29 Mart 2020 Pazar

Türkiye Cumhuriyeti AKP Elinde Nereye Sürükleniyor!


Türkiye Cumhuriyeti AKP Elinde Nereye Sürükleniyor!

#çağdaş ve #laik #cumhuriyetimiz 
bugün " bir kuşatmayla karşı karşıya! Bugün #ülkemiz maalesef "AKP ve Saray yönetimiyle adeta bir belirsizliğe doğru sürüklenirken tek adam yönetiminin aldığı kararlarla da adeta bir akıl tutulmasıyla karşı karşıya!
15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan hain darbe girişiminin nedenleri ve sonuçları henüz bir netlik kazanmamışken!
AKP’nin ve Saray yönetiminin yaratmak bu kaos anlaşılır değildir. Bu darbe girişimi, iktidarda bulunan AKP eliyle kurulan rejimin temel niteliklerine karşı bir siyasal hareket değil, tersine “ Hain darbeyi gerçekleştirenlerle AKP bundan tam 97 yıl önce kurulan cumhuriyetle doğrudan husumet içinde olması ve mevcut Cumhuriyet yönetiminin değiştirmek isteyen güçlerin iktidar mücadelesiyle doğrudan ilgilidir.
Ortada Türkiye sermaye sınıfının, AKP eliyle kurulmaya çalışılan İkinci Cumhuriyet rejiminin büyük bir krizi vardır. Siyasal ve ekonomik anlamda “istikrar” vaat ve propaganda eden AKP’nin -bırakın istikrarı- yönetmiş olduğu ülkede devlet kurumları arasında bir iç savaş yaşanması, AKP’nin “istikrar” yalanını objektif olarak ortaya koymuştur.
Bu durum, ülkemizin AKP tarafından sürüklendiği felaketin eşiğini geçerek, uçurumdan aşağı yuvarlanması olarak okunmalıdır.
Bugün darbe girişimine karşı zafer turları atanlar, AKP’nin yol açtığı bu zarara ve gelinen aşamaya bu noktadan bakmalıdır. AKP istikrar ve refah getirmemiş, iktidar olduğu yıllar boyunca uyguladığı iç ve dış politikanın sonuçları olarak bombalı katliamlar ve şimdi de darbe girişimleriyle ülkemizin başına fazlasıyla bela olmuştur.
Çünkü yaşanan darbe girişiminin aktörleri ve arkasındaki güçler, bizzat AKP ile birlikte 1923 yılında kurulmuş Cumhuriyet’i yıkmış yerine yeni bir rejim inşa etmeye çalışmışlardır. Darbe girişiminin arkasında gösterilen cemaat, AKP’nin iktidar ortağı idi ve AKP iktidarı, bugün kendisini hedef alan darbecilerin ortaklığı ile bugünlere gelmiştir. Bu gerçek bütün yurttaşlarımız tarafından görülmelidir.
Daha dün ordu içerisinde Balyoz, Ergenekon vs. adlarla bir dizi Atatürkçü ve ulusalcı subayın tasfiyesine imza atanlar, “asker vesayeti ve darbeye hayır” diyerek bu tasfiyeleri gerçekleştirmiş, bugün ise bizzat darbe girişiminde bulunarak gerçek niyetlerini ortaya koymuşlardır. Bu darbecilerle dün kol kola Ergenekon ve Balyoz davalarında savcılık üstelenen Erdoğan, bugün kendisini iktidara getirenlerin hamlesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Bu darbe girişimini “tek başına” ülke içindeki güç çekişmeleri ile açıklamak yanıltıcı olacaktır.
Ülke tarihinde yaşanan bütün darbelerin iki temel niteliği asla göz ardı edilemez. Sermaye düzeninin devamlılığı ve emperyalizme bağımlılık genel olarak darbelerin ana gerekçeleri olarak değerlendirilmelidir. Yaşanan bu darbe girişiminin de bu iki olgudan muaf tutulması mümkün değildir. Aynı zamanda ve bundan daha önemlisi yaşanan darbe girişiminin AKP tarafından uygulanan işbirlikçi ve mezhepçi dış politikanın yaratmış olduğu sonuçlarla doğrudan ilgisi bulunmaktadır.
ABD emperyalizminin çıkarları adına başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da izlenen politikalar nedeniyle ülkemiz büyük zarar görmüş, ülke çıkarlarımızla zıt bir tablo ortaya çıkmıştır.
Cihatçı terörün yol açtığı katliamlar ve Kürt sorununda yaşanan savaş tam da emperyalizmin Ortadoğu politikasının kuyruğuna takılmanın sonuçları ve sorunları olarak okunmak durumundadır. Bugün bölgesel büyük fotoğrafa bakılmadan, yaşanan darbe girişiminin nedenleri tam olarak görülemeyecektir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya müdahalesinin zemini IŞİD karşıtlığı üzerinden kurulurken bu müdahalenin aracı olarak ise “Kürt devleti” kartı devreye sokulmuştur.
Bu tablonun bir parçası ve oyuncağı olan AKP iktidarı, emperyalizmin çıkarları adına Suriye’nin ve Irak’ın parçalanmasına büyük katkı sağlamıştır.
AKP’nin ABD’nin kuyruğunda başladığı dış politika yanlışlarının sonuçları hem bölge ülkeleri hem de Türkiye açısından büyük felaket olmuştur. Emperyalist stratejinin adım adım örüldüğü bir tablo bir yerden sonra ülkemizi vurmuş, işbirlikçi sermaye devleti ile emperyalist güçler arasında bir açı oluşmuştur.
Bugün gelinen durum özetle şudur; Türkiye’nin dış politikasında yaşanan değişim ve Kürt sorunu noktasında emperyalizm Türkiye’nin elini zayıflatmak için bir dizi müdahaleyi gündeme getirmekten çekinmemiştir. Yaşanan darbe girişimi ister başarılı ister başarısız olsun Ortadoğu denkleminde Türkiye’nin tamamen Amerikancı bir hatta biat eden çizgiye çekilmesi girişimi olarak da okunmalıdır.
Ortaya çıkan tablo sonuç olarak sermaye devletinin kurumlarından ordunun, yargının ve devlet kurumlarının bölünmesi, güçsüzleştirilmesi anlamına da gelmiştir.
Kaldı ki darbe girişiminin aktörlerinin siyasal bir programı, ideolojik bir söylemi ve toplumsal bir tabanı bulunmamaktadır. Ne istediği belirsiz bir darbe girişiminin yaratmış olduğu tahribatın kimlerin çıkarına hizmet ettiği bir kez daha görülmelidir. Bugün darbe girişiminde bulunanların, geçmiş yıllar da yine benzer bir emperyalist müdahaleyle AKP iktidarının önünün açılması ve rejim değişikliğinin gerçekleşmesi için Ergenekon, Oda TV, Balyoz davaları gibi operasyonlarda aldığı rol ve bu operasyonlar sonucu ordu içinde yükseldikleri, komuta kademelerin de yer tuttukları bilinmektedir.

