28 Haziran 2015 Pazar

SİYASİ ELEŞTİRİ HAKKI NEDİR!




SİYASİ ELEŞTİRİ HAKKI NEDİR!

Saygı değer eleştirmenler ve sevgili dostlarım günlerdir CHP üzerinden birileri bir şeyleri kapatma peşinde koşarken Türkiye bölgesinde savaşa sürüklenmekte olan bir oldubittilerle karşı karşıya kalmışken bizler kalkmış CHP şöyle yaptı yok böyle yaptı diyerek ülkemizde yaşanılan skandalları görmezden geliyoruz ve CHP üzerinden HDP’i Meclise taşıdığı iddiası üzerinden ORTADOĞU da değişim ve dönüşüm yapılanması tamamen tamamlanmış olduğu gerçek resme ise gözlerimizi kapatmış bakıyor ve sadeçe izliyor görünmekteyiz.

Saygı değer arkadaşlarım Kuşkusuz ki CHP’de bir siyasi partidir elbet de eleştirilmelidir ancak ne var ki bu eleştiri Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu şahsında olmamalıdır” Kuşkusuz ki bende bir KEMALİST ATATÜRKÇÜ yurttaş olarak CHP çatısı altında bulunan kimi isimlere şiddetle karşıyım ancak bu demek değildir ki Ülkemde olup bitenlere göz yumup sadece CHP üzerinden CHP yi eleştireceğim burada söz konusu ülkemiz ise bizi daha büyük felaketler beklemekte 07.06.2015 Genel Secimler Sonuçları ortada MHP ayrı bit telden çalmakta HDP ayrı bil telden çalmakta Cumhurbaşkanı ise söylemeye gerek yok AKP ortada peki kim var CHP bizde kişisel egolarımızı tatmin için CHP üzerinden diğer siyasi yapılanmalara söz söylemek yerine CHP ve Genel Başkanını hedef alırsak bu ortamda kazanan yine karşı devrim olacaktır.

Sizlere kısaca eleştiri ve cevaplar nedir in anlamını kısaca dilimin döndüğü kadar açıklamak ve bu açıklamayı da sabırla okumanızı ister ve hakaret içermeyen cevaplarınızı beklerim…

ÖNCE SANAT ELEŞTİRİLERİ! :

Şiir, tiyatro, hikâye, roman, resim, heykel, film gibi bir sanat veya düşünce eserinin, zayıf ve güçlü yönleri göz önünde bulundurularak gerçek değerini belirleme amacıyla yapılan inceleme sonucunun anlatıldığı yazı türüne “eleştiri (tenkit)”denir. Bir kimsenin kendi eleştirisini yazarken ortaya koyduğu esere “otokritik”veya “özeleştiri” denir. Eleştirinin amacı, iyi ve güzel olan sanat yapıtının değerini ortaya çıkarmak, sanatı iyi ve güzel olmayandan kurtarmak, kalıcı bir niteliğe kavuşturmaktır. Sanatçıyı daha güzel, daha güçlü, daha olgun, daha başarılı eserler yaratmaya teşvik etmektir. 

Okura, izleyiciye ve sanatçıya kılavuzluk yapmaktır. Eleştirmen, hangi sanat eserini eleştirecekse o sanat dalının gerektirdiği birikime sahip olmalıdır. Bu yüzden, eleştiri yazmak kolay bir iş değildir. Eleştirmen; bir eseri veya kişiyi şekil, ruh, konu ve anlatım bakımından inceler. Eleştirmen, eser hakkında okuyucuyu her yönden bilgilendirir. Hem okura hem de eserin yazarına kendini geliştirmesi için yol gösterir.

BİR SİYASİ PARTİ NASIL OLMALIDIR!

DEVLETİ KURAN CHP MİLLETİ MİLLET YAPAN CHP acımasızca eleştirilen yine CHP…? “İnsanların siyasi iktidarı ele geçirmek ve kullanmak amacıyla bir araya gelmeleri, lider etrafında toplanmaları ilk çağlardan beri görülen bir olgu olmakla birlikte yaygın ve sürekli örgütlere sahip partiler günümüze özgü bir yeniliktir. Modern devlet bir partiler devleti halini almıştır. Siyasi partilerin ortaya çıkması ile birlikte temsili demokraside siyasetin tayini, yönlendirilmesi ve yürütülmesi, temsilcilerden siyasi partilere geçmiştir. Temsilcilerin mensup oldukları partinin politikasına bağlı olması da, parti politikasına dayanlı demokratik sistemlerin bir gereğidir. Böylece siyasi partiler demokratik bir sistemin vazgeçilmez unsurları haline gelmiştir”.

 “Seçim serbestliğinin gerçek bir anlam taşıması seçmenlerin çeşitli politika tercihleri arasında serbest bir seçme yapabilmelerine bağlıdır. Modern demokrasilerde bu tercihler siyasi partiler tarafından oluşturulur. Aynı zamanda siyasi partiler demokrasiyi yaşatan ve kalıcı kılan kuruluşlardır. Siyasi partiler, demokrasilerin tarihsel süreçte uygulanabilir olmasını sağlayan en önemli kurumlardan biridir. Siyasi partilerin modern anlamda ortaya çıkışları oldukça yeni kabul edilmekle birlikte, bu kuruluşlar son derece hızlı bir gelişme göstererek, hemen hemen bütün ülkelerde siyasi yaşamın temel unsurları ve başlıca dinamik güçleri haline gelmişlerdir.”

