. Kronik yapısal krizler döneminde bulunan kapitalist sistem, demokratik hakları geliştirmek bir yana, on yılların mücadeleleriyle kazanılan hakları da gasp etmek için saldırıyor. Mezhepsel baskılar dahil, demokratik sorunları daha da ağırlaştırıyor.
Gelinen yerde faşist baskıların artması, polis devletinin tahkim edilmesi, mezhepsel baskıyı da derinleştiriyor. Sünni bir tarikat zihniyetini temsil eden dinci-gerici iktidar hem mezhepçiliği körüklüyor, hem sıradan demokratik hakların kullanılmasına bile tahammül edemiyor. Bu koşullarda Alevi işçi ve emekçilerinin sınıfsal/mezhepsel baskıya karşı etkili bir mücadele yürütebilmeleri, her tür kötülüğün kaynağı ve yeniden üreticisi olan kapitalizme karşı meşru-militan mücadele saflarına katılmalarıyla mümkündür. Ali Berham ŞAHBUDAK….


18 Mayıs 2020 Pazartesi

19 MAYIS 1919 TARİHİNİN ANLAMI VE ÖNEMİ.


19 MAYIS 1919 TARİHİNİN ANLAMI VE ÖNEMİ.

#EY YÜKSELEN YENİ #NESİL, GELECEK SİZİNDİR...
#Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. #Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek #sizsiniz"... #Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak #Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payda kalacaktır. ..

"Atatürk, “Bağımsızlık benim özyapımdır (karakterimdir)” der" Bağımsızlık, bir milletin veya bir devletin, kendi vatandaşları veya nüfusu tarafından özgürce yönetilebilmesidir. Yani egemenlik haklarının başkasının elinde olmamasıdır.

19 Mayıs 1919 tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki dönüm noktalarından biridir. Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı tarih olan 19 Mayıs aynı zamanda “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaktadırAtatürk Millî Mücadele sıralarında Türk milletini ileri götürecek olanların ve köhnemiş fikirlere karşı gelecek olanların genç fikirler olduğunu görmüştü. Bu nedenle de “gençlik” kavramı Atatürk için ayrı bir önem taşımaktadır. 

Atatürk gençlerden sık sık bahsederken, yaş sınırı dışında fikri olarak gençliği yani, fikirde yeniliği ifade etmiştir. O’nun şu sözü çok anlamlıdır: “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.”
Atatürk’ün gençliğe armağan ettiği ve “Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutlanan 19 Mayıs tarihinin önemini daha iyi anlayabilmek için Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirdiği İstanbul-Samsun yolculuğunu bir kez daha hatırlamamız gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki önemli olaylardan biri Atatürk’ün Samsun’a ayak basışıdırTürk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken büyük bir lider Mustafa Kemal Atatürk ortaya çıktı ve Samsun’a ayak basarak “Kurtuluş” yolunu açtı

Dolayısıyla Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919 İstanbul’dan başlayan yolculuğu bir kurtuluş dönemini simgeler. Samsun’a ayak basışının taşıdığı önem Atatürk’ün Büyük Nutku ’nu 19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkışı ile başlatmasından anlaşılmaktadır ki şimdi bu yolculuğu kısaca anlatmaya çalışalım.

Samsun işgal kuvvetleri için önemli noktalardan biriydi. Stratejik bakımdan büyük öneme sahipti ve Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılan en rahat ve güvenilir bir kapıydı. İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askerî birlik çıkarmışlardı. Buna tepki olarak Türk Makineli Tüfek birliğinden Hamdi adındaki bir teğmenin askerlerini alarak dağa çıkması dikkatleri bu bölgeye çekti ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nin de Türk halkının silahlandığı konusundaki şikayetleri üzerine bu bölgeye güvenilir bir kumandanın olağanüstü yetkilerle gönderilmesine karar verildi. Bu kumandan Mustafa Kemal Atatürk’tü ve Atatürk uzun zamandan beri ülkenin içinde bulunduğu bu umutsuz duruma üzülüyor ve bir şeyler yapmak için Anadolu’ya geçmek istiyordu.

Bu O’nun için bulunmaz fırsattır. İstanbul-Samsun yolculuğu öncesinde Atatürk’le Padişah Vahdettin arasında geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatır: “Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır)! Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir...Paşa, Paşa...Devleti kurtarabilirsin!...

