ALEVİ SORUNU! Yaşadıkları 21;yy bilgi
çağında da devam ediyor!
Bu sorun
ölümüne müdafaa ettikleri Atatürk'ün
kurduğu Laik ve Sosyal Hukuk devleti olan bu Cumhuriyette bitmeyen sorunlar oklarda
devam eden en büyük sorunların başında geliyor!
Bilindiği
üzere Alevi toplumu aydın ve çağdaş
yaşamıyla her çağda olduğu gibi günümüz cağı olan 21;yy bilgi çağında da
dikkatleri üzerinde toplamayı başarmış yurttaşlardır”.
Atatürk'e ve
cumhuriyete olan bağlılıkları cumhuriyet kazanımlarını müdafaa ve Atatürk
devrimlerini koruyup kollamak adına da ülkemizde gerici yobaz ırkçıların dikkat
çeken Aleviler
yaşamlarıyla toplumsal barış talepleriyle de bilinçli yurttaşlar olarak da
gerçi cihatçı faşist güruhların gündeminden hiç düşmedi"...
Alevilerin yaşadıkları sorunların temel
kaynağı insan hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması Adaletsizlik ve hukuk
eşitsizliğinin yanı sıra "Emevi İslam’ın kuşattığı toplumsal gericiliğin
ve çürümüşlüğün din olarak Alevilere İslam
dini budur diyerek dayatmalarıdır"...
Oysa Bin 500 yıldır bu coğrafyada ve Türk halkı nezdinde İslam
dininin bir Emevi İslam dini olduğudur…!
Emevi İslam
anlayışının gerici katliamcı faşist bir din anlayışının olduğunu biliyor”
Gerçek İslam’ın” Peygamber” dönemine ait İslam dini olduğunu Emevi İslam
anlayışının bir sapkınlığın ifade ettiği bir sucu gizleme aracı haline
dönüştüğü bununda Aleviler nezdinde asla bir din olmadığını her fırsatta yüksek
sesle dillendiriyor olmalarıdır.
Cumhuriyetin tek başına Emevi İslam’a biat
etmiş gericilerin yobazların cihatçı faşistlerin tek başlarına kendilerinin ait
olmadığı bu cumhuriyette yaşayan gerici yobazların bilmesi ve cumhuriyete T.C. Devletinin
oluşturan Din, Irk Mezhep, Renk ayrımı yapmaksızın tüm Türk Halkına ait
olduğunu unutmamaların hatırlatmak gerek… “21;yy
bilgi cağında da Alevi sorunları ne yazık ki
devam ediyor ele geçirilmiş Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan bu Cumhuriyete
”Emevi İslam tacirlerince Aleviler üzerinde baskı ve ırkçı faşist tutumlar
Cumhuriyeti kurumlarında da devam ediyor…
Kamusal alanlarda devlet istihdamında devlet yönetiminde! Alevi
yurttaşlar kuşkusuz ki Adnan Menderes dönemi dâhil 2020 yılına kadarki gecen 70
yıllık bu sürede istihdam edilmediği devlet yönetiminde yer verilmediği bir
başka gerçek… Yetişmiş
aydın ve çağdaş yurttaş olmaktan uzak sadece belli bir mezhebe indirgenerek
cihatçı yaklaşımlarla devletin her kademesinde söz sahibi olan bu zihniyet
karşısında da #Alevi
sorunları şiddetle devam ediyor"..

Cumhuriyette Celal Bayer’den
sonra ki Cumhurbaşkanı olan dördüncü
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel nezdinde
girişimde bulunarak ilk defa Hacı
Bektaşi Veli dergahının yeniden açılmasını sağlayan Alevi aydınları, aynı
yıllarda Türkiye Birlik Partisi
‘olan (TBP) kurdular. TBP ilk dönem belli bir beklenti
yaratmış, Alevi nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerde yüksek oy almayı
başarabilmiştir.
“Ancak CHP çizgisine yakın
bir programla ortaya çıkan (TBP) bu parti, programıyla da giderek zayıflamış,
ardından ise 1978'de kendini feshederek CHP’ye iltihak etmişti”. “60’lı
yıllardan sonra Aleviler Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) de geniş destek sunan
aydın emekçiler, özellikle de genç kesimleri, ‘71 Devrimci Hareketi’nde olduğu
kadar 1970'li yıllara yayılan devrimci dalgada da önemli bir rol oynamışlardır”.