“Yine siyasi partiler, gerek iktidar ilişkilerinde gerekse karar alma sürecinin odak noktasında yer  almaktadırlar. Günümüzde partisiz rejimlere ancak siyasi modernleşme dışında kalmış bazı geleneksel toplumlarda rastlanmakta, bu bakımdan modern siyasi sistemlerin hepsinde partiler birinci derecede rol oynamaktadırlar. Siyasi partiler yolu ile örgütlenme siyasi düşünce özgürlüklerinin doğal bir uzantısıdır. Çünkü  siyasi düşüncenin kendini kabul ettirebilmesinin ve taraftar toplayabilmesinin en etkili yolu siyasi parti örgütlenmesidir. Siyasi partiler aracılığı ile seçmen kitlesini oluşturan milyonlar, kendi amaçlarını formüle etme ve karşı karşıya kaldıkları geniş meseleleri tartışma imkanı elde etmişlerdir.  

Böylece seçmen kitlesi en basit anlamda, tutarlı eylem ve sorumlu politikalar elde etmelerine imkan sağlayan bir aktarım aracına kavuşmuşlardır. Siyasi partiler bu aracılık görevini, genelde seçim mekanizması ile gerçekleştirmektedirler. Demokrasilerde siyasi partilerin vazgeçilmezliği kadar, seçimlerin varlığı da bir zorunluluktur. Gerçekte, siyasi partiler ve seçimler, birbirini tamamlayan, birbirinden ayrı düşünülemeyecek kavramlardır.”

“Siyasi partiler demokratik yönetimlerin ve bu nedenle seçimlerin başlıca öznesi olup siyasi partisiz siyaset ve seçim yapmak olanaksız denilebilir”.

Siyasi partilerin bu önemi göz önünde bulundurularak ülkeler siyasi partiler konusunda önemli düzenlemeler yapmışlardır. Siyasi partilerin kuruluşları, kurucuları, organlarının oluşumu, yönetim, hak ve yükümlülüklerine ilişkin kurallar, kapatılmaları, kaldırılması, yasak eylem ve işlemler, Anayasa ve yasalarda yer alabildiği gibi siyasi parti iç düzenlemelerinde de yer alabilmektedir. Siyasi partilere üye olabilme, siyasi parti kurabilme, siyasi etkinlikte bulunabilme, gelir kaynakları ve giderler konusunda bir kısım özel kurallar getirilebilmektedir.

Ayrıca uluslar arası kurallar ışığında temel hak ve özgürlüklerden olan siyasi parti kurma ve siyasi etkinlikte bulunma haklarının kısıtlanmaması asıl ise de ülkeler kendi ülke bütünlüklerini, demokrasiyi ve kamu düzenini korumak için bir kısım kısıtlayıcı kurallar getirebilmektedir. Bu kısıtlamalar demokratik hakları engelleme değil demokratik hakların korunmasını sağlayan uygulamalar olarak savunulmaktadır.

Esasen tarihsel gelişimleri bakımından siyasal partiler, hukuka ve anayasaya yabancı kurumlar olarak ortaya çıkmışlar ve uzunca bir süre bu metajüridik[6] özelliklerini korumuşlardır. Bu gün bile birçok ülkede bu özelliğin izlerini görmek mümkündür. Siyasal partiler kurumuna ilk kez anayasasında yer veren ve başta Türkiye olmak üzere bir çok ülkenin tipik bir örnek seçtiği Federal Almanya’da bile özel bir siyasal partiler yasasının çıkartılması Anayasa’nın yürürlüğe girişinden ancak 18 yıl sonra  gerçekleşebilmiştir.

Türkiye’de, 1961 Anayasa’sından bu yana anayasal düzeyde siyasal partilere “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak kurumsal güvence getirilmiş, bunun yanında parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma hakkını bir sübjektif kamu hakkı olarak düzenlenmiş, ayrıca Almanya’dan da önce Avrupa’da ilk kez 1965 yılında ayrıntılı bir siyasal parti yasası çıkartılmıştır.

1961 – 1980 yılları arasındaki dönemde Siyasi Partiler Hukuku açısından önemli değişiklikler olmuş; Nispi Temsil Sisteminin kabul edilmesi ve ülkede yeni düşünce akımlarının yeşermesiyle beraber parti sayısı artmış, bunlar arasındaki ideolojik farklılaşma da belirginleşmiştir. Yani böylece Türkiye gerçek anlamda çok partili sistemi yaşamaya başlamıştır.12 Eylül darbesinden sonra TBMM kapatılmış ve siyasal parti faaliyetleri askıya alınmıştır.. Siyasal partilerin hukuki statüsü 82 Anayasası’nda yeniden ve oldukça otoriter biçimde düzenlenmiş; 24 Nisan 1983 tarihli ve 18027 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2820 sayılı yeni Siyasi Partiler Kanunu bu alanı yeniden düzenlemiştir.

Ülkemizde siyasi partilerin güncel sorunlarının temel sebebi, anayasal ve yasal düzenlemelerin eksikliği, yetersizliği ya da çağdaş gelişmelere ayak uyduramaması değil, anayasal ve yasal düzenlemelerin aşırı müdahaleci içerik ve yapısıdır. Bu anlamda  Türk Partiler Hukuku’nun temel sorunu, anayasal güvenceye ve gerekse siyasal parti olgusunun doğasına ve iç dinamiğine uygun düşmeyen bir yoğunlukta olması ve bu düzenlemelerdeki kısıtlayıcı boyutun, güvenceyi önemsiz kılacak bir ağırlık taşımasıdır.