Ülkemizin son 18 yıllık dönemi tam bir karşı-devrim sürecidir.
1923 Cumhuriyet’inin yıkılması, siyasal İslamcılığın önünün açılması, Ortadoğu’da emperyalist planlar doğrultusunda mezhepçi dış politikanın devreye sokulması, yurt içinde haksız ve hukuksuz operasyonlar, anayasanın değiştirilmek istenmesi gibi olgular bu sürecin önemli adımları olarak hatırlanmalıdır. Bugün gelinen noktada bu karşı-devrim sürecinin ülkemiz adına bir yıkım anlamına geldiği bir kez daha görülmelidir.
Ülkemiz emperyalist müdahaleye sonuna kadar açık hale gelmiş, Ortadoğu’daki cihatçı terörü ülkemizi vurmuş, Cemaat ve tarikatlar üzerinden Türkiye İslami olarak tüm kurum ve kuruluşlarını dini esaslara uyarlayarak dizayn etmiş 97 yıllık cumhuriyet birikimini de ortadan kaldırmıştır.
Dün darbe, derin devlet, asker vesayeti diye diye siyasi iktidarı ele geçiren “ittifakın” birbirlerine darbe yapması nasıl açıklanacak? Liberallerin yetmez ama evet diyerek bu çizgiyi desteklemesi bugün büyük bir çelişki değil midir? Daha dün ülkemizin meydanlarında bombalar patlarken, bugün ülkenin savaş uçaklarının Meclis’i bombalıyor olması başka nasıl açıklanabilir?
Asker vesayetini yenmekle, istikrar getirmekle, 2023 vizyonu oluşturmakla, dünya ülkesi olduk söylemiyle, ileri demokrasi vaadiyle sabah akşam nutuk atan ve övünenler ülkeyi tam bir istikrarsızlığa sürüklemişken bugün ne diyecekler!
Yaşanan bütün bu gelişmeler ayrıca şunu da göstermiştir: Bir siyasal hareketin adı olarak ifade edilen İslamcılık ya da bizim deyişimizle gerici siyasal hareketlerin faşizmle, darbecilikle ve Amerikancılıkla sonuçlanan siyasal çizgisi kimse için şaşırtıcı olmamalıdır. İslamcılık ülkemize “huzur” değil kaos, darbe ve bombalı katliamlar getirmiştir.