Alevi aydın ve yurt sever
emekçiler “aynı zamanda ülkemizde devrimci hareketin verimli ve belirleyiciliği
olarak ’da doğal tabanı ve yöneticisi olan ilerici aydınlanmanın ve
sanayileşmenin “ Atatürk’ten sonra “ ilk meşalenin fitillerini ateşleyen öne
çıkmış yiğit devrimcilerdi… Sermayeyi ve Devleti yöneten, faşist ırkçı tetikçileri
kullanılarak ülkemizde ne kadar ilerici Atatürkçü Alevi aydınlar varsa provokasyonlarla
Alevi katliamlarına başvurmuş ve yüzlerce Alevi ve aydın katledilmişti. 12 Eylül Faşist cuntasının hazırlık
sürecinde Maraş, Çorum, Malatya, Yozgat
gibi kentlerde Alevi katliamları gerçekleştirilmiş, Antakya'da ise Alevi emekçilerle kaynaşan devrimcilerin hazırlıklı
olmaları sayesinde, “Maraş senaryosu ”başarısızlığa uğratılmıştır!.
12 Eylül 1980'de Amerikancı askeri darbe ile başa geçen faşist
cuntanın hedefinde de yine Alevi aydın Atatürkçü yurt sever ilerici devrimci
hareket ile sınıf hareketinin içinde olan Alevi emekçileri vardı.
Sınıf hareketinin dinamikleri ile devrimci hareketi faşist zorbalıkla ezen faşist
cunta, Devlette barındırdığı İslami Faşistleri ve gerici cihatçı güruhları
polis ve asker olarak kullanarak da Alevi köylerine cami inşa yapmak için yoğun
baskılar kurdular cami olmayan Alevi köylerine imam atayarak, Alevi emekçiler üzerindeki zulmü ve
baskıları daha da doruğa çıkararak Devlet dairelerinde ne kadar Alevi yurttaş
varsa fişleyerek onları işlerinden ettiler” Kısaca Aleviler bugün 12 Eylülün üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen
devlet dairelerinde istihdam edilmeyen aydın Atatürkçü çağdaş yurttaş topluluğunu
oluşturur!
1991'den itibaren devletin gündeme getirdiği kirli savaşın
öncelikli hedefi Kürt hareketi/halkı olsa da, devrimciler ile Alevi emekçiler
de bu kıyım politikasının hedefindeydi. ‘93'te Sivas, ‘95'te Gazi
katliamlarıyla Alevi emekçilere saldıran kontrgerilla, devletin resmi
politikasını icra ediyordu.

Dinci iktidarın mezhepçilikten sınır tanımayan ilkel saldırganlığı, bölgedeki gelişmelerle de pekiştirildi. Özellikle Suriye'de dinci
çeteleri iktidara taşımak için her türden kirli yola başvuran AKP iktidarı, bu
konuda yaşadığı utanç verici hezimetin de etkisiyle, gelinen yerde mezhepçilikten ipin ucunu iyice kaçırmış durumda.
Dinci iktidarın emperyalizmin hizmetinde Suudi krallığı ve Körfez
şeyhlikleriyle birlikte izlediği Ortadoğu ve Suriye politikaları, kitlesel
cinayet şebekesi IŞİD’i bölge halklarının başına bela etti. Özellikle Arap
Alevileri vahşi bir şekilde kıyımdan geçiren cihatçı çetelerin Hatay sınırlarına dayanması, iç politikada zaten
ilkel mezhepçi bir konumda bulunan AKP
iktidarının bu çetelere ölçüsüz desteği, Alevi emekçilerin mezhepsel
ayrımcılığa karşı tepki ve duyarlılıklarını daha da büyüttü.
Emperyalistler ile
işbirlikçilerinin bölgesel çapta yarattıkları mezhepsel kutuplaşma, AKP iktidarı eliyle pervasız
bir biçimde işçi sınıfı ve emekçilerin saflarına da taşınıyor. Bu sorun yeni
olmamakla birlikte mevcut dinci iktidar döneminde tehlikeli bir noktaya varmış
bulunmaktadır. Din istismarından sadece siyasal iktidar değil fakat devasa boyutlarda
ekonomik rantlar da devşiren AKP,
işçi ve emekçileri mezhepsel temelde
parçalayıp birbirine düşmanlaştırma politikasında fütursuzca davranıyor.
İşçi sınıfı ile emekçiler
arasında etkili olan gerici ön yargıların aşılması, ancak devrimci sınıf hareketinin
geliştirilmesi ölçüsünde mümkün olacaktır. Buna karşı gerici ön yargılara karşı sürekli
ve etkili bir gündelik mücadele, verili koşullarda çok özel bir önem
taşımaktadır.