Ülkemizde siyasi partilerin güncel sorunlarının temel sebebi, anayasal ve yasal düzenlemelerin eksikliği, yetersizliği ya da çağdaş gelişmelere ayak uyduramaması değil, anayasal ve yasal düzenlemelerin aşırı müdahaleci içerik ve yapısıdır. Bu anlamda  Türk Partiler Hukuku’nun temel sorunu, anayasal güvenceye ve gerekse siyasal parti olgusunun doğasına ve iç dinamiğine uygun düşmeyen bir yoğunlukta olması ve bu düzenlemelerdeki kısıtlayıcı boyutun, güvenceyi önemsiz kılacak bir ağırlık taşımasıdır.

Temel anlamda sorunların kaynağı yasal düzenlemeler olmakla birlikte, bu sorunların en önemlisi ve başta geleni “parti içi demokrasi” sorunudur; diğer sorunlar ise “aday belirleme”, “üyelik ve örgütlenme”, “gelirleri harcamaları ve devlet yardımları”, “siyasi partilere yönelik yasaklar” olarak sıralanabilir. Bu çalışmada ülkemizdeki siyasi partilerin güncel sorunları ele alınmaktadır.


Çalışmada öncelikle siyasi parti kavramı, siyasi partilerin işlevleri ve yapısı üzerinde durulacak; daha sonra ülkemizdeki siyasi partilerin gelişimi ve siyasi partiler hukukunun gelişimi üzerinde durulacak olup,  ardından yukarıda zikredilen sorunlar yürürlükteki mevzuatla birlikte tek tek ele alınarak; mevcut sorunlara karşı çözüm önerileri ifade edilecektir. Tüm yorumcu  ve eleştirmenlere saygılarımla A.Berham ŞAHBUDAK…

24 Haziran 2015 Çarşamba

25,Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi

25,Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi



Laik Cumhuriyette Tam Bağımsız Solcu olabilmek! Bugün kimi sözde solcuyum diyerek eli kanlı terör örgütü olan PKK taşeronluğu solculuk mu? Tabi ki hayır!.. 27 Nisan sabahı İstanbul Bostancı’da bir evi kuşatan polis içerdeki teröristle çatışmaya başlıyor. Saatler süren çatışmadan sonra Emniyet yetkilileri olayla ilgili kamuoyuna bilgi veriyorlar, teröristin aşırı sol bir terör örgütünün üyesi olduğunu açıklıyorlar.

Aşırı sol dedikleri örgüt PKK’nın yan kuruluşlarından biri. PKK en başından beri Türk solcularını örgütlemek ve kullanmak için benzeri taşeron örgütler kuruyor. Nitekim adı anılan örgüt doğrudan PKK’ya bağlı olduğu gibi, öldürülen terörist de PKK kamplarında eğitilmiş, hatta PKK ile birlikte Türk Ordusu’na karşı savaşmış.

Peki, her şey bu kadar açıkken Emniyet neden aşırı sol örgüt der? Bu sol düşmanlığının ve solu hedef göstermenin sebebi nedir? Ya da farklı bir şekilde soralım; PKK’yı saklamanın anlamı nedir? Eskiden devlet sol örgütleri karalamak için onların bölücü, Kürtçü olduğunu söylerdi, şimdi ise PKK’lıları karalamak için solcu olduklarını!..

Nerden nereye gelmişiz... Çatışma sırasında evde bulunan terörist ise telsizden polisle tartışıyor; Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ları unutmadıklarını söylüyor... Gazeteler ise yıllar önce Maltepe’de bir evde aynı şekilde Mahir Çayan’ın da polisle çatıştığını yazıyor.

Deniz’i de Mahir’i de çoktan unutmuşsunuz: 1970 sonrası yaratılan ucube sol anlayışın meyveleri bunlar elbette. Deniz Gezmiş’i unutmamak, Mahir Çayan’ı unutmamak ne demek acaba? Mesela onlar gibi Türk bayrağıyla yürüyüş yapmak... Soralım hemen benzeri anlayıştakilere, yapabilir misiniz? Ya da mesela Ege’de Türk köylerine gidip, oradaki köylülerle toprak mücadelesi verebilir misiniz?

Bağımsız Türkiye diyebilir misiniz?: Gerçek milliyetçi biziz diye bildiri yayınlayabilir misiniz? Atatürk Anıtı’na gidip çelenk koyabilir misiniz? Ben Türk Ordusu’yla asla savaşmam, Türk Ordusu benim ordum diyebilir misiniz? Altı Ok’u savunabilir misiniz?: Amerikan askerlerini kaçırabilir, İsrail hedeflerini vurabilir misiniz? Ben Misak-ı Milli’den yanayım diyebilir misiniz? Elbette diyemezsiniz... O halde polise değil halka dönün ve ona hesap verin. Siz Deniz’i de Mahir’i de zaten çoktan unutmuşsunuz!

Deniz ve Mahir Atatürkçüydü: Deniz ve Mahir’in yanlışı silahlı mücadeleye savrulmaktı, doğruları ise sağlam birer Atatürkçü ve antiemperyalist olmaları. Ancak ondan sonra gelenler nedense Deniz ve Mahir’in doğrularını terk edip yanlışlarını kökleştirdiler. Böylelikle Deniz’lere ve Mahir’lere en büyük kötülüğü yaptılar.

İnsanların gözünde Deniz ve Mahir’i basit birer teröriste dönüştürme çabasının bir ucundan devlet tuttu, bir tarafındansa bu tür solcular. Telsiz başındaki tartışma, bu nedenle bir tartışma değil anlaşmadır. Ama Deniz ve Mahir birer terörist değillerdi. Hele hele kimsenin taşeronu değillerdi. Sol’a bu tür taşeronluğun ve Kürtçülüğün bulaştırılması Deniz ve Mahir’ler öldürüldükten sonra başladı.