Bu sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle içtenlikle mi konuşuyor?...O Vahdettin ki... Bütün yaptıklarından pişman mı olmuştur? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir yorum ile başka konulara girişmeyi ürkütücü saydım, kendine karşılık verdim: Kişiliğe güveninize ve bana bunca yüz verişinize teşekkür ederim... Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz...” Atatürk bu konuşmada plânlarının sezilmiş olabileceği duygusuna kapılmıştı ama O’nu bekleyen ve O’na güvenen bir “Türk Milleti” vardı.

Atatürk ile beraber 16 Mayıs 1919 Cuma günü başlayacak yolculuğa gemi kaptanı İsmail Hakkı Durusu dışında Kendisiyle birlikte 18 kişi daha samsuna gitmek için birlikte yola devam edecekti.

Atatürk ve beraberindeki kişilerle 16. Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra “Bandırma” adındaki eski bir vapurla Galata rıhtımından ayrılır. 17. Mayıs 1919 Cumartesi günü Bandırma Vapuru saat 21.40 sıralarında İnebolu’ya varır. 18. Mayıs 1919 Pazartesi günü beklenen yolculuğun sonuna gelinir. Yolcular Kalyon Burnu denilen yerden sandallarla Merkez iskelesine çıkarılırlar. Bu sandallardan birinin sahibi olan İsmail Yurtsever, o zaman için Atatürk’ü tanımadığını söyler, Atatürk’ü sandalda ve Samsun’da iken geniş yakalı lejyon kaputu ve başında kalpakla gördüğünü anlatır.

Atatürk, İstanbul’dan başlayan ve Samsun’da sona eren yolculuk esnasında görevli bir askerdi ve giyimi de buna  uygundu ancak Samsun’a ayak bastığı günden birkaç gün sonra asker değil, sivil olarak hareket edecekti.

Atatürk’ün Samsun’a çıkışında gördüğü manzara pek parlak değildi. Şehirde İngiliz işgal kuvvetleri vardı. Pontus’cular sokaklarda kol geziyordu. Halk kendisini koruyamayacak durumdaydı. Atatürk bugün müze haline getirilen Hıntıka Palas’ta kaldıkları süre içinde hep bu sorunları düşündü, yolculukta geçirdiği uykusuz geceler sona ermemişti; şimdi de burada uykusuz geceler başlıyordu. Ama O’nda ve O’nun gibi düşünenlerde bu azim oldukça hiçbir engel aşılmaz değildi.

Kısaca vermeye çalıştığımız bu yolculuk Türk Milleti için bir dönüm noktası oldu ve kurtuluşun başlangıcıydı. Milli Mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’da Anadolu topraklarına bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinin önemi nedeniyle de 19 Mayıs’ı Türk gençliğine armağan etti. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi gençlik kavramı genel anlamda fikirlerdeki yeniliği anlatmaktadır.

Atatürk ”Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençlerdir derken sanki bu günleri görüyordu! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum derken Türk gençliğine olan güvenini de anlatmıştır. Atatürk’ün şu sözleri hepimiz için bir rehber olmalıdır: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfirdir” demiştir. 

Atatürk’ü anlamak, yaşadıklarını ve fikirlerini bilmekle mümkündür. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında yaşanan zorlukları her zaman göz önünde tutarak, 19 Mayısları Atatürk’ün emanetine daima sahip çıkarak 19 Mayıs 1919 ‘u kutlamamızın bir diğer yönü de bağımsızlık meşalesinin ilk ateşi Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından yakılmış olmasıdır…  A.Berham ŞAHBUDAK…

16 Mayıs 2020 Cumartesi

100 YILIN Büyük Ozanı "Aşık Mahsuni Kimdir?...


100 YILIN Büyük Ozanı "Aşık Mahsuni Kimdir?...

Aşık Mahsuni Şerif 'in ölümünün 18; yıl 100 YILIN büyük ozanı Mahsuni’yi saygıyla anıyor "yakınlarına ve sevenlerine baş sağlı diliyorum. İyi ki büyük ozanımız hayatımızda vardı..

Mahsuni Şerif kısaca “DGM Mahkemelerinde hangi davayla tanıştı.? Aşık Mahsuni Şerif 2001 yılının Kasım ayında, "Elhamdülillah Kızılbaş'ım ve laikim. Ben değil, yedi sülalem Kızıl baştır. Bir suç varsa o da dedemdedir." dediği için, DGM tarafından aleyhinde dava açıldı.