Bu noktada mezhepsel ayrımcılığı mahkum eden, bunun gerisindeki
sınıfsal mantığı ortaya koyan, dinci iktidarın ve emperyalizmin kirli oyunların
teşhir eden, Alevi emekçilerin maruz kaldıkları baskı ve ayrımcılığa
kararlılıkla karşı duran, işçilerin birliği halkların kardeşliğine döne döne
vurgu yapan taktik-politik hat, devrimci sınıf mücadelesini geliştirme
çabasının temel gündemleri arasında yer almalıdır.
ALEVİLERİ
ASİMİLE ETME ÇABALARI! Alevileri “ Emevi İslam anlayışı doğrultusunda asimile
edip kendi kirli düzenlerine bağlama çabaları son 60 yıldır her alanda
sürüyor”…

Oysa Hacıbektaş şenliklerine bakan düzeyinde
gerçekleşen ilk katılımdan (1989)
dört yıl sonra, yakın tarihimizin vahşi kıyımlarından biri olan Sivas Katliamı
gerçekleştirildi. Şeriatçıları tetikçi olarak kullanan devlet, böylece Yavuz
Sultan Selim çizgisini 20. yüzyıla taşıdığını göstermiş oldu.
Sermaye devleti 1995’te
Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirdiği kirli provokasyonuyla katliamcı lığını
bir kez daha sergiledi. Sivas’ta şeriatçıları maşa olarak kullanmıştı, Gazi’de
kontrgerilla tetikçilerini kullandı. Bu katliamlarla, Alevi emekçiler şahsında,
aynı zamanda ilerici değerler ile devrimci kazanımlar hedef alınmış oldu.
AKP’nin işbaşına gelmesi ve giderek iktidarı ele
geçirmesi, Sivas kıyımını gerçekleştiren zihniyetin dolaysız biçimde iktidar
olması demekti. Alevileri hedefleyen faşist politikaların en rezil icraatçıları
olan ve iliklerine kadar mezhepçiliğe batmış bulunan başta Tayyip Erdoğan olmak
üzere AKP önde gelenleri, ihtiyaç duydukları her durumda ve özellikle de seçim
süreçlerinde, mezhepçi söylemleriyle kin kustular.
Bu zihniyet, tarihinin en pervasız dönemine ulaşmış durumda.
Zorunlu din dersi saatlerinin arttırılması, dinci propagandanın anaokullarında
başlatılması, çok sayıda okulun zorbalıkla imam hatip yapılması, tüm topluma
“Sünni İslam’ı” zorla dayatması vb. vb…
Doğası gereği mezhepçi olan dinci
gericilik, devşirdiği
bazı dönek Alevileri de kullanarak, 2009’da Alevileri “havuç-sopa”
politikasıyla ehlileştirme hamlesini başlattı. “Kürt açılımı”, “Roman
açılımı” derken bir de “Alevi
açılımı” gündeme getirdi. Birer aldatmaca-dan başka bir anlam ifade etmeyen bu
“açılım zinciri”, doğal olarak herhangi bir sonuç yaratamadı.
Alevi sağından işbirlikçileri de
yanına alan AKP, halen Aleviler üzerine yeni oyunlar oynamaya çalışıyor. Ancak bu türden girişimler
artık ters tepiyor. Zira dinci gerici iktidar Alevi emekçiler nezdinde iyice
teşhir olmuş durumda. AKP’nin Suriye’de IŞİD’e
ve öteki cihatçı çetelere tam destek vermesi, bu durumu özellikle
pekiştirmiştir.
ALEVİ HAREKETİNDE SINIFSAL BÖLÜNME!

Gerçek Alevi örgütlülüğü içine sızmaları sağlamış emek örgütlülüğü
için nefret tohumları ekerek Alevi aydınlanmasını engelleme girişimleri
olmuştur… Genel hatlarıyla ifade etmek
gerekirse, Alevi
hareketinde üç farklı çizgi olduğunu söylemek mümkün. Kurumları da farklı olan
bu eğilimlerin en sağcısı, dinci gericiliğin temsilcisi olan AKP ve devletle
işbirliği yapacak denli gerici bir konumdadır. İkinci eğilimi, CHP ve “ulusal Sol’a
yakın bir çizgide bulunanlar temsil etmektedir.