Kürtçülüğü başlatan peki kimdi “ ( Bu bir iddia tabi o danın sahibi de ben degilm araştırmalar sonucu  olarak Dünün işçi Partisinin Bu günün ise 000 % 1 oy alan Vatan Partisinin Sayın Genel Başkanı Doğu Perinçek’tir denilmekte”) Bu iddialardan yola çıkarak biraz eskilere dogru yola çıkalım o yılların Devrim savunucuları ve bağımsızlığımızın yılmaz bekçileri Türk Milletinin iftiharları bakın neler diyorlardı Deniz ve Mahir’in Perinçek’e nasıl da karşı çıktıkları ortadadır. Ama 68 döneminde Perinçekçiler hep bir avuç kaldı ve solu etkileyemedi. Sol Perinçekçiler gibi Kürtçü değil Atatürkçü oldu.

Deniz ve Mahir’lerin öldürüldüğü bir ortamda sola Kürtçülük, Ordu ve Atatürk karşıtlığı egemen oldu. Onlar yaşarken bunu yapamazlardı, çünkü Deniz de Mahir de buna izin vermezdi. O halde bugün sol adına ortaya çıkan ve solcu olduğunu iddia eden anlayışın Deniz’lerle ve Mahir’lerle hiçbir ilişkisi yoktur.

1 Mayıs’ta Türk bayrağına saldırmak Aynı sol çarpıtmanın bir diğer yansıması ise 1 Mayıs günü ortaya çıktı. Yanlışın bir ucunda yine o tür sol gruplar vardı. Taksim’de İstiklal Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı ve Sıraselviler Caddesi’nde toplanıp ara sıra polisle çatıştılar. Hadi bu çatışmayı yine de mazur görelim ve solun çocukluk hastalığına yoralım. Asıl üzerinde durmamız gereken bambaşka bir şey. Taksim yabancı şirket ve mağazalarla dolu. Ve yine bankalarla. Bakıyoruz göstericiler bir banka şubesine saldırmışlar sadece. Nedeni ise camındaki Türk bayrağı.

Türk bayrağının üzerine bir çarpı çekilmiş ve taşlanmış. Şimdi bunu yapan zavallı kendisini bir de solcu görüyordur. Sen onca Amerikan mağazasını atla, yabancı bankaları es geç ve gel camında Türk bayrağı var diye bir bankaya saldır. Ne oldu antiemperyalizme... Ne oldu Bağımsız Türkiye özlemine... Demek ki bu tür gruplar Amerikan bayrağı altında solculuk yapmayı kabullenebilirler ama Türk bayrağına ta¬ham¬mülleri yoktur.

AB’ci sendikanın solculuğu Diğer tarafta ise DİSK. Avrupa Birliği’nden beslenen sözde solcu sendika. DİSK’e göre Taksim’e çıkmak, 1 Mayıs’ı Taksim’de kut¬lamak en büyük hedef. Maksat 1 Mayıs’ı kutlamak değil, Taksim’e çıkmak. 1 Mayıs’ı kutlayacak sendika, ilk önce bir işçi sendikası olduğunu bilmeli ve bunun için de işçi sınıfını örgütlemeli. Peki, DİSK işçileri örgütlüyor mu? Hayır! DİSK’in artık çoğu işkolunda sözleşme yapma hakkı bile yok. Demek ki DİSK’in işçiyle bir ilgisi kalmamış.

Avrupa Birliği heyetleriyle görüşmekten işçi örgütlemeyi unutmuşlar çünkü. Ama her yıl 1 Mayıs’ta solcu bir çıkış yapıyor. Yanına marjinal sol grupları takıp polisle çatıştırıyor. Peki DİSK kortejinde işçi var mı? Yok! Peki kimin bayramını kutluyorsunuz o zaman? Gören de DİSK’i militan bir sendika sanacak.Neden AKP’nin faşist uygulamalarına karşı meydana dökülmez bu sendika? Neden özelleştirmelere karşı Taksim’e yürümez bu sendika? Türkiye bir krizle sarsılırken neden işçileri alıp meydana inmez bu sendika? Demek ki dertleri işçinin hakkını savunmak değil, hele hele AKP’ye karşı çıkmak hiç değil. 1 Mayıs timsahları İşte böylesi bir 1 Mayıs geçiriyoruz. Sokaklar maskeli gençlerle polisin çatışmasına tanık.

Sendika patronlarının keyfi yerinde, ille de Taksim’e di¬yor. Solculuğu çok uzak yıllarda bırakmış, artık patronluğa terfi etmiş medya Taksim’de ısrarlı, gösterileri tam destekliyor. Ve İstanbul’un varoşlarını Taksim’e dökenler, şehrin dışındaki lüks sitelerinde sol vicdanlarını tatmin ediyor. Sorsanız hepsi Taksimci. Ama evden ve televizyondan izleyecekler. Taksim’e elbette gitmeyecekler.

Ve yine aynı zenginleşmiş 68 artığı kuşak, Bostancı’da çatışan teröristten yana. Deniz’ler ölürken evlerinde saklanan. Mahir’ler ölürken samanlıkta saklanan bir kuşak bu. Deniz’leri Mahir’leri kurban verip onlar üzerinden solculuk taslayan bir züppe güruhu. Keyifleri yerinde, maddi güçleri yerinde, dertleri yok, tasaları yok, düzenle hiçbir çatışmaları yok; çatışma ne demek, bu düzen sayesinde varlar... Ama hep en soldan çıkış yaparlar. Tabii evlerinden. Taksim’e çıkılmasından yanaysan, çık o zaman Taksim’e de biraz tutarlı ol.

