23 Kasım 2016 Çarşamba

LAİK CUMHURİYET'İN LAİK ÖĞRETMENLERİ

LAİK CUMHURİYET'İN LAİK ÖĞRETMENLERİ

Hayatımız da birçok değerleri borçlu olduğumuz ’’ Başöğretmenimiz’’Olan M.K. ATATÜRK ve sizler eğitim emekçisi öğretmenlerimiz ve dolaysıyla da; emeklisi, çalışanı bütün öğretmenlerimizin; Gönül isterdi ki; yazıma öğretmenlerimizle ilgili oldukça güzel haberler ve gelişmelerden bahsederek başlayayım.

Ancak günümüz koşulları maalesef buna imkân vermemekte mevcut iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığının ısrarlı tutumu sonucu gerek çağdaş eğitim alanlarımızda gerek sosyal ve inanç alanların da’ ciddi kırılmalar yaşanmakta kim öğretmenlerimiz maalesef bugün imam olarak anlaşılamamakta.” Oysa Önderimiz M.K. ATATÜRK’ÜN işareti ise tam tersi öğretmenlerimiz BİLİMİN ve AYDINLANMANIN ANAHTARIDIR DEMEKTE!

Ancak buğun ÜLKEMİZDE AKP- İktidarıyla Eğitimde ciddi bir yozlaşma ve gerileme dönemine girilmiştir ’’ Din öğretmenlerimizi ülke genelinde çağdaş eğitim kurumlarımızın başına idareci olarak ataması yetmezmiş gibi M.E. B. MÜFREDATI CUMHURİYET KAZANIMLARI DAHİL KOMPLE DEĞİŞTİRİLMİŞTİR ve sözde bu alandaki boşluğu doldurmak içinde cami imamlarını din dersi öğretmenleri veya branş öğretmeni olarak okullarımızda istihdam etmesi ve cami imamlarının yerine de yeni imamlar vermesi ÇAĞDAŞ LAİK EĞİTİM SİSTEMİNE CİDDİ DARBE VURMUŞTUR bu durum okullarımızda ve din alanlarında ciddi tartışmalara sürüklemiş ve mevcut müfredatının da dışına çıkılarak tam bir İslami argümanları barındıran anlayış hakim olmuştur, oysaki ki

ÖNDERİMİZ M.K. ATATÜRK’’ÜN işaret ettiği çağdaş eğitim bu değildir. Sevgili Öğretmenlerimiz, Bizleri yetiştirirken eminiz ki birçok fedakarlıkta bulundunuz. Nice sıkıntılara göğüs gerdiniz. Onca yaşadıklarınıza rağmen; bir gün de, 'Açım, üşüdüm, hastayım vs' demediniz. Sanki ağzınıza kilit vurdunuz. Zor şartlar altında, 'off ' demeden, her öğrencinizin bütün sıkıntılarına eğildiniz’’ onları cumhuriyetimize laik bir birey olmaları için elinizden geleni esirgemediniz.

Atatürk İlke ve Devrimlerini, genç beyinlere anlatmak ve Onları Türkiye Cumhuriyeti için yetiştirebilmek en büyük ideallerinizdi. Ama bugünkü sonuca baktığım zaman, bir bilseniz ki neler söylemek geliyor Sevgili öğretmenlerimiz inanıyorum ki bunlarında üstesinden geleceğiz hep birlikte. Sizler, eğitim orduları bugünkü durumlara düşürülmeye asla layık değilsiniz.

Aslında yeriniz başımızın üzeridir. Ama maalesef, Atatürkçü Düşünce karşıtları tarafından bu şartları yaşamak zorunda bırakılıyorsunuz. Bunları oluşturan, yani Atatürk ve O'na ait değerleri yok etmek ve dolaysıyla da Türkiye Cumhuriyetini Ortaçağ Karanlığı'na sürüklemek isteyen Gerici, Yobaz ve Dinciler (Dini her türlü menfaatleri için kullananlar) geçmişte vardı ve gelecekte de olacaktır. Bunların üstesinden gelmenin tek yolu Atatürk Aydınlanmasını ve Türk Devrimlerini Türk Ulusu'na anlatmaktır.

Milli Mücadele ve daha sonraki yıllara baktığımızda; Atatürk'ün, Öğretmenlere ne büyük değer verdiği açıktır.’’ Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir' sözü bunu tespit eden örneklerden sadece birisidir.