Üçüncü eğilim ise, aralarında devrimci
hareketin eski kadrolarının da bulunduğu, kendini sosyalist olarak gören
ilerici kesimlerden oluşmaktadır. İlk iki eğilim düzenle uyumlu bir
çizgide bulunmakta, genel bir ifadeyle Alevi burjuvazisinin konum ve tutumlarını
yansıtmaktadırlar. Elbette bunlar emekçilerin belli bir kesimini de
etkiliyorlar. Özellikle CHP çizgisine yakın duran kesim, sol/laik söylem
kullanarak, düzenden hiçbir çıkarı olmayan Alevi emekçilerin azımsanmayacak bir
kesimini etkileyebiliyor. Dinci gericiliğin mezhepçilikte sınır tanımayan
pervasızlığı ise, işe yaramadığı bilinse de, “kötünün iyisi” diye CHP’ye
verilen desteğin devamını sağlamaktadır.
Sol/sosyalist bir söylemle hareket eden üçüncü eğilim ise, fiilen
reformist solun Alevi kurumlarındaki izdüşümü sayılabilir. Kimi zaman
devrimcilere kapılarını kapatacak düzeye inen bu kesim, reformist sola paralel
biçimde düzenle açık çatışmadan uzak durmaktadır.

DİNCİLİĞİN
YAYILMASI VE ALEVİ KİMLİĞİNİN ÖNE ÇIKMASI! Alevi işçi-emekçiler ‘60’lı-70’li
yıllarda sol/sosyalist harekete katılarak, varlıklarını hissettirmeye
başladılar. Hem TİP’e oy desteği sağlayan, hem de (özellikle gençlik kesimiyle)
devrimci harekete katılan Alevi emekçiler, sınıf hareketinin güçlü olduğu,
toplumsal muhalefetin kitleselleştiği dönemlerde, mezhepsel ezilmişlikten
kaynaklanan sorunlarla sınırlı bir konum ve tutumu öne çıkarmaya eğilim
duymadılar.
Bu anlaşılır bir davranıştı. Zira devrim mücadelesi, tüm toplumsal
ve siyasal sorunlar gibi, demokratik bir mücadele olan mezhepsel ayrımcılık ve
baskıya karşı mücadeleyi de içeren ve aşan bir mücadeledir. Kapsayıcı ve
birleştiricidir. Dolayısıyla genel devrim mücadelesinin güçlü olduğu bir
dönemde, emekçiler için salt mezhepsel ezilmişlikle sınırlı bir mücadele
kaçınılmaz olarak önemsizleşir ve geri plana düşer. 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte genel
toplumsal muhalefete ve devrimci harekete acımasızca saldıran faşist cunta,
buna paralel olarak planlı biçimde dinci gericiliğin önünü açtı. Bu arada
Alevilere karşı da zorla asimile etme politikası izledi. Bu dizginsiz gericilik
süreci, ‘90’lı yılların başından itibaren dinci gerici akımın belirgin bir
şekilde güç kazanmasıyla sonuçlandı.
Aynı dönemde, Sovyetler Birliğindeki çöküşün ve dünya ölçüsünde
devrim mücadelelerinin dibe vurmasının da sağladığı iklimde dincilik, Orta-doğu başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında güçlenmeye başladı. “Sosyalizme saldırının yoğunlaştığı bu koyu
gericilik döneminde, milliyetçilik ve dincilik emekçilerin bir kısmını da
anaforuna alarak alabildiğine güçlendi”. Güçlenen egemen din ve
mezhepler olduğu için, etnik, dinsel, mezhepsel baskı ve ayrımcılıklar da
arttı.
Bu da doğal olarak karşı bir tepki ve direnç yarattı. Bu koşularda,
Alevi hareketinin güçlenmesi, mezhepsel kimliğe yönelimin yaygınlık kazanması
anlaşılır bir durumdur. Devrim mücadelesinin güçlü olduğu dönemde mezhepsel
kimliği geri plana itenlerin, rüzgarın gericilikten yana estiği ve devrimci
alternatifin alabildiğine zayıfladığı bir dönemde, alt kimlik ekseninde
birleşip, baskı ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeleri şaşırtıcı değildir.
Bu mücadele haklı, meşru ve
ilericidir. Bununla
birlikte gücünün sınırları vardır. Sınıfsal heterojenlik ve buna bağlı olarak
hareket içinde burjuva katmanların gücü ve etkisi, beraberinde düzen
sınırlarına hapsolmayı getirmektedir.