Polisle çatışan teröristin yanındaysan, gir sen de çatışmaya. Solculuk bayrağını sevmektir Yıllar önce Kadıköy’de olaylı bir 1 Mayıs yaşanmıştı. Silahlı çatışmalarda ölenler olduğu halde bir görüntü kalmıştı insanların aklında: Kadıköy’de lalelerin üstüne çıkmış tepinen bir genç kız. O kız çok tepki çekmişti.
Varoşlardan akan bir gençliğin, yoksulluğun en vahşi tepkisiydi. Basında insanlar uzun uzun tartışmış, ne sosyolojik analizler yapılmıştı. Ne çok kınamışlardı genç kızı. Ama şimdi başka gençler Türk bayrağını çiziyor, taşlıyor. Gazetelerdeki o sosyologlardan çıt yok. Sol’un büyük ağabeyleri sus pus. Neden çıkıp da hiç kimse kendi bayrağını taşlayanın solcu olamayacağını anlatmaz. Solcu olmak toprağını sevmektir en başta. Ama o toprak bağımsızsa, üzerinde kendi bayrağın dalgalanıyorsa mutlu olursun.

Solculuk toprağın üstündeki bayrağı indirmek değil, bayrağın dalgalandığı toprağı adil kılmak mücadelesidir. Solculuk öncelikle yurdunu sevmektir... A.Berham ŞAHBUDAK…

22 Haziran 2015 Pazartesi

MHP PUSULASINI ŞAŞIRTMIŞ???

MHP PUSULASINI ŞAŞIRTMIŞ???

MHP AcilenAtatürk’ün Nutkunu Tekrar Gözden Geçirmelidir”…
Atatürk Ve Kemalist Devrimlerin, Aydınlanma ve Modern Çağa Dönüş Eylemi olduğunu anlamak için mutlak Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutkunu tekrar tekrar okumalıdır!...

Atatürk devrimlerinin temel amacı, çağdaş bir yaşam biçimi kazandırmaktır oysa bu çağdaş yaşam biçimini 13 yıl da ortadan kaldıran AKP ile nasıl hesaplaşacaktır… MHP 07.06.2015 Sonrası anlamı ve mantığı olmayan anlamsız gerekçelerle polemik yaratarak AKP iktidarıyla hesaplaşacağını söylemesi hiç de inandırıcı değildir. Çünkü 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP ve AKP Adayı olan ve bugün AKP den hiç de iyi ayrılmayan dönemin Çankaya Noteri Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı şecile bilmesi için koşar adımlarla TBMM’ye koşan o günün MHP’siyle; bugün aynı sözde ilkelerden bahseden MHP, 367’yi nasıl deldiğini ve Erzurum Cumhuriyet meydanında göstermelik attığınız urganları unutmadık.

Siz ilkeler üzerine değil değirmenlerinize su taşımak üzere siyaset yapmaktasınız. Kaldı ki dün ve bugün sizler tarafından Türk Milletinin gözlerinin içine bakarak kimi AKP’li yöneticiler ve terörist başı Öcalan için bugün meydanlarda çürümeye yüz tutmuş attığınız o  urganlar  var ya dikkat edin de  sizin ayaklarınıza dolaşmasın ; siz bugün hala neyin peşindesiniz…?

Bugün kalkmış hala kırmızıçizgiler deyip AKP’yi bir tarafa bırakarak, “HDP bir PKK uzantısıdır” diyerek halkı aldatıyorsunuz. Peki, PKK açıkça ben Özerklik istiyorum ve ocalanı serbest bırakın diyor ya gizliden gizliye sizin desteklerinizle AKP bugün Ülkeyi satıyor olası bir iç savaşa sürüklüyor yandaşa ülke kaynaklarını peşkeş çekiyor aile boyu servetlerine servet katıyor siz kalkmış yok PKK yok terörist yok kırmızıçizgi ” atı alan üskidarı değil ülkenin dört tarafını geçmiş sen hala ne diyorsun”  bu sizin için daha mı iyi…  

Oysa AKP ve siz MHP yıllardır HDP-AKP-MHP olarak aynı çatı altında ülkemiz aleyhine oluşturulmuş olan tüm yalan yanlış yasaları al takke ver külah hesabı yaparak birlikte çıkardınız.   

 “Kadere bakınız ki bundan tam 8 yıl önce yine MHP’nin sözde kırmızı çizgileri o çizgiler ki ülkemizi bugün ne hale getirdi ülkemiz bir genel seçimden çıkmıştık tıpkı bugün ki gibi Başta CHP olmak üzere hatta AKP dâhil Sayın Sezer sonra yeni seçilecek Cumhurbaşkanı için uzlaşma aranırken MHP yine durmadı hemen ben hazırım diyerek koşar adımlarla TBMM koştu neymiş efendim Can kayayı 367 mahkum edemezmiş peki etmedin de ne oldu ey MHP herhalde bugün çok mutlusundur 2007 sonrası da  çark ettin bugünde çark edeceksin”  Tıpkı dün olduğu gibi!...

Sizin 2007 sonrası TBMM’ye koşar adımlarla giderek 367’i biz çıkaracağız dediniz ve sorgusuz sualsiz Çankaya yeni bir Noter gönderdiniz o noter ki önüne giden her kanunu adeta jet hızıyla kanunlaşması için araştırmaya dahi gerek duyulmaksızın onaylıyordu aslında bugün tüm bunların sorumlusu olan Çankaya AKP ve MHP olarak gönderdiğiniz o noter mi yoksa sizin aslı astarı olmayan o anlamsız kırmızı çizgileriniz mi bugün siz MHP lirler olarak eğer 367‘i delmeseydiniz bugün ülkemiz daha normal olarak yönetiliyor ola bilirdi ülkemizin bugün tüm yaşadığı sancılı ortamı ve kaos ortamını MHP olarak siz hazırladınız çünkü verdiğiniz hiçbir sözünüzün arkasında durmadınız sizde haklısınız çünkü ülke yönetimini AKP ile siz zaten birlikte yönetiyorsunuz sadece başbakan ve bakan değilsiniz o nedenledir ki CHP ile niçin koalisyon olasınız ülkeymiş yolsuzluklarmış terörmüş talanmış hukukmuş yargıymış halkmış vs bunlar zaten sizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor o nedenle AKP size daha yakın çünkü o da verdiği sözlerden çark etti sizde ne farkınız var ki… Siz hala hangi ilkelerden bahsediyorsunuz ey MHP…

Kısaca MHP gecen bu zaman dilimi içerisinde sürekli sağ gösterip sol vurdu siz MHP’li üst düzey yöneticiler gerçekten sizler birer yurtsever ve tam bir milliyetçi ola bilseydiniz bugün sizler Türk milletinin sesine kulak tıkamış olmazdınız yıllardır AKP’nin Ülkemiz aleyhine çıkardığı stratejik önemde olan tüm yanlış yasaları birlikte onayladınız. Şimdi bu neyin nesidir ki siz CHP’nin size sunduğu onurlu teklifi anlamsız mesnetsiz gerekçelerinizle yok saymaktasınız Oysa CHP size gelin yok olmakla karşı karşıya bırakılan Laik Cumhuriyeti sizinle birlikte yeniden onurluca inşa edelim demişti...

Anlaşılan odur ki siz MHP olarak ne AKP den ne de terör örgütü PKK’dan hesap soracak niyettesiniz al takke ver külah hesabı yürüyüp gideceksiniz çünkü siz anlamı ve temel dayanağı olmayan ifadelerinizle bugün TBMM’de teröristler var diyerek halkı aldatmaktasınız oysa o terörist dediğiniz insanlarla yıllardır aynı çatı altında güle oynaya aynı havayı teneffüs ettiğinizi nasılda unuttunuz?

Bunu sizlerde gayet iyi biliyorsunuz ki onlar ne terörist nede başka bir şey halkın oylarıyla seçilmiş milletvekilleridir bunun perde arkası ban başka bir şey… Bugün TBMM’de terörist diyerek aşağıladığınız HDP’nin bir çok milletvekilini tanırım tamamı değilse dahi % 30 ‘ u katkısız öz be öz Tür Alevi MİLLETVEKİLİDİRLER tıpkı HDP’nin de TBMM sizin gibi 80 sandalyesi vardır. Siz 45 yıllık MHP’nin de 80 sandalyesi vardır. Onlar niçin size faşistsiniz demiyor da siz onlara terörist diye hitap ediyorsunuz? Hani siz çağdaş hukukun üstünlüğüne ülkenin bölünmez bütünlüğüne halkların eşitliğine inanmış bir siyasi partiydiniz, ne oldu da bu ilkelerinize de birden bire çark ettiniz ey MHP!…

Ey MHP’ dahi kim biliyor musun? Dahi ülkesi için çağdaş yaşamı sağlayacak, hukukun üstünlüğünü savunacak kurumları, ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak şekilde oluşturulmasının önünü açacak kişilerdir ve bu kişilerin de ülkesinden başka çıkar düşünmeyen siyaset adamlarıdır!. Ey MHP DÜŞÜN “Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” özdeyişi devrimlerin ve Çağdaş yaşamımızın temeli olmuştur bunu sakın aklından çıkarma ve halkı sakın aldatma!.

İşte Önderimizin bu sözleri aydınlanmadır, akıl ve bilimi kullanmadır. Ortaçağ düşünce ve karanlığında yaşamının atılması, çağdaş yaşama geçilmesidir. Türk toplumu Atatürk’ten önce de çağdaş uygarlığa geçme çabası içinde olmuştur. XVII. yy’ dan beri bu çabalar görülmektedir.

MHP Önder Mustafa Kemal ATATÜRK daha neleri başardı haberin var mı “Atatürk’ün bu aydınlanma çabalar, İslam kültürü çevresinden çağdaş batı kültürüne geçme çabalarıdır”. Sıradan bir kültür çevresi değişiminden çok, Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçme çabalarıdır. Tanzimat’la resmileşmiş olan çağdaşlaşma, ortaçağdan kurtulamamıştır. Bunu ortaçağdan ayıracak adımlar ancak Atatürk devrimleriyle gerçekleşmiştir. Devrimlerin temel anlamı da budur. Siz MHP olarak hala ortaçağ karanlığından kurtulamadınız mı?

Oysa ortaçağ kültürü, bir kültür biçimi olarak insanlık tarihinin evrensel bir olgusudur, yadsınamaz. Antik kültür üzerine kurulmuş ve gelişmiş bir kültür biçimidir. Hıristiyanlık ve İslamiyet, uzun yıllar ortaçağ kültürünü sürdüre gelmiştir. Aslında bu iki kültür birbirine çok yakındır. Dinsellik bu iki kültürün baş özelliğidir. Bir okul felsefesi olan skolâstik ortaçağ felsefesidir.

Ortaçağ eğitiminden de söz edecek olursak; Batı ve Osmanlı üniversiteleri skolastik tutumludur, temel Aristo felsefesidir. İslam felsefecileri, Aristo felsefesini yorumlamaya, İslam’a bağdaştırmaya, açıklamaya çalışmışlardır. Fatih S. Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu’ya Fatih Medreseleri’ni kurdurmuştur. Floransa’da Platon Akademisi kurulmuş, Rönesans kültürüne büyük katkılarda bulunmuştur.

Paris, Oxford vb. üniversiteler çok daha hümanist öğretim ve araştırmaya çoktan başlamıştır. Osmanlı medreseleri çağın gerisinde kalmıştır. Cumhuriyete kadar gelen bu tutum,Öğretim Birliği Yasası ile değiştirilmiştir.Rönesans, yeniden doğuş anlamı taşımaktadır. Ortaçağ felsefesine bir tepkidir, bağımsız bir felsefedir. Felsefe konusu ve amacını kendi belirlemiştir. Rönesans düşünürü, tutkulu bir araştırmacıdır. Büyük buluşlar ve keşifler de araştırma coşkusunun payı büyüktür. Rönesans dinsel yaşantıya da özgürlük getirmiştir. Din kendini belirlemesi demek olan vahiy değil, aklın ürünü olarak tanımlanmış, açıklanmıştır.

Rönesans’ta “doğayı bilmek” konusu, bilginin egemenlik sağladığını açık olarak göstermektedir. Aristo’nun “Yeryüzü ve gökyüzü, yapı ve yasaca birbirinden ayrıdır, evren sonlu ve duruk varlıktır, yer evrenin merkezidir” görüşü ortaçağ görüşüdür. Buna karşılık Rönesans’ta Kopernik, Güneş merkezli evren sistemiyle yeni doğa bilimini başlatmıştır. Kepler ve Galilei de bilimsel olarak işlemişlerdir. Bütün bunlara karşılık, bilim adamlarının işi zor olmuştur. Çeşitli cezalar, aforozlar, adam yakmalar yaşanmıştır. XVIII. yy Rönesans felsefesi aydınlanma felsefesi olarak da tanımlanmaktadır.

Rönesans eğilimleri XVII. yy’ da kendini göstermeye başlar. Descartes, Spinoza, Libniz vb. düşünürler bu kültür felsefesini XVIII. yy’ a taşımışlardır. “ Ey MHP Aydınlanma, Çağdaşlaşma insanın kendi düşmüş olduğu ergin olmayış durumundan, yani kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamama durumundan kurtulmasıdır.” (İ.Kant)“Aklını kendin kullanma cesaretini göster” sözü aydınlanmanın parolası olmalı… Ergin olmayan insan, tembel ve korkaktır. Onun yerine düşünen, karar veren, uygulayan vardır hep. “Ancak bağımsız düşünebilen insan başarılı olabilir”. Aydınlanma, bir gelişme, ilerleme, olgunlaşma sürecidir. Yeniçağ, tarih konusunda da yeni bir anlayış getirmiştir.

Ortaçağ dünya görüşünün aksine, öbür dünyadan bu dünyaya, bilime, akıla yöneliş vardır. Tarih görüşünde; ortaçağın durağanlığına karşılık, yeniçağ değişimi getirmiştir. “Değişmeyen tek şey değişimdir.” (Herakleitos) Bu değişim din kültüründen dünya kültürüne geçiş anlamı taşır. Tarih; yasasını dıştan değil, kendinden edinen, yaratan bir gerçek olmuştur, tümüyle insanındır. Rönesans döneminde gözler öbür dünyadan bu dünyaya çevrilmiştir. İnsan ümmet toplumundan kendini kurtarıp, kişiliğini bulmuştur.

İnanma ve araştırma özgürlüğü kurulmuştur. Dünya görüşü insanlaşmış, tarihi yaşam da doğal olarak anlamaya vardırılmıştır. Aydınlanma içinde bulunan J. J. Rousseau’nun Fransız devrimine etkisi yadsınamaz. İngiliz devrimi ve Amerikan Hukuk Bildirgesi’nin temelini de aydınlanma oluşturur.

Atatürk’ün, Türk toplumunu kesin olarak yöneltmeyi istediği yeni batı uygarlığının temel niteliği aydınlanma tutumudur. “Akla uygun olmayan, hiçbir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, korunmasında direnen ulusların ilerlemesi çok güçtür. Belki hiç olmaz. İlerlemek yolunda bağları ve koşulları aşamayan uluslar, çağa uygun, akla uygun bir yaşam içinde olamazlar. Genel yaşamda görüşü geniş olan ulusların ellerine düşüp, onlara tutsak olmaktan kurtulamazlar.” (Atatürk’e) Gözlerimizi kapatıp, herkesin ayrı ve dünyadan uzak yaşadığımızı düşünemeyiz”.

Bir sınır içinde kalıp, dünya ile ilgisiz yaşayamayız. İleri ve uygar bir ulus olarak, çağdaş uygarlık alanı içinde yaşayacağız. Bu yaşama da ancak bilgiyle teknik ile olur. Bilgi ve teknik nerede ise oradan alacağız. Ulusun her bir insanının kafasına koyacağız. Bilgi ve teknik için başka bağ, başka koşul yoktur.” (Atatürk)Şimdiye kadar ulusun beynini paslandıran, uyuşturan ve bu istekte bulunanlar olmuştur. Herhalde zihinlerde bulunan boş inançlar, tümüyle atılacaktır.

 Ey MHP  sen  hala hangi ilke ve kavramlar peşindesin senin bir ilken varmı “ Bak ilke ve direniş neymiş kısaca anlatayım 19. Yüzyılda devrimin odağı Batı Avrupa'da toplumsal mücadelenin merkezini oluşturan  işçi ve emekçi sınıfı vardı bu müçadele  sermaye sınıfına karşı amansız yürütülen bir eşit paylaşım mücadelesiydi yani kapitalizme karşı sosyalizm ve cağdaşlaşma hukukuğ üstünlüğü için yapılan  hak mücadelesiydi sen şimdi kalkmış CHP üzerinden ilkeler ve terörüstler diye kendi idolojinle ve secim meydanlarında söylediğin sözlerle celişmektesin”.

 Kapitalizmin emperyalizm aşamasına yükseldiği 20. Yüzyılda devrim artık emperyalizme  karşı verilmiş en geniş kapsamlı  işçi ve emekçi sınıfının  birlikte verdiği mücadelenin bir ürünüidi. Bu anlamlı devrimin odağı ise  Avrupa'dan Asya'ya kaydı.  19. Yüzyıl Avrupası'nda sağ-sol ayrımı olarak kapitalizme karşı devrim mücadelesi olarak belirlenmişti. 20.Yüzyılda ise sağ-sol ayrımı emperyalizm ve yerli işbirlikçileri ile milli siyasal akımlar arasındaki saflaşma olarak belirlendi. Artık Avrupa ve Kuzey Amerika gericiliğin yani sağın, Asya-Afrika-Latin Amerika ise devrimin yani solun merkezi oldu. Lenin, çağı tanımlarken "İlerici Asya, gerici Avrupa" diyordu. Devrimi ve Cağdaşlaşmayı böyle tanımlıyordu…

Bu yüzden vatan, millet, bağımsızlık, özgürlük, emek gibi kavramlar 20. ve 21. Yüzyılın sol değerleridir. “ Sen bunları zaten anlayamazsın “ Ancak bugün Türkiye'de toplum sol-sağ kavramlarından farklı şeyler anlıyor. Onun için sol-sağ ayrımı yerine bağımsızlık, aydınlanma, özgürlük, emek gibi somut kavramları kullanmak amaca daha iyi hizmet eder diyerk tüm değer yargılarını bütünlüğ içerisinde taşıdığına inanıyot…

Türkiye'de vatansız ve kimliksiz sağcılıgı  temsil eden partiler ve örgütler oldular,sol ise halen öz değerleri olan  çağımızdaki  mevzisi olan vatanı ve milleti terk etmeyecek tek görüşteki Devrim yolunda ilerleyen yurtseverler oldular , 19 yüyılın sonunda ve 20 yüzyılın başlarında başlayana  emperyalist kuşatmasını yenerek tarihde büyük devrim olan yeni bir devri kurdular  ülkemizi bölünmez bir vatan  milletimizi ise ayrılmaz bir millet oluşturan Kemalist Devrim' ışığında T.C.DEVLETİNİ KURDULAR  “Peki ya sagcılar günümüze değin  birer sagcılar olarak geldiler “ ve bir kısmı ise silinip gitti, bir kısmı ise buğün ya PKK'nın kuyruğuna yapışıp ülkemize silah cekmekteler yada emperyalizmin birer maşası  olarak  çeşitli örğütler ismi altında orta doğuyu kana bulamaktalar size düşen ise MHP olarak doğru durup doğru adımlarla ülkemizin içine düşürüldüğü bu karanlığı CHP ile birlikte söküp atmak olmalıdır.
                                                       
Vatansızlaşan sogcıların % 70 ‘nin   yüreği ise şimdilerde  ABD emperyalizminin bombardıman uçaklarının başarısı için çarpıyor. Vatansızlaşma yolculuğu varacağı yere vardı, karşıdevrimciliğe ise çoktan ulaştı oysa siz yılarca bunlarlaaynı havayı soludunuz ve aynı catı altında birlikte oldunuz o zamanlar ilkelerini ve hedefleriniz yokmuydu AKP nin her getirdiği yasaya neredeyse evet dediniz siz aslında tireni 2007 genel seçimlerinden sonra 367 ‘i delerek bu gelişmelere zaten izin vermiştiniz bugün Ülkemizde ayakta kalan  tek bir ğüc var o da emek ve işçi ğüçüdür bunları  bugün ülkemizde  savunanlar ise  sadece ve sadece sol örğütlerdir çünkü söz konusu olan vatan ve Türk milletidir diğer taraftan ise  tek parti var oda   CHP dir, çünkü Kemalist Devrimlerle Laik CUMHURİYETİ kuran tek parti odur  bu sistemden kurtuluşun tek adresi ise  yine CHP dir bunu sakın aklından çıkarma ey MHP…

Türkiye, Önder Mustaf Kemal ATATÜRKÜN ölümünden sonra  60 yıldır sekteye uğratılmış olan tam
bağımsızlığına ulaşmak için çabalarken bugün  hedeflerini tuturamamış Milli Demokratik Devrim aşamasındadır. Bu mevziye girmeyen ya da bu mevzide sağlam durmayan sağ örgütler veya Partiler, elli yıllık da olsalar silinir giderler yada sonra kendilerini emperyalizmin kucağında bulurlar tıpkı bugün AKP ‘nin orta doğu politikasında oldugu gibi.


(Atatürk)20 yüzyıl başında Türk Milleti için bir gelecek inşa ederken Bütün bunları da Kemalist bir Devrimle yaparken Dünyada bir çok örneği olmayan Devrimleri halkına armağan ederken, Aydınlanma Çağdaşlaşma hukukun üstünlüğünü sosyal Devlet ilkelerini Laik CUMHURİYETTE inşa ederken siz bugün 21 yüzyılın bilgi ve teknolojilerinde hangi ilkeler ve görüşlerden bahsedersiniz bugün biz aydın ve çağdaş yurttaşlar olarak bize emanet edilen bu Laik CUMHURİYET’İ kollamak ve korumak için hiç kimsenin şüphesi olmasın daima Tür milletinin yanında olacağız çünkü Buna en büyük kaynak  “Atatürk’ün Nutku”dur da ondan. A.Berham ŞAHBUDAK… 20.06.2015
                                                                                


                                                                                       DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ
                                                                                       PLATFORMU Genel Başkanı. A.Berham ŞAHBUDAK

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...