O, Ulusal Kurtuluş Savaşının yoğun ortamında bile ilgisini Öğretmenlerimiz üzerinden bir an eksik etmemiştir.’’ ’’ Ulusal Kurtuluş Savaşının, Kütahya-Eskişehir civarında bütün şiddetiyle sürdüğü 1921 yılı Temmuz ayının ortalarında; Öğretmenler Kongresinin Ankara'da toplanması kararlaştırılmıştır. Savaşın bütün azametine karşılık’’ Ankara'da da oldukça yoğun çalışmalar yapılmıştır. Bu yoğun temponun içinde, bir gün, Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi ( TANRIÖVER ) Bey ile Öğretmenler Derneği Başkanı Mazhar Müfit ( KANSU ) Bey, Meclis Başkanı Mustafa Kemal'i, Meclis'teki odasında ziyarete giderek.

Hamdullah Suphi Bey, Efendimiz (-Fazla vaktinizi almayacağız) diyerek, sözünü, başlar (-Mazhar Müfit Beyin başkanı olduğu Öğretmenler Derneği birkaç gün sonra Ankara'da toplanacak. İki yüzden fazla öğretmenin de bu toplantıya katılması bekleniyor. Fakat Fevzi Paşa'yı dinleyince tereddüde düştük. Savaşın yoğun olduğu bir sırada böyle geniş bir toplantı size ayak bağı olabilir. Uygun görürseniz erteleyelim ) diye bitirerek, durumu kısaca arz eder.

Mustafa Kemal, (Hayır, hayır ertelemeyin!) diyerek öneriye karşı çıkar ve (Cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaştan daha az önemli değildir. Toplantıya katılacağım ve bir de konuşma yapacağım) şeklinde ifade eder görüşünü'.Savaşın zaferle sonuçlanmasının ardından Cumhuriyet'in ilanı gerçekleşir. Bu süreçte, Atatürk düşüncelerini arkadaşlarıyla, bilim ve edebiyat adamlarıyla her fırsatta konuşur ve tartışır. Çünkü Türk Ulusu için eğitimin ne denli önemli olduğu ortadadır. Asırlardır cahil bırakılmış insanımız, bu karanlığın içinden sadece eğitilerek çıkartılabilir. Cumhuriyetimizin ilanından sonra, Atatürk Öğretmenlerin görev ve sorumluluklarını bulduğu her fırsatta dile getirir.

Öylesine ki; Cumhuriyet'i sonsuzluğa taşıyacak Türk Gençliğini yetiştirme sorumluluğunun öğretmenlerde olduğunu belirtirken: Öğretmenler! Cumhuriyet'in özverili Öğretmen ve Eğiticilerini sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve özverinizin derecesi ile uyumlu bulunacaktır. Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki; Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür nesiller ister' der.
Ne acıdır ki; Atatürk'ün aramızdan ayrılışının ardından kısa bir süre sonra, ülkeyi yöneten siyasi iradenin ilk olumsuz faaliyetlerini maalesef eğitim üzerinde görürüz. Köy Enstitülerinin kapatılması bunun açık bir kanıtıdır. Çağdaş Eğitim'in hiçbir gereğine yeterince ilgi gösterilmezken; bıraksanız medrese eğitimini yeniden uygulamaya koyabilecek siyasi hırs, maalesef’’ Atatürk Aydınlanması ve Türk Devrimleri konusunda arzulanan mesafeyi kat edememiş olan Türk Ulusu'nun bir kesiminden destek de görür.

Laik Cumhuriyet'in Değerli Öğretmenleri, Sizin, Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet'in Temel Değerleri ve bugüne değin elde edilmiş Kazanımları'na olan inanç ve bağlılığınızdan asla şüphemiz yoktur. Ancak, Devlet'te hızla dinci kadrolaşma yapılıyor, bir kısım branşlarda ki öğretmenlerimiz atama beklerken, sözleşmeli öğretmen uygulamasıyla, mevcut siyasi zihniyete uygun gençlerin eğitim ordusuna yerleştirilmesi sağlanıyor olsa da; Siz, Laik Cumhuriyet'in Öğretmenleri yılmadan ve Atatürkçü Düşünce karşıtlarına aldırmadan, kararlı bir şekilde Türk Gençliğini yetiştirmeye devam etmelisiniz.

Atatürk'ün; 'Öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zafer, sizin zaferleriniz için yalnızca ortam hazırlar. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız ve sürdüreceksiniz. Kesinlikle de başarılı olacaksınız. Öğretmen, ödülünü yıllar sonra alır' ifadesi sizin için rehber olmalıdır. Cumhuriyet’in emanet edildiği Türk Gençliği, Sizi, asla unutmayacaktır! Ali Berham ŞAHBUDAK… 23.11.2016.


     DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ
PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK



21 Kasım 2016 Pazartesi

SİYASİ ELEŞTİRİ HAKKI NEDİR!

SİYASİ ELEŞTİRİ HAKKI NEDİR!
ÖNCE SANAT ELEŞTİRİLERİ!
Şiir, tiyatro, hikaye, roman, resim, heykel, film gibi bir sanat veya düşünce eserinin, zayıf ve güçlü yönleri göz önünde bulundurularak gerçek değerini belirleme amacıyla yapılan inceleme sonucunun anlatıldığı yazı türüne “eleştiri (tenkit)”denir. Bir kimsenin kendi eleştirisini yazarken ortaya koyduğu esere “otokritik”veya “öz eleştiri” denir.

Eleştirinin amacı, iyi ve güzel olan sanat yapıtının değerini ortaya çıkarmak, sanatı iyi ve güzel olmayandan kurtarmak, kalıcı bir niteliğe kavuşturmaktır. Sanatçıyı daha güzel, daha güçlü, daha olgun, daha başarılı eserler yaratmaya teşvik etmektir. Okura, izleyiciye ve sanatçıya kılavuzluk yapmaktır. Eleştirmen, hangi sanat eserini eleştirecekse o sanat dalının gerektirdiği birikime sahip olmalıdır. Bu yüzden, eleştiri yazmak kolay bir iş değildir. Eleştirmen; bir eseri veya kişiyi şekil, ruh, konu ve anlatım bakımından inceler. Eleştirmen, eser hakkında okuyucuyu her yönden bilgilendirir. Hem okura hem de eserin yazarına kendini geliştirmesi için yol gösterir.

BİR SİYASİ PARTİ NASIL OLMALIDIR!

DEVLETİ KURAN CHP MİLLETİ MİLLET YAPAN CHP acımasızca eleştirilen yine CHP…? 

“İnsanların siyasi iktidarı ele geçirmek ve kullanmak amacıyla bir araya gelmeleri, lider etrafında toplanmaları ilk çağlardan beri görülen bir olgu olmakla birlikte yaygın ve sürekli örgütlere sahip partiler günümüze özgü bir yeniliktir. Modern devlet bir partiler devleti halini almıştır. Siyasi partilerin ortaya çıkması ile birlikte temsili demokraside siyasetin tayini, yönlendirilmesi ve yürütülmesi, temsilcilerden siyasi partilere geçmiştir. Temsilcilerin mensup oldukları partinin politikasına bağlı olması da, parti politikasına dayanlı demokratik sistemlerin bir gereğidir. Böylece siyasi partiler demokratik bir sistemin vazgeçilmez unsurları haline gelmiştir”.

 “Seçim serbestliğinin gerçek bir anlam taşıması seçmenlerin çeşitli politika tercihleri arasında serbest bir seçme yapabilmelerine bağlıdır. Modern demokrasilerde bu tercihler siyasi partiler tarafından oluşturulur. Aynı zamanda siyasi partiler demokrasiyi yaşatan ve kalıcı kılan kuruluşlardır. Siyasi partiler, demokrasilerin tarihsel süreçte uygulanabilir olmasını sağlayan en önemli kurumlardan biridir. Siyasi partilerin modern anlamda ortaya çıkışları oldukça yeni kabul edilmekle birlikte, bu kuruluşlar son derece hızlı bir gelişme göstererek, hemen hemen bütün ülkelerde siyasi yaşamın temel unsurları ve başlıca dinamik güçleri haline gelmişlerdir.”

“Yine siyasi partiler, gerek iktidar ilişkilerinde gerekse karar alma sürecinin odak noktasında yer  almaktadırlar. Günümüzde partisiz rejimlere ancak siyasi modernleşme dışında kalmış bazı geleneksel toplumlarda rastlanmakta, bu bakımdan modern siyasi sistemlerin hepsinde partiler birinci derecede rol oynamaktadırlar. Siyasi partiler yolu ile örgütlenme siyasi düşünce özgürlüklerinin doğal bir uzantısıdır. Çünkü  siyasi düşüncenin kendini kabul ettirebilmesinin ve taraftar toplayabilmesinin en etkili yolu siyasi parti örgütlenmesidir. Siyasi partiler aracılığı ile seçmen kitlesini oluşturan milyonlar, kendi amaçlarını formüle etme ve karşı karşıya kaldıkları geniş meseleleri tartışma imkanı elde etmişlerdir.

Böylece seçmen kitlesi en basit anlamda, tutarlı eylem ve sorumlu politikalar elde etmelerine imkan sağlayan bir aktarım aracına kavuşmuşlardır. Siyasi partiler bu aracılık görevini, genelde seçim mekanizması ile gerçekleştirmektedirler. Demokrasilerde siyasi partilerin vazgeçilmezliği kadar, seçimlerin varlığı da bir zorunluluktur. Gerçekte, siyasi partiler ve seçimler, birbirini tamamlayan, birbirinden ayrı düşünülemeyecek kavramlardır.” “Siyasi partiler demokratik yönetimlerin ve bu nedenle seçimlerin başlıca öznesi olup siyasi partisiz siyaset ve seçim yapmak olanaksız denilebilir”.

Siyasi partilerin bu önemi göz önünde bulundurularak ülkeler siyasi partiler konusunda önemli düzenlemeler yapmışlardır. Siyasi partilerin kuruluşları, kurucuları, organlarının oluşumu, yönetim, hak ve yükümlülüklerine ilişkin kurallar, kapatılmaları, kaldırılması, yasak eylem ve işlemler, Anayasa ve yasalarda yer alabildiği gibi siyasi parti iç düzenlemelerinde de yer alabilmektedir.

Siyasi partilere üye olabilme, siyasi parti kurabilme, siyasi etkinlikte bulunabilme, gelir kaynakları ve giderler konusunda bir kısım özel kurallar getirilebilmektedir.

Ayrıca uluslar arası kurallar ışığında temel hak ve özgürlüklerden olan siyasi parti kurma ve siyasi etkinlikte bulunma haklarının kısıtlanmaması asıl ise de ülkeler kendi ülke bütünlüklerini, demokrasiyi ve kamu düzenini korumak için bir kısım kısıtlayıcı kurallar getirebilmektedir. Bu kısıtlamalar demokratik hakları engelleme değil demokratik hakların korunmasını sağlayan uygulamalar olarak savunulmaktadır.

Esasen tarihsel gelişimleri bakımından siyasal partiler, hukuka ve anayasaya yabancı kurumlar olarak ortaya çıkmışlar ve uzunca bir süre bu metajüridik özelliklerini korumuşlardır. Bu gün bile birçok ülkede bu özelliğin izlerini görmek mümkündür. Siyasal partiler kurumuna ilk kez anayasasında yer veren ve başta Türkiye olmak üzere bir çok ülkenin tipik bir örnek seçtiği Federal Almanya’da bile özel bir siyasal partiler yasasının çıkartılması Anayasa’nın yürürlüğe girişinden ancak 18 yıl sonra  gerçekleşebilmiştir.

Türkiye’de, 1961 Anayasa’sından bu yana anayasal düzeyde siyasal partilere “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları” olarak kurumsal güvence getirilmiş, bunun yanında parti kurma, partilere girme ve partilerden ayrılma hakkını bir sübjektif kamu hakkı olarak düzenlenmiş, ayrıca Almanya’dan da önce Avrupa’da ilk kez 1965 yılında ayrıntılı bir siyasal parti yasası çıkartılmıştır.

1961 – 1980 yılları arasındaki dönemde Siyasi Partiler Hukuku açısından önemli değişiklikler olmuş; Nispi Temsil Sisteminin kabul edilmesi ve ülkede yeni düşünce akımlarının yeşermesiyle beraber parti sayısı artmış, bunlar arasındaki ideolojik farklılaşma da belirginleşmiştir. Yani böylece Türkiye gerçek anlamda çok partili sistemi yaşamaya başlamıştır.12 Eylül darbesinden sonra TBMM kapatılmış ve siyasal parti faaliyetleri askıya alınmıştır.. Siyasal partilerin hukuki statüsü 82 Anayasası’nda yeniden ve oldukça otoriter biçimde düzenlenmiş; 24 Nisan 1983 tarihli ve 18027 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2820 sayılı yeni Siyasi Partiler Kanunu bu alanı yeniden düzenlemiştir.

Ülkemizde siyasi partilerin güncel sorunlarının temel sebebi, anayasal ve yasal düzenlemelerin eksikliği, yetersizliği ya da çağdaş gelişmelere ayak uyduramaması değil, anayasal ve yasal düzenlemelerin aşırı müdahaleci içerik ve yapısıdır. Bu anlamda  Türk Partiler Hukuku’nun temel sorunu, anayasal güvenceye ve gerekse siyasal parti olgusunun doğasına ve iç dinamiğine uygun düşmeyen bir yoğunlukta olması ve bu düzenlemelerdeki kısıtlayıcı boyutun, güvenceyi önemsiz kılacak bir ağırlık taşımasıdır.

Ülkemizde siyasi partilerin güncel sorunlarının temel sebebi, anayasal ve yasal düzenlemelerin eksikliği, yetersizliği ya da çağdaş gelişmelere ayak uyduramaması değil, anayasal ve yasal düzenlemelerin aşırı müdahaleci içerik ve yapısıdır. Bu anlamda  Türk Partiler Hukuku’nun temel sorunu, anayasal güvenceye ve gerekse siyasal parti olgusunun doğasına ve iç dinamiğine uygun düşmeyen bir yoğunlukta olması ve bu düzenlemelerdeki kısıtlayıcı boyutun, güvenceyi önemsiz kılacak bir ağırlık taşımasıdır.

Temel anlamda sorunların kaynağı yasal düzenlemeler olmakla birlikte, bu sorunların en önemlisi ve başta geleni “parti içi demokrasi” sorunudur; diğer sorunlar ise “aday belirleme”, “üyelik ve örgütlenme”, “gelirleri harcamaları ve devlet yardımları”, “siyasi partilere yönelik yasaklar” olarak sıralanabilir.

Bu çalışmada ülkemizdeki siyasi partilerin güncel sorunları ele alınmaktadır. Çalışmada öncelikle siyasi parti kavramı, siyasi partilerin işlevleri ve yapısı üzerinde durulacak; daha sonra ülkemizdeki siyasi partilerin gelişimi ve siyasi partiler hukukunun gelişimi üzerinde durulacak olup,  ardından yukarıda zikredilen sorunlar yürürlükteki mevzuatla birlikte tek tek ele alınarak; mevcut sorunlara karşı çözüm önerileri ifade edilecektir. Tüm yorum ve eleştirmenlere saygılarımla A.Berham ŞAHBUDAK…

“LAİK CUMHURİYETTE “ KERBELA KATLİAMI…!...

“LAİK CUMHURİYETTE “ KERBELA KATLİAMI…!...

“Sizi sahtekar emevi islam takiyecileri sizi “ Allah'ın Dini olan kutsal İslam dinini kendi çıkarınız için hasat mezat satan iki yüzlü sahtekarlar sizi"  Siz ki şeytana dahi pabucunu ters giydirir kendi kirli ilişkileriniz için şeytanı dahi kandırırsınız oysa ki yok saydığınız  Aleviler bakın Kutsal İslam Dinini ve  inandıkları İslamiyeti nasıl Allah'a  ve Peygamber efendimize yakararak yaşıyorlar sizi sahtekar din düşmanları sizi...

Siz sahtekar takiyeciler Aleviler  bakın çemlerinde ehlibeyte için nasıl göz yaşları döküyorlar ya siz  Allah'ın Dini Olan İslamla Allah'ı ALDATTIĞINIZ gibi birde İslam Dinine yürekten inanmış " Kurandan başka Allah'a yakarmak için aracı istemeyen inançlı insanları yok sayıyorsunuz “ Tıpkı katil IŞID’İN  masum ve savunmasız halkı  katlettiği  gibi sizi de katlediyorsunuz sizin bu canilerden farkınız ne..? Siz ki camiler ibadet haneler olarak değil adeta  birer militan yetiştirip
masum halkın içine gönderip onları katlediyorsunuz… 

Peygamber efendimizin torunu cennetin efendisi Hz Alinin İlk göz bebeği İmam Hüseyin için göz yaşı dökenler kim yine Aleviler ya siz  sahtekar ahde dinciler siz mi Müslümansınız yoksa göz yaşı döken bu Ülkenin aydınlık yüzü olan Alevi yurttaşlarımı”… İşte Kerbela da yaşanan o kanlı olaylar tıpkı SİVAS MARAŞ CORUM ve GAZİDE olduğu gibi bugün halen bu ve benzeri katliamlar 21,yy da dahi yaşanmakta dır günümüzde Irak sinirlari  içinde yer alan cografi bir terimdir KERBELA....  Kerbela’yi önemli kilan Hz. Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oglu üçüncü Imam Hüseyin’in 680’de Emevi halifesi Muaviye oglu Yezid’in askerleri tarafindan Kerbela’da sehit edilmesidir.

Bu insanlik disi katliam tarihe “Kerbela Olayi” olarak geçmistir. Kerbela olayi aradan asirlar da geçse unutulmayacak kadar derin, anlamli, ögreticidir. Kerbela, iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, lanetli ile kutsalin, karanlik ile aydinligin hesaplasmasidir. Imam Hüseyin burada kutsalligi, mazlumu, aydinligi temsil etmektedir.( Imam Hüseyin’in sehit edildigi ve Türbesinin bulundugu kenttir.)

PEKİ KERBELA OLAYI NASIL GELIŞTI!...

Kerbela Olayi’nin kökeni Hz. Peygamberin veda haci’na ve yazilmayan vasiyetine kadar gider.  Bilindigi gibi Hz. Muhammed peygamberligini açikladiktan sonra Islamiyet hizla gelisti. Bu gelisme Mekkeli müsrikleri telaslandirdi.
Onlar Hz. Muhammed’e olmadik engeller çikardilar. Hz. Muhammed bütün bu engelleri asti. Hz. Muhammed bütün bu müsriklerin, putperestlerin çikardigi sorunlar ve engellerle mücadelede en büyük yardimi Hz. Ali’den görüyordu. Hz. Ali Peygamberin yaninda egitim almis, Islamiyet’i ilk kabul etmis ve ayni zamanda Peygamberin kizi Hz. Fatma ile evlenerek Peygamberin soyunun sürdürücüsü olmustu. Hz. Ali Kuran’da geçen ve onlarca hadiste geçen Ehlibeyt’tendir. Ehlibeyt Hz. Muhammed’in ailesi demektir. Ehlibeyt Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den olusmaktadir.

Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra Islam dini gelismeye devam etti. O kadar gelisti ki, Mekkeli putperestler bile Müslüman oldular. Iste bu putperestlerin içinde Mekke’nin en zengin kisilerinden biri olan Ebu Süfyan da vardi. Ebu Süfyan ve benzerleri Islam’a Peygambere inandiklari için Müslüman olmadilar. Onlar gelisen Islamiyet’in maddi degerlerine sahip olmak için Müslüman oluyorlardi. Hz. Muhammed bütün bunlari görüyor ve ona göre de önlem aliyordu. Hz. Muhammed çok açik bir sekilde kendisinden sonra Müslümanlarin önderinin (Halifesinin) Hz. Ali olmasi gerektigini beyan etmistir. Ama bütün bunlar hiçe sayildi.
Hz. Muhammed’in vefatindan sonra bu eskinin putperest, müsrik bezirganlari bir ara geçis dönemi hazirladilar.
Bu dönemde sirasiyla Ebubekir, Ömer ve Osman halife oldular. Daha sonraki dönemde ise Hz. Ali halife oldu. Hz. Ali’nin halifeligi daha bastan engellenmis ve onun asagilanmasi, yigitliginin, fedakârliginin basitlestirilmesi saglanmisti. Hz. Ali bütün bu oyunlara karsi dogru bildigi Hak yolundan sasmamis, dünya malina, paraya pula tamah göstermemisti. Hz. Ali kendisine yapilan onca haksizliga karsin sabir göstermis, Islam toplumunun içine nifak sokulmasin diye, kan dökülmesin diye insanlari dogruluga davetini sürdürmüstür. Ama ne yazik ki, Hz. Ali’nin bütün bu çabalarina karsin dünya malina tamah gösterenler, gözünü iktidar hirsi bürümüs olanlar bunu anlamiyordu.
Nitekim Ebu Süfyan oglu Muaviye yaptigi bin bir dalavere ve haksizlikla kendisini halife ilân ediyordu. Islamiyet’i bir iktidar araci olarak görüyordu. Muaviye Hilafeti de babadan ogula geçecek bir kurum olarak sekillendiriyordu. Muaviye dönemindeki Emevi saltanati salt Hilafet için degil, ayni zamanda kendi iktidarlarina hizmet edecek bütün din disi gelenekleri, töreleri, adetleri din adina kurallastiriyor, kurumlastiriyordu. Hz. Ali ve Ehlibeyt var gücüyle bütün olumsuzluklari gidermeye çalisiyor, insanlari gerçege davete devam ediyorlardi. Ama Muaviye acimasizdi. Hz. Ali sehit ediliyor, ardindan ikinci imam Hasan zehirlettirilerek sehit ediliyordu. Bu arada Muaviye ölüyor, yerine oglu Yezid geçiyordu. Yezid kendi iktidari için Imam Hüseyin’i tehlikeli görüyordu. Çünkü Imam Hüseyin Ehlibeyttendir. Yani Hz. Peygamberin torunu, Hz. Ali’nin ogluydu. O, dogrulugun, hakkin, adaletin, gerçeklerin yilmaz savunucusuydu.  
Bu arada Emevi saraylarinda din disi ne varsa din adina mesru gösteriliyordu. Halk isyan ediyor ama Emevilerin kurdugu askeri teskilat halka göz açtirmiyordu. Iste Küfe halki da baskilardan bikmisti. Küfeliler her gün Imam Hüseyin’e davet üstüne davet gönderip, kendisini halife olarak kabul ettiklerini belirtiyorlardi. Imam Hüseyin engin öngörüsüyle Küfelilerin ihanet edebileceklerini biliyor buna karsin kendi sorunlulugunun geregini yerine getirecegini söylüyordu. Ve Imam Hüseyin yakin aile çevresi ile Küfe’ye varmak için yola çikiyordu. Emevi saltanatinin sürdürücüsü lanetli Yezid bu durumu haber aliyor ve önüne engeller çikariyor, onu öldürmek için planlar kuruyordu. Yezid ve taraftarlari Küfelilerden Hz. Hüseyin taraftarlarini baski altina aldilar.
 Bazilarini ise rüsvetle ve çesitli vaatlerle Imam Hüseyin’den bagliliklarini vazgeçirdiler. Imam Hüseyin’in ailesi yaklasik 70 kisiden olusuyordu. Buna karsin Yezid’in ordusu ise binlerce kisiden. Yezid’in komutanlari, Imam Hüseyin’e Yezid’e biat etmesini ve böylelikle onu birakacaklarini söylediler. Imam Hüseyin asla zalime biat etmeyecegini, boyun egmeyecegini ve gerekirse bunun için sehit olacagini defalarca tekrarladi.
Imam Hüseyin dedigi gibi yapti ve Yezid’e biat etmeyerek, onurlu bir sekilde direnerek sehit düstü. Kerbela Olayi Islam’da saflari netlestirmistir. Zalime asla biat edilmeyecegini göstermistir. Alevilik inancinda Kerbela Olayi büyük bir öneme haizdir. Aleviler dünyanin neresinde olurlarsa olsunlar, adlari ne olursa olsunlar, Hz. Hüseyin’e baglidirlar. Onun için oruç tutarlar, yas tutarlar. Onun çektigi acilari bir nebze de olsa hissetmek için çile çekerler. Aleviler sadece yas tutarak Imam Hüseyin’i anmazlar. Ayni zamanda ondan her defasindan bir seyler ögrenirler. Dünya döndükçe, insanlar varoldukça Kerbela unutulmayacak.

IMAM HÜSEYIN: Imam Hüseyin, milâdî takvime göre, 625 (626) Medine’de dogmustur. 10 ekim 680’de Kerbelâ’da sehit edilmistir. Imam Hüseyin, Islâm peygamberi Hz. Muhammed’in torunudur. Birinci imam Hz. Ali’nin oglu ve ayni zamanda üçüncü imamdir. Imam Hüseyin, yasantisiyla, davranislariyla, cesaretiyle sadece Islâm âleminde degil, bütün insanlik için görkemli bir abidedir. Imam Hüseyin’in yasadigi dönemde zalim Emevi egemenligi hüküm sürüyordu. Emevi iktidarini kurumlastiran Muaviye, Imam Hüseyin’in babasi Hz. Ali’yi ve abisi ikinci Imam Hasan’i kendi iktidari için tehlikeli görmüs ve binbir entrikayla onlari sehit etmisti. Muaviye ölünce yerine oglu Yezid’i tayin etmisti.

 Ogul Yezid’te babasinin kanli iktidarini korumak istiyordu. Muaviye, Hz. Peygamberle yillarca savasmis olan, Mekkeli müsriklerin önderi olan bir ailedendi. Hz. Peygamberin hicretinden sonraki dönemde Islâmiyet’in gelismesi ile beraber bu aile artik Müslümanlari yenemeyecegini görünce takkiye yaparak Islamiyet’i seçmislerdi. Oysa bilinir ki; bu ve benzer ailelerin amaci gelisen Islâmiyet’in degerlerine sahip olmakti. Bunlar bu amaçla Islâmiyet’i benimsiyorlardi.

Dolayisiyla Islâmiyet’in ilk temsilcileri olanlari, yani gerçek Müslümanlari saf disi birakiyorlardi. Bu müsrikler günümüze degin sürecek bir çatismanin tohumlarini o zaman basariyla ektiler. Iste sevgili Imam Hüseyin, böylesi bir çagda ya dedesinin, babasinin ve abisinin yolunda gidecekti, yani Hak yolunu bütün zorluklarina ragmen taviz vermeden savunacakti, ya da müsriklerin temsilcisi Yezid’e boyun egip, biat edecekti. Imam Hüseyin, Emevi iktidarinin halki baski ve zulüm altinda inlettigi bu dönemde Küfe kentindeki halktan bir davet aldi.

Bu davette Küfeliler artik Yezid’in zulmünden biktiklarini ve kendisini önder (Halife) olarak kabul ettiklerini belirtiyorlardi. Imam Hüseyin insanlari dolayisiyla Küfelileri iyi taniyordu. Ve giderse basina neler gelecegini biliyordu. Bütün bunlara ragmen Imam Hüseyin kendisine bagli ailesi ve bir grupla Küfe sehrine dogru yola çikti. Imam Hüseyin`in yola çiktigini haber alir almaz hemen planlara baslayan Yezid, onu durdurmanin ve kendisine biat ettirmenin yollarini aradi. Yezid 5 (bes) bin kisilik bir orduyla Kerbelâ çölünde Imam Hüseyin’e pusu kurdu.
Ordunun komutanlari, Imam Hüseyin’e Yezid’e biat ettigini beyan etmesini istediler. Imam Hüseyin Yezid’e boyun egmekten ve onun kanli zulüm iktidarini tanimaktansa sehit olmayi yegledigini kararlilikla Yezid’in gözlerini para hirsi bürümüs askerlerine ve korkup sözlerinin arkasinda durmayan Küfelilere haykirdi. Bundan sonrasi dünyanin gördügü en haksiz savaslardan biriydi. Bir tarafta Islâmin peygamberinin torunu, diger tarafta kanli iktidarin temsilcileri. Imam Hüseyin’in gücü 72 kisiydi. Yezid’in askerleri ise 5 000. Imam Hüseyin ve arkadaslari serefli bir sekilde Yezid’in askerlerine karsi direndiler. Ama güç dengelerinin esitsiz oldugu bu savasta yenildiler.
Imam Hüseyin aldigi onlarca kiliç ve ok darbesi sonucu yarali düstü. Yezid’in askerleri vahsete doymuyordu. Ve Yezid’in komutanlarindan Simr Imam Hüseyin`in mübarek basini keserek bir tepsi içinde Sam’daki sarayinda Yezid’e sundu. Daha sonra sevgili imamin basi Sam sokaklarinda gezdirildi.  Tarihe Kerbelâ olayi olarak geçen bu hadise Islâm aleminde saflari netlestirmisti. Imam Hüseyin sadece yasantisiyla degil, sahadetiyle bütün insanliga bir mesaj vermistir. Imam Hüseyin bir semboldür. Yigitligin, fedakârligin, mazlum olmanin sembolü. Imam Hüseyin, verdigi mesajda sonu ne olursa olsun asla ama asla Yezid’e, dolayisiyla zalime ve onun zulmüne boyun egmeyecegini bütün dünyaya sahadetiyle kanitlamistir. Insanlik var oldukça Imam Hüseyin var olacaktirAli Berham ŞAHBUDAK


ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...