Zira baskı ve ayrımcılığa karşı
tepki, mezhepsel
alana sıkıştığında devrimci hareketi negatif yönde etkiler. Oysa bu tepkinin
ayrımcılığa karşı mücadele sınırında kalmaması, bu ayrımcılığın kaynağı olan
düzene karşı mücadeleye, yani devrim ve sosyalizm mücadelesine kanalize
edilmesi, devrimci hareket için önemli bir avantaj olacaktır. Şu veya bu
düzeyde devrimciliğini koruyabilen geleneksel akımların bile rahatsız edici
ölçüde “Alevicilik” çizgisine kaymaları açık olgusu karşısında, bu sorumluluk
esas olarak devrimci sınıf partisine düşmektedir.
PEKİ, ALEVİLİK SALT BİR MEZHEP Mİ? Dinler ve mezhepler konusundaki
ilkesel Marksist tutum açıktır. Nitekim EKİM III. Genel Konferansı’nın
(Mart 1995) konuya ilişkin değerlendirmesinde de ilkesel bir çerçeve isabetle
çizilmiş, taktik tutum ve görevler de buna göre saptanmıştır.
Alevilik sorununun güncel ve
tarihsel arka planına bakıldığında, olgunun dinsel bir alt kimlik olan
mezhepten öte olduğu görülüyor. Tarihsel arka planda, merkezi otoriteye/egemen sınıflara karşı
isyanların Alevilik görünümünde ortaya çıkması ve bunun yüzyıllara yayılması,
dini inanca felsefi boyutlar katmış, döneminin ilerisinde olan belli değerlerin
benimsenip yaşatılmasını olanaklı kılmıştır.
Feodal sömürüye mezhepsel
baskının eklendiği göz önüne alındığında, sosyal sorunlardan kaynaklı olan halk
isyanlarının mezhepsel kimlikle ifade edilmesi o çağda kaçınılmazdı. Dolayısıyla o isyanların ve sözlü
edebiyat üzerinde yarattıkları etkinin yaygınlaşması, bunun kuşaktan kuşağa
yeniden üretilerek 21. yüzyıla kadar taşınması, Alevilik olgusuna
sosyal/kültürel bir boyut kazandırmıştır.
Elbette ‘60’lı-70’li
yıllarda, gençliği başta olmak üzere Alevi işçi-emekçilerin devrim ve sosyalizm
mücadelesine yoğun bir şekilde katılmaları, esas olarak sınıfsal bir tutumun
dışavurumu olmuştur. Ancak bilindiği
üzere baskı ve sömürüye maruz kalan işçi emekçiler Alevilerden ibaret değildir.
Buna rağmen devrim ve sosyalizm mücadelesine yönelim, Alevi emekçileriyle
kıyaslanmayacak düzeyde kalmış ve bu durum halen devam ediyor.

Kapitalizmin egemen olduğu
koşullarda Aleviliğin
ilerici/insancıl değerleri, doğal olarak kendini üretmekte zorlanıyor. Zira
'insan-insan' ilişkileri yerine 'meta-meta' ilişkilerini egemen kılan
kapitalizm, ilerici/insani olan her şeye düşmandır. Aleviliğin belli
tarihsel koşullarda yaratılan ilerici/insani değerlerini daha üst düzeyde
içermek ve daha da ileriye taşımak ancak devrim ve sosyalizm mücadelesinin
gelişmesi ve zafere ulaşmasıyla mümkündür.
Alevilik değerleri arasında yer alan “kadın-erkek
eşitliği, dayanışma, paylaşım, ırkçı-mezhepçi zihniyetin reddi (72 millete bir nazarla bakmak)” gibi
değerleri geliştirmek, öte yandan ise baskı, sömürü, eşitsizlik, ayrımcılık
gibi musibetleri ortadan kaldırmak için, bu sorunların kaynağı olan
kapitalizmle hesaplaşmak zorunludur. Kronik yapısal krizler döneminde bulunan
kapitalist sistem, demokratik hakları geliştirmek bir yana, on yılların
mücadeleleriyle kazanılan hakları da gasp etmek için saldırıyor. Mezhepsel
baskılar dahil, demokratik sorunları daha da ağırlaştırıyor.
Gelinen yerde faşist baskıların
artması, polis devletinin tahkim edilmesi, mezhepsel baskıyı da
derinleştiriyor. Sünni bir tarikat zihniyetini temsil eden dinci-gerici iktidar
hem mezhepçiliği körüklüyor, hem sıradan demokratik hakların kullanılmasına
bile tahammül edemiyor. Bu koşullarda Alevi işçi ve emekçilerinin sınıfsal/mezhepsel
baskıya karşı etkili bir mücadele yürütebilmeleri, her tür kötülüğün kaynağı ve
yeniden üreticisi olan kapitalizme karşı meşru-militan mücadele saflarına
katılmalarıyla mümkündür. Ali Berham
ŞAHBUDAK….