Bize çok sayıda güzel eserler bırakan ozanımızın hayatına hep beraber bakalım. Büyük ozanımız Aşık Mahsuni Şerif olarak tanınsa da gerçek ismi Şerif Çırık’tır. “Şerif” adı, kendisi doğmadan önce ölen amcasının adına atfen verilmiştir. 1940 yılında Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesine bağlı Berçenek köyünde dünyaya gelmiştir.

Aile soyu Horasan’dan Dersim taraflarına göç etmiş, Ağ uçan aşiretine dayandığı söylenir. Yaşadığı köyde okul bulunmadığından ilk önce medrese eğitimi alır. Aldığı medrese eğitimi sayesinde Eski Türkçe de okuma yazma öğrenmiştir. Köylerine okulun yapılması ile birlikte medrese eğitimini bırakıp okul hayatına başlar.

Köydeki eğitimini tamamladıktan sonra 1957 yılında Mersin Astsubay okuluna kayıt olur.  Daha genç yaşta iken babasının zoruyla dayısının kızı Emine ile evlenir. Bu evlilikten bir kızları olur. Daha sonra bu evliliği bitirirler. 1960 yılına gelindiğinde Ankara Ordu Donatım Teknik Okulunu başarıyla bitirir. Kuleli Askeri Lisesini aynı yıllarda hak etmesine karşılık, toplumculuğa ve halk edebiyatına gönül verdiği ve Alevi olduğu için ordudan ihraç edilir.

Aşık Mahsuni Şerif üç evlilik yapmıştır. İkinci evliliğini 1961 yılında İtalyan asılı bir kız olan Sovina (Suna) ile yapar. Bu evlilikten üç çocuğu olur. Çocukların isimi Züleyha, Ferhat, Emrah'tır. 1971 yılına gelindiği zaman Aşık Mahsuni Şerif Fatma Hanım ile üçüncü evliliğini yapar. Bu evlilikten Derya, Ali, Şeyda ve Yetiş adlarında dört çocukları olur.

Aşık Mahsuni Şerif okuldan ihraç edildikten sonra çok sevdiği ve yoluna gönül verdiği müziğe, şiire, türkülere, şarkılara, deyişlere, nağmelere daha bir sıkı sarılır.

Bu yolda yüzlerce kaset ve plak çıkarmaya başlar. Hakkında yazılan ve yazdığı kitaplar ile uluslararası edebi tartışmalara konu olur. Aşık Mahsuni Şerif’in toplumcu bir sanatçı kişiliği vardır. Haksızlıkları, ötekileştirenler, mazlumları konu edinmiştir. Toplumun tüm çarpık yanlarını eleştirmekten kendini sakınmaz. Siyasilerin iktidara iken yaptığı politikaları sert bir şekilde eleştirmiştir.

“Nihat Erim hükumetini eleştirmiş ve bunu bir türkü ile dile getirmiş. “Erim Erim Eri-yesin” türküsünü söyledikten sonra tutuklanıp dört ay ceza almasına neden olmuştur”.  Aşık Mahsuni Şerif, muhalif kimliğinden dolayı sürekli hedef haline gelmiş ve cezalar almıştır. 1972 yılında gelindiği Gaziantep'te ki evi kundaklanır. Bu kundaklamadan dolayı birçok ödülü ve arşivinin yandığı söylenir.

Bu baskıları yapanlar, Aşık Mahsuni Şerif’e direk haber gönderip evini, köyünü bulunduğu yeri terk etmesini söylemişler.  Aşık Mahsuni Şerif ise tüm saldırılara ve baskılara rağmen bulunduğu evini, köyünü terk etmemiştir. Ben buralıyım, burada kalacağım.” Demiş. Tüm bu saldırılara türkü sözleri ile cevap verir. Meşhur “Zalim Zalim” türküsü buradan gelmektedir. Bu saldırıları yapan ve organize eden kişilere karşı “Zalim Zalim” türküsünü besteler.

Aşık Mahsuni Şerif, defalarca tutuklanmış, cezalar almış saldırılara maruz kalmıştır. Tüm bu saldırılardan dolayı geri adım atmaz muhalif kimliğini sürdürmeye devam eder. Barışı, kardeşliği, huzuru, eşitliği, iyiliği güzel bir yaşamı her zaman savunmayı esas almıştır.