SONUC OLARAK; Tekrar Parlamenter Sisteme Dönmek!
Batı demokrasinin ilerlemesinde, parlamenter sistem adı verilen yönetim sisteminin etkisi çok olmuştur. Parlamenter sistem, ilk önce, İngiltere’nin toplumsal koşullarında, geleneklerle oluşarak kurumlaşmıştır. Bu sebeple İngiltere, parlamenter rejimin beşiği sayılır. Parlamenter sistemin farklı özelliği, seçimle gelen ve temsil niteliği olan parlamentoya karşı sorumlu bir hükumetin var olduğu, yürütme yasama ilişkisinin esnek erkler ayrımına dayandığı bir siyasal sistem olmasıdır. Sadece parlamentosu olan rejim parlamenter sistem olmaz. Bir ülkede meclis olsa bile, her zaman parlamenter sistem olmaz. Örnek ABD’nde parlamento vardır; fakat parlamenter sistem değildir.
Parlamenter sistemin özellikleri
a) Parlamenter sistemde iki başlı yürütme vardır. Yürütmenin sorumlu başını başbakan, sorumsuz başını da devlet başkanı meydana getirir.
b) Devlet başkanında siyasal bir sorumsuzluk vardır. Bu sebeple, devlet başkanının işlemlerine ilgili bakanlar ve sorumlu başbakan katılır. Devlet başkanı, parlamenter sistemde, uzlaştırıcı ve uyarıcıdır. Devlet işlerinin yürüyüşünü yakından izler. Gereken hallerde, hükümeti, izlediği politikadan dolayı destekler veya aksaklıklar görürse uyarır. Kısaca belirtmek gerekirse, devlet başkanı hükümet etmez.
c) Yürütmenin ikinci kanadını oluşturan Bakanlar Kurulu, Meclise karşı sorumludur. Başbakan ve bakanları atarken devlet başkanı tam olarak serbest değildir. Ülkede bulunan siyasal koşullar, Meclis çoğunluğunu nazara alarak, Meclis çoğunluğundan güvenoyu çıkarabilecek bir hükümeti görevlendirmekle yükümlüdür. Kuruluşta hükümetin güvenoyu alması yeterli değildir; görev sırasında Meclisin güvenini de devam ettirmesi gerekir. Meclisin güvenini yitiren hükümet düşer.
Parlamenter sistemde, hükümetin yalnız Meclisin çoğunluğunun güvenini kazanması yeterli değildir; halkın da güvenini kaybetmemesi gerekir. Şu, ya da bu biçimde halkın güvenini yitiren hükümet, Meclis çoğunluğuna dayansa da, uzun süre iktidarda kalamaz.
d) Parlamenter sistemde, hükümetin Meclis çoğunluğuna dayanması, Mecliste çoğunluğu elde eden parti başkanının başbakan olması, parti mekanizması vasıtası ile yasama ve yürütme arasında uyumun sağlanmasında etkili olmaktadır. Parlamento dışında ve partiler üstünde bir hükümet kurulması yolu, parlamenter rejime ters düşen bir yoldur.
Güçlü ve istikrarlı hükümetler, Mecliste çoğunluğu elde eden parti tarafından kurulan hükümetlerdir. Bir partinin Mecliste çoğunluğunu sağlayamaması durumunda, partilerce ortaklaşa kurulan hükümetler, zayıf ve istikrarsız olmaktadır.
e) Parlamenter sistemde hükümet her şeyden önce, Meclise karşı sorumludur. Hükümet zamanla devlet başkanına karşı sorumlu olmaktan kurtulmuş ve yalnız Meclise karşı sorumlu olmuştur. Bu sorumluluk, bakanlar açısından bireysel bir sorumluluk olduğu gibi, Bakanlar Kurulu olarak ortak sorumluluğu da gerektirir. Ortak sorumluluk aynı zamanda dayanışmalı bir sorumluluktur. Kusuru olmayan bakan da bu sorumluluğu paylaşır.
f) Parlamenter sistem iki Meclisli olabileceği gibi, tek Meclisli de olabilir. İki Meclisli olması durumunda, Bakanlar Kurulu, genel olarak, Meclislerden birine karşı sorumludur; ikinci Meclise hükümeti düşürme yetkisi tanınmaz.
g) Parlamenter sistemde, yasama ile yürütme arasındaki ilişki, işbirliği ve karşılıklı etkileme mekanizmasına dayanır.
Yasama, yürütmeyi çeşitli yollarla denetler ve gözetim altında bulundurur. Meclis çoğunluğu güvensizlik oyu mekanizması ile hükümeti düşürebilir. Meclisin bu yetkisine karşılık, yürütme de, Meclisi feshetme olanağına sahiptir. Hükümetle Meclis arasında çıkan anlaşmazlıklarda, Meclisin yürütme tarafından feshedilmesi yoluna gidilmektedir. Yürütmenin meclisi fesih yetkisi, parlamenter rejimde, istikrarın sağlanmasında önemli bir yeri olan bir sistemdir. Ali Berham ŞAHBUDAK….

23 Mart 2020 Pazartesi

TRT’DE CİHATÇILAR BİR KEZ DAHA KENDİN GÖSTERDİ!


TRT’DE CİHATÇILAR BİR KEZ DAHA KENDİN GÖSTERDİ!

#Türkiye’de‘bu kafalar"8 yılın sonun da en etkin uygulamalarını bu kez ’de tüm Türk milletine ait "TRT aracılığı ‘ile kamuoyuna servis ettiler ve saatlerce propagandasını yaptılar!  Adeta "Laik ve çağdaş eğitimi bitirdik dercesine!

Coranavüris (COVİD-19) Salgınları nedeniyle tatil edilen okullar bugün uzaktan eğitime geçti! TRT TV aracılığı ile dersler verilmeye başlandı bilinçli olarak ilk ders "bir türbanlı öğretmen tarafından sunuldu".. Aslın da bu bir mesajdı! O mesaj laik eğitime son verildiğinin mesajıydı.

En büyük mesaj ise “Merhum Adnan Menderesin İdam edilişinin çizgi film olarak çocuklara iletilmesiydi! AKP, yine bu olan günde ulusal eğitimi istismar ederek kendi cihatçı eğitiminin siyasi propagandasını yapıyor olmasıydı! #Laik, çağdaş, bilimsel eğitime son darbe vurduğunu böylece kamuoyuna atmanın her yolunu kullanırım mesajıydı!

#Atatürk’ün çıkarıldığı, laiklik bölümlerinin ya derslerde daraltıldığı ya da tamamen çıkarıldığı laik eğitim, sistemi tamamen “cihatçı ve İslam temelli “derslere geçildiği tüm çıplaklığıyla TR de kendini göstermiş oldu yaptığı yayınlarla, bu aslında laik ve bilimsel eğitime meydan okumasıydı. M.E Bakanlığının yeni TV ders yayınları ve okullarda ki durumu özetlemeye yetiyor ve yıllardır MEB kimlerin elinde olduğunun da en önemli kanıtıdır.!

M.E Bakanı bu tepkiler üzerine bir basın açıklaması yaparak yaşanan bu skandal görüntüler için kamuoyundan özür diledi. Ancak bu özür kabahatin den çok daha büyüktü! Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) daha önce kademeli olarak uygulanacağını duyurduğu uzaktan eğitim sistemini tekrar gözden geçireceğini açıklayarak, bir daha böyle olumsuzluklarla karşılaşılmayacağını belirtti.

#Tamamen bilimsel çalışma ilkelerinden uzak, yandaşlık ve eğitimi dinselleştirme üzerine kurulan bir sistemle hazırlanan bu program sosyal medyada da büyük tepkiye neden oldu. Muhalefet, yeni müfredatta güncel siyasi meselelerin ders kapsamlarına alındığını, 15 Temmuz konularının neredeyse tüm derslere doğrudan veya dolaylı olarak eklendiğini belirtiyor ve iktidarın faaliyetlerinin anlatılmasının önü açıldığını vurguluyor.
#Geçen hafta kamuoyu ile paylaşılan Grup Eğitim Danışmanı Ali Taştan ile Grup Başkanvekili Şafak Akça tarafından hazırlanan CHP’nin “Öğretim Programları Değerlendirmesinde ise şu ifadelere yer