31 Mayıs 2020 Pazar

97 YILLIK CUMHURİYETTE BİTMEYEN SORUN ALEVİ SORUNLARIDIR!

97 YILLIK CUMHURİYETTE BİTMEYEN SORUN ALEVİ SORUNLARIDIR!

ALEVİ SORUNU! Yaşadıkları 21;yy bilgi çağında da devam ediyor!
Bu sorun ölümüne müdafaa ettikleri Atatürk'ün kurduğu Laik ve Sosyal Hukuk devleti olan bu Cumhuriyette bitmeyen sorunlar oklarda devam eden en büyük sorunların başında geliyor! 

Bilindiği üzere Alevi toplumu aydın ve çağdaş yaşamıyla her çağda olduğu gibi günümüz cağı olan 21;yy bilgi çağında da dikkatleri üzerinde toplamayı başarmış yurttaşlardır”.

 Atatürk'e ve cumhuriyete olan bağlılıkları cumhuriyet kazanımlarını müdafaa ve Atatürk devrimlerini koruyup kollamak adına da ülkemizde gerici yobaz ırkçıların dikkat çeken Aleviler yaşamlarıyla toplumsal barış talepleriyle de bilinçli yurttaşlar olarak da gerçi cihatçı faşist güruhların gündeminden hiç düşmedi"...

Alevilerin yaşadıkları sorunların temel kaynağı insan hak ve hürriyetlerinin kısıtlanması Adaletsizlik ve hukuk eşitsizliğinin yanı sıra "Emevi İslam’ın kuşattığı toplumsal gericiliğin ve çürümüşlüğün din olarak Alevilere İslam dini budur diyerek dayatmalarıdır"...

Oysa Bin 500 yıldır bu coğrafyada ve Türk halkı nezdinde İslam dininin bir Emevi İslam dini olduğudur…!
Emevi İslam anlayışının gerici katliamcı faşist bir din anlayışının olduğunu biliyor” Gerçek İslam’ın” Peygamber” dönemine ait İslam dini olduğunu Emevi İslam anlayışının bir sapkınlığın ifade ettiği bir sucu gizleme aracı haline dönüştüğü bununda Aleviler nezdinde asla bir din olmadığını her fırsatta yüksek sesle dillendiriyor olmalarıdır.

Cumhuriyetin tek başına Emevi İslam’a biat etmiş gericilerin yobazların cihatçı faşistlerin tek başlarına kendilerinin ait olmadığı bu cumhuriyette yaşayan gerici yobazların bilmesi ve cumhuriyete T.C. Devletinin oluşturan Din, Irk Mezhep, Renk ayrımı yapmaksızın tüm Türk Halkına ait olduğunu unutmamaların hatırlatmak gerek… “21;yy bilgi cağında da Alevi sorunları ne yazık ki devam ediyor ele geçirilmiş Laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan bu Cumhuriyete ”Emevi İslam tacirlerince Aleviler üzerinde baskı ve ırkçı faşist tutumlar Cumhuriyeti kurumlarında da devam ediyor…

Kamusal alanlarda devlet istihdamında devlet yönetiminde! Alevi yurttaşlar kuşkusuz ki Adnan Menderes dönemi dâhil 2020 yılına kadarki gecen 70 yıllık bu sürede istihdam edilmediği devlet yönetiminde yer verilmediği bir başka gerçek… Yetişmiş aydın ve çağdaş yurttaş olmaktan uzak sadece belli bir mezhebe indirgenerek cihatçı yaklaşımlarla devletin her kademesinde söz sahibi olan bu zihniyet karşısında da #Alevi sorunları şiddetle devam ediyor"..

Aleviler” Kapitalizmin gelişmesine paralel olarak yaygınlaşan kırdan göçle kentlere akan Aleviler, 1960’lı yıllarda varlıklarını yüz yıllardan sonra şehirlerde hissettirmeye başladılar”. 

Cumhuriyette Celal Bayer’den sonra ki Cumhurbaşkanı olan dördüncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel nezdinde girişimde bulunarak ilk defa Hacı Bektaşi Veli dergahının yeniden açılmasını sağlayan Alevi aydınları, aynı yıllarda Türkiye Birlik Partisi ‘olan (TBP) kurdular. TBP ilk dönem belli bir beklenti yaratmış, Alevi nüfusun yoğun olduğu bazı bölgelerde yüksek oy almayı başarabilmiştir.

 “Ancak CHP çizgisine yakın bir programla ortaya çıkan (TBP)  bu parti, programıyla da giderek zayıflamış, ardından ise 1978'de kendini feshederek CHP’ye iltihak etmişti”. “60’lı yıllardan sonra Aleviler Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) de geniş destek sunan aydın emekçiler, özellikle de genç kesimleri, ‘71 Devrimci Hareketi’nde olduğu kadar 1970'li yıllara yayılan devrimci dalgada da önemli bir rol oynamışlardır”.
Alevi aydın ve yurt sever emekçiler “aynı zamanda ülkemizde devrimci hareketin verimli ve belirleyiciliği olarak ’da doğal tabanı ve yöneticisi olan ilerici aydınlanmanın ve sanayileşmenin “ Atatürk’ten sonra “ ilk meşalenin fitillerini ateşleyen öne çıkmış yiğit devrimcilerdi Sermayeyi ve Devleti yöneten, faşist ırkçı tetikçileri kullanılarak ülkemizde ne kadar ilerici Atatürkçü Alevi aydınlar varsa provokasyonlarla Alevi katliamlarına başvurmuş ve yüzlerce Alevi ve aydın katledilmişti.  12 Eylül Faşist cuntasının hazırlık sürecinde Maraş, Çorum, Malatya, Yozgat gibi kentlerde Alevi katliamları gerçekleştirilmiş, Antakya'da ise Alevi emekçilerle kaynaşan devrimcilerin hazırlıklı olmaları sayesinde, “Maraş senaryosu ”başarısızlığa uğratılmıştır!.
12 Eylül 1980'de Amerikancı askeri darbe ile başa geçen faşist cuntanın hedefinde de yine Alevi aydın Atatürkçü yurt sever ilerici devrimci hareket ile sınıf hareketinin içinde olan Alevi emekçileri vardı.
 Sınıf hareketinin dinamikleri ile devrimci hareketi faşist zorbalıkla ezen faşist cunta, Devlette barındırdığı İslami Faşistleri ve gerici cihatçı güruhları polis ve asker olarak kullanarak da Alevi köylerine cami inşa yapmak için yoğun baskılar kurdular cami olmayan Alevi köylerine imam atayarak, Alevi emekçiler üzerindeki zulmü ve baskıları daha da doruğa çıkararak Devlet dairelerinde ne kadar Alevi yurttaş varsa fişleyerek onları işlerinden ettiler” Kısaca Aleviler bugün 12 Eylülün üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen devlet dairelerinde istihdam edilmeyen aydın Atatürkçü çağdaş yurttaş topluluğunu oluşturur!
1991'den itibaren devletin gündeme getirdiği kirli savaşın öncelikli hedefi Kürt hareketi/halkı olsa da, devrimciler ile Alevi emekçiler de bu kıyım politikasının hedefindeydi. ‘93'te Sivas, ‘95'te Gazi katliamlarıyla Alevi emekçilere saldıran kontrgerilla, devletin resmi politikasını icra ediyordu.
Bu kirli ve kanlı mirası devralan dinci-gerici AKP iktidarı döneminde ise mezhepçilik tavan yaptı. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere gericiliğin şefleri açıkça Alevilik şahsında Alevi emekçilere kin kusmaya başladılar. IŞİD zihniyetinin versiyonlarından biri olan AKP, iliklerine kadar tarikatçı/mezhepçi politikalar izleyerek, Alevi sorununu daha da boyutlandırdı. Suriye’deki yıkıcı savaşı kışkırtan, ilk günden beri dinci çeteleri destekleyen bu iktidar, mezhepçiliği açık ve resmi devlet politikası haline getirdi.
Dinci iktidarın mezhepçilikten sınır tanımayan ilkel saldırganlığı, bölgedeki gelişmelerle de pekiştirildi. Özellikle Suriye'de dinci çeteleri iktidara taşımak için her türden kirli yola başvuran AKP iktidarı, bu konuda yaşadığı utanç verici hezimetin de etkisiyle, gelinen yerde mezhepçilikten ipin ucunu iyice kaçırmış durumda.
Dinci iktidarın emperyalizmin hizmetinde Suudi krallığı ve Körfez şeyhlikleriyle birlikte izlediği Ortadoğu ve Suriye politikaları, kitlesel cinayet şebekesi IŞİD’i bölge halklarının başına bela etti. Özellikle Arap Alevileri vahşi bir şekilde kıyımdan geçiren cihatçı çetelerin Hatay sınırlarına dayanması, iç politikada zaten ilkel mezhepçi bir konumda bulunan AKP iktidarının bu çetelere ölçüsüz desteği, Alevi emekçilerin mezhepsel ayrımcılığa karşı tepki ve duyarlılıklarını daha da büyüttü.
Emperyalistler ile işbirlikçilerinin bölgesel çapta yarattıkları mezhepsel kutuplaşma, AKP iktidarı eliyle pervasız bir biçimde işçi sınıfı ve emekçilerin saflarına da taşınıyor. Bu sorun yeni olmamakla birlikte mevcut dinci iktidar döneminde tehlikeli bir noktaya varmış bulunmaktadır. Din istismarından sadece siyasal iktidar değil fakat devasa boyutlarda ekonomik rantlar da devşiren AKP, işçi ve emekçileri mezhepsel temelde parçalayıp birbirine düşmanlaştırma politikasında fütursuzca davranıyor.
İşçi sınıfı ile emekçiler arasında etkili olan gerici ön yargıların aşılması, ancak devrimci sınıf hareketinin geliştirilmesi ölçüsünde mümkün olacaktır. Buna karşı gerici ön yargılara karşı sürekli ve etkili bir gündelik mücadele, verili koşullarda çok özel bir önem taşımaktadır.
Bu noktada mezhepsel ayrımcılığı mahkum eden, bunun gerisindeki sınıfsal mantığı ortaya koyan, dinci iktidarın ve emperyalizmin kirli oyunların teşhir eden, Alevi emekçilerin maruz kaldıkları baskı ve ayrımcılığa kararlılıkla karşı duran, işçilerin birliği halkların kardeşliğine döne döne vurgu yapan taktik-politik hat, devrimci sınıf mücadelesini geliştirme çabasının temel gündemleri arasında yer almalıdır.
 ALEVİLERİ ASİMİLE ETME ÇABALARI! Alevileri “ Emevi İslam anlayışı doğrultusunda asimile edip kendi kirli düzenlerine bağlama çabaları son 60 yıldır her alanda sürüyor”…
Alevi emekçileri asimile edip burjuva düzene bağlama çabaları, 12 Eylül faşist cuntasının Alevi köylere cami yaptırma furyası ile belirgin bir hal almıştı. Cunta koşullarında işbaşına gelen dönemin ANAP hükümetinin Hacı Bektaşi Veli’yi “Türk büyüğü”, “Müslüman tarihi kişilik” diye ilan edilmesiyle yeni bir boyuta taşındı. Hacıbektaş ilçesinde devlet güdümlü şenlikler düzenlenmesi, hükümet temsilcilerinin bu şenliklerde boy göstermesiyle, yüzyıllardan beri Alevileri katleden gerici rejim, tutum değişikliği izlenimi yaratmaya çalıştı.
Oysa Hacıbektaş şenliklerine bakan düzeyinde gerçekleşen ilk katılımdan (1989) dört yıl sonra, yakın tarihimizin vahşi kıyımlarından biri olan Sivas Katliamı gerçekleştirildi. Şeriatçıları tetikçi olarak kullanan devlet, böylece Yavuz Sultan Selim çizgisini 20. yüzyıla taşıdığını göstermiş oldu.
Sermaye devleti 1995’te Gazi Mahallesi’nde gerçekleştirdiği kirli provokasyonuyla katliamcı lığını bir kez daha sergiledi. Sivas’ta şeriatçıları maşa olarak kullanmıştı, Gazi’de kontrgerilla tetikçilerini kullandı. Bu katliamlarla, Alevi emekçiler şahsında, aynı zamanda ilerici değerler ile devrimci kazanımlar hedef alınmış oldu.
AKP’nin işbaşına gelmesi ve giderek iktidarı ele geçirmesi, Sivas kıyımını gerçekleştiren zihniyetin dolaysız biçimde iktidar olması demekti. Alevileri hedefleyen faşist politikaların en rezil icraatçıları olan ve iliklerine kadar mezhepçiliğe batmış bulunan başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP önde gelenleri, ihtiyaç duydukları her durumda ve özellikle de seçim süreçlerinde, mezhepçi söylemleriyle kin kustular.
Bu zihniyet, tarihinin en pervasız dönemine ulaşmış durumda. Zorunlu din dersi saatlerinin arttırılması, dinci propagandanın anaokullarında başlatılması, çok sayıda okulun zorbalıkla imam hatip yapılması, tüm topluma “Sünni İslam’ı” zorla dayatması vb. vb…
Doğası gereği mezhepçi olan dinci gericilik, devşirdiği bazı dönek Alevileri de kullanarak, 2009’da Alevileri “havuç-sopa” politikasıyla ehlileştirme hamlesini başlattı. “Kürt açılımı”, “Roman açılımı” derken bir de “Alevi açılımı” gündeme getirdi. Birer aldatmaca-dan başka bir anlam ifade etmeyen bu “açılım zinciri”, doğal olarak herhangi bir sonuç yaratamadı.
Alevi sağından işbirlikçileri de yanına alan AKP, halen Aleviler üzerine yeni oyunlar oynamaya çalışıyor. Ancak bu türden girişimler artık ters tepiyor. Zira dinci gerici iktidar Alevi emekçiler nezdinde iyice teşhir olmuş durumda. AKP’nin Suriye’de IŞİD’e ve öteki cihatçı çetelere tam destek vermesi, bu durumu özellikle pekiştirmiştir.
ALEVİ HAREKETİNDE SINIFSAL BÖLÜNME!  
Sivas olayların dan sonra “son 25 yılda hem yurt dışında hem ülkede kurulan çok sayıda dernek, vakıf, kültür kurumu ve federasyonlar Alevi kimliğini temel alıyor.  Bu kurumların söyleminde Alevi kimliği ortak bir nokta oluştursa da, temeli sınıfsal olan farklı eğilim ve pratik tutumlarla birbirinden ayrılmaktadırlar” Temel sorun AKP ve Benzeri yapıların bazı Aleviler çıkar ilişkisi kullanılarak devşirdiği bazı Alevileri bir araya getirerek onlara 10’ila 15-  kişilik dernekler kurdurarak!
Gerçek Alevi örgütlülüğü içine sızmaları sağlamış emek örgütlülüğü için nefret tohumları ekerek Alevi aydınlanmasını engelleme girişimleri olmuştur… Genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse, Alevi hareketinde üç farklı çizgi olduğunu söylemek mümkün. Kurumları da farklı olan bu eğilimlerin en sağcısı, dinci gericiliğin temsilcisi olan AKP ve devletle işbirliği yapacak denli gerici bir konumdadır. İkinci eğilimi, CHP ve “ulusal Sol’a yakın bir çizgide bulunanlar temsil etmektedir.
Üçüncü eğilim ise, aralarında devrimci hareketin eski kadrolarının da bulunduğu, kendini sosyalist olarak gören ilerici kesimlerden oluşmaktadır. İlk iki eğilim düzenle uyumlu bir çizgide bulunmakta, genel bir ifadeyle Alevi burjuvazisinin konum ve tutumlarını yansıtmaktadırlar. Elbette bunlar emekçilerin belli bir kesimini de etkiliyorlar. Özellikle CHP çizgisine yakın duran kesim, sol/laik söylem kullanarak, düzenden hiçbir çıkarı olmayan Alevi emekçilerin azımsanmayacak bir kesimini etkileyebiliyor. Dinci gericiliğin mezhepçilikte sınır tanımayan pervasızlığı ise, işe yaramadığı bilinse de, “kötünün iyisi” diye CHP’ye verilen desteğin devamını sağlamaktadır.
Sol/sosyalist bir söylemle hareket eden üçüncü eğilim ise, fiilen reformist solun Alevi kurumlarındaki izdüşümü sayılabilir. Kimi zaman devrimcilere kapılarını kapatacak düzeye inen bu kesim, reformist sola paralel biçimde düzenle açık çatışmadan uzak durmaktadır.
Alevi hareketindeki bu farklılaşmanın temelinde son tahlilde sınıfsal konum farklılıkları vardır. Mezhep ayrımcılığının etki ve sonuçları tüm Alevi toplumun kesiyor olsa bile, bunun oluşturduğu sorunun anlamına, kapsamına ve çözümüne yaklaşım, sınıfsal konum, çıkar ve özlemlere göre farklılaşmaktadır. Dolayısıyla mevcut parçalanmışlık kaçınılmazdır ve olumlu bir gelişmenin ifadesidir. Söz konusu ayrışmayı sınıfsal zeminlerde derinleştirmek, sağcı ya da ulusal sol çizgideki burjuva akımların Alevi işçi ve emekçileri üzerindeki etkisini kırmak önemli bir ihtiyaçtır.
 DİNCİLİĞİN YAYILMASI VE ALEVİ KİMLİĞİNİN ÖNE ÇIKMASI! Alevi işçi-emekçiler ‘60’lı-70’li yıllarda sol/sosyalist harekete katılarak, varlıklarını hissettirmeye başladılar. Hem TİP’e oy desteği sağlayan, hem de (özellikle gençlik kesimiyle) devrimci harekete katılan Alevi emekçiler, sınıf hareketinin güçlü olduğu, toplumsal muhalefetin kitleselleştiği dönemlerde, mezhepsel ezilmişlikten kaynaklanan sorunlarla sınırlı bir konum ve tutumu öne çıkarmaya eğilim duymadılar.
Bu anlaşılır bir davranıştı. Zira devrim mücadelesi, tüm toplumsal ve siyasal sorunlar gibi, demokratik bir mücadele olan mezhepsel ayrımcılık ve baskıya karşı mücadeleyi de içeren ve aşan bir mücadeledir. Kapsayıcı ve birleştiricidir. Dolayısıyla genel devrim mücadelesinin güçlü olduğu bir dönemde, emekçiler için salt mezhepsel ezilmişlikle sınırlı bir mücadele
kaçınılmaz olarak önemsizleşir ve geri plana düşer. 12 Eylül faşist darbesi ile birlikte genel toplumsal muhalefete ve devrimci harekete acımasızca saldıran faşist cunta, buna paralel olarak planlı biçimde dinci gericiliğin önünü açtı. Bu arada Alevilere karşı da zorla asimile etme politikası izledi. Bu dizginsiz gericilik süreci, ‘90’lı yılların başından itibaren dinci gerici akımın belirgin bir şekilde güç kazanmasıyla sonuçlandı.
Aynı dönemde, Sovyetler Birliğindeki çöküşün ve dünya ölçüsünde devrim mücadelelerinin dibe vurmasının da sağladığı iklimde dincilik, Orta-doğu başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında güçlenmeye başladı.  “Sosyalizme saldırının yoğunlaştığı bu koyu gericilik döneminde, milliyetçilik ve dincilik emekçilerin bir kısmını da anaforuna alarak alabildiğine güçlendi”. Güçlenen egemen din ve mezhepler olduğu için, etnik, dinsel, mezhepsel baskı ve ayrımcılıklar da arttı.
Bu da doğal olarak karşı bir tepki ve direnç yarattı. Bu koşularda, Alevi hareketinin güçlenmesi, mezhepsel kimliğe yönelimin yaygınlık kazanması anlaşılır bir durumdur. Devrim mücadelesinin güçlü olduğu dönemde mezhepsel kimliği geri plana itenlerin, rüzgarın gericilikten yana estiği ve devrimci alternatifin alabildiğine zayıfladığı bir dönemde, alt kimlik ekseninde birleşip, baskı ve ayrımcılığa karşı mücadele etmeleri şaşırtıcı değildir.
Bu mücadele haklı, meşru ve ilericidir. Bununla birlikte gücünün sınırları vardır. Sınıfsal heterojenlik ve buna bağlı olarak hareket içinde burjuva katmanların gücü ve etkisi, beraberinde düzen sınırlarına hapsolmayı getirmektedir.
Bu durumun nesnelliğini ve geçiciliğini anlamak, buna uygun taktik politikalar saptamak gerekir. Mezhepsel baskı ve ayrımcılığa karşı Alevi emekçilerin mücadelesinin desteklemesi, ama gerçek çözümün, ancak her tür baskı ve ayrımcılığın kaynağı olan kapitalizmin yıkılmasıyla mümkün olacağının vurgulanması, işçi ve emekçi Alevilerin devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılması temel önemdedir.
Zira baskı ve ayrımcılığa karşı tepki, mezhepsel alana sıkıştığında devrimci hareketi negatif yönde etkiler. Oysa bu tepkinin ayrımcılığa karşı mücadele sınırında kalmaması, bu ayrımcılığın kaynağı olan düzene karşı mücadeleye, yani devrim ve sosyalizm mücadelesine kanalize edilmesi, devrimci hareket için önemli bir avantaj olacaktır. Şu veya bu düzeyde devrimciliğini koruyabilen geleneksel akımların bile rahatsız edici ölçüde “Alevicilik” çizgisine kaymaları açık olgusu karşısında, bu sorumluluk esas olarak devrimci sınıf partisine düşmektedir.
 PEKİ, ALEVİLİK SALT BİR MEZHEP Mİ? Dinler ve mezhepler konusundaki ilkesel Marksist tutum açıktır. Nitekim EKİM III. Genel Konferansı’nın (Mart 1995) konuya ilişkin değerlendirmesinde de ilkesel bir çerçeve isabetle çizilmiş, taktik tutum ve görevler de buna göre saptanmıştır.
Alevilik sorununun güncel ve tarihsel arka planına bakıldığında, olgunun dinsel bir alt kimlik olan mezhepten öte olduğu görülüyor. Tarihsel arka planda, merkezi otoriteye/egemen sınıflara karşı isyanların Alevilik görünümünde ortaya çıkması ve bunun yüzyıllara yayılması, dini inanca felsefi boyutlar katmış, döneminin ilerisinde olan belli değerlerin benimsenip yaşatılmasını olanaklı kılmıştır.
Feodal sömürüye mezhepsel baskının eklendiği göz önüne alındığında, sosyal sorunlardan kaynaklı olan halk isyanlarının mezhepsel kimlikle ifade edilmesi o çağda kaçınılmazdı. Dolayısıyla o isyanların ve sözlü edebiyat üzerinde yarattıkları etkinin yaygınlaşması, bunun kuşaktan kuşağa yeniden üretilerek 21. yüzyıla kadar taşınması, Alevilik olgusuna sosyal/kültürel bir boyut kazandırmıştır.
Elbette ‘60’lı-70’li yıllarda, gençliği başta olmak üzere Alevi işçi-emekçilerin devrim ve sosyalizm mücadelesine yoğun bir şekilde katılmaları, esas olarak sınıfsal bir tutumun dışavurumu olmuştur. Ancak bilindiği üzere baskı ve sömürüye maruz kalan işçi emekçiler Alevilerden ibaret değildir. Buna rağmen devrim ve sosyalizm mücadelesine yönelim, Alevi emekçileriyle kıyaslanmayacak düzeyde kalmış ve bu durum halen devam ediyor.
Devrime/sosyalizme bu yönelimin temel nedenlerinden biri, Aleviliğin “mezhepten öte” sosyal/kültürel/felsefi boyutlar taşımasından kaynaklanıyor. Bu olgunun gözden kaçırılmaması, Alevi işçi ve emekçilerin yeniden devrim ve sosyalizm mücadelesine kazanılması açısından önem taşıyor.
Kapitalizmin egemen olduğu koşullarda Aleviliğin ilerici/insancıl değerleri, doğal olarak kendini üretmekte zorlanıyor. Zira 'insan-insan' ilişkileri yerine 'meta-meta' ilişkilerini egemen kılan kapitalizm, ilerici/insani olan her şeye düşmandır. Aleviliğin belli tarihsel koşullarda yaratılan ilerici/insani değerlerini daha üst düzeyde içermek ve daha da ileriye taşımak ancak devrim ve sosyalizm mücadelesinin gelişmesi ve zafere ulaşmasıyla mümkündür.
Alevilik değerleri arasında yer alan “kadın-erkek eşitliği, dayanışma, paylaşım, ırkçı-mezhepçi zihniyetin reddi (72 millete bir nazarla bakmak)” gibi değerleri geliştirmek, öte yandan ise baskı, sömürü, eşitsizlik, ayrımcılık gibi musibetleri ortadan kaldırmak için, bu sorunların kaynağı olan kapitalizmle hesaplaşmak zorunludur. Kronik yapısal krizler döneminde bulunan kapitalist sistem, demokratik hakları geliştirmek bir yana, on yılların mücadeleleriyle kazanılan hakları da gasp etmek için saldırıyor. Mezhepsel baskılar dahil, demokratik sorunları daha da ağırlaştırıyor.
Gelinen yerde faşist baskıların artması, polis devletinin tahkim edilmesi, mezhepsel baskıyı da derinleştiriyor. Sünni bir tarikat zihniyetini temsil eden dinci-gerici iktidar hem mezhepçiliği körüklüyor, hem sıradan demokratik hakların kullanılmasına bile tahammül edemiyor. Bu koşullarda Alevi işçi ve emekçilerinin sınıfsal/mezhepsel baskıya karşı etkili bir mücadele yürütebilmeleri, her tür kötülüğün kaynağı ve yeniden üreticisi olan kapitalizme karşı meşru-militan mücadele saflarına katılmalarıyla mümkündür. Ali Berham ŞAHBUDAK….


Hiç yorum yok:

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...