Büyük ozanımız Aşık Mahsuni Şerif,1989-1991 yılar arasında Halk Ozanları Derneği Genel başkanlığını yapmıştır. 1998 yılına gelindiğinde ise dünyanın yaşayan üç büyük ozanı arasında birinci sırada yer almıştır. Birçok ülkede deyişleri, türküleri farklı dillere çevrilip okunmuş. 453 plak, 58 kaset ve 8 kitabı bulunan Ozanımız “Bektaşi Kültürünün ve Ezgilerinin” dünyaya tanıtılmasında büyük rol üstlenmiştir.

Tüm bu başarılarından dolayı günümüzün (modern) Pir Sultanı olarak kabul edilmiştir. TRT tarafından hazırlanmış iki belgeseli vardır. 17 Mayıs 2002 yılında Aşık Mahsuni Şerif, Almanya'nın Köln şehrinde hakka yürümüştür. Mezarı Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde bulunan Hacı Bektaş Veli Külliyesinin yakınındaki Çilehane adı verilen bölgededir.  İşte ÜNLÜ Ozanımızın kısa yaşamını sizler için dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. Ali Berham ŞAHBUDAK.



10 Mayıs 2020 Pazar

#BUGÜN 10 MAYIS!

#BUGÜN 10 MAYIS!

Biricik Annelerimizin #Anneler Günü... 
Tüm Annelerin #Anneler Gününü kutlar olsun... 
Bugün yaşadığımız içi boş dünyada en kıymetli varlıklarımız olan biricik annelerimizin en özel günü...

#Bugün Anneler Günü...
Milyonlarca kişi 10 Mayısın ilk saatlerinde bugün uyandığında ilk iş olarak yüreğinde büyüttüğü annelerine en güzel mesajları yollamak için büyük bir özveri gösteriyor...

Coronavirüs (#COVID-19) nedeniyle bugün belki melek annelerimize sıkı sıkıya sarılamayacak olan biz evlatlar olarak bugün en anlamı, en güzel, Anneler günü mesajlarını atarak onları sevindirmek istiyoruz...

#Fedakârlık, asla sınır tanımayan annelerimiz sevgi, de sabır da ve güzellikte de sınır tanımayan melek yüzlü annelerimiz ilk uyandıklarında kuşkusuz ki akıllarına gelen kişiler şüphesiz ki evlatlarıdır...

#Hastalandığımızda şifa, bizler üzüldüğümüzde bizim için bir derman olan annelerimizin kıymetini bilelim, çünkü anneler sevincimize ortak olan hayattaki tek varlıklarımız olan melek annelerimiz...

#Bugün tüm evlatların en anlamlı, ve en güzel, günü olan Anneler Günü dünyada yaşayan milyonlarca canlı varlıkların anneler günü kutlu olsun… Unutmayın dünyada her canlı başka bir canlıyı dünyaya getirmişse o mutlaka bir annedir...

#Gökyüzünden bir yıldız kaysa hemen bir dilek tutar annelerimiz bizim için ve gözlerini kapar bütün dilekleri biz evlatlar içindir...

Pamuk #ellerinden öptüğüm melek annem bugün senin günün biricik anneciğim. 
Sen benim hayatımda adeta benim için bir kutup yıldızı oldun. #Nereye gidersem gideyim senin ışığın altında her geceyi huzurla uyudum...

"#Doğru yolu senin telkinlerinle buldum seni seviyorum melek annem". #Geleceğimizi oluşturacak her yeni günün bir önceki günden daha güzel, Yaşadığın hayatta isteklerine uygun ve seni mutlu edecek her gecen gün sana kutlu olmasını dilerim...

#Anneler günün kutlu olsun benim melek annem.
#Karşılıksız sevgi ve fedakarlığın simgesi olan Melek Annelerimizin Anneler günü kutlu olsun”.

Hayat yolculuğumun en başından beri beni besleyen, üzerimden duayı hiç eksik etmeyen, benim için he an endişelenen. Sana her müracaatımda bana rehberlik eden seni her arayışımda beni destekleyen ilk kişi sendin canım annem Anneler günün kutlu olsun ... 

#İhtiyacım olan sevgi için her gün orada olduğun biliyorum benim melek annem Anneler günün kutlu olsun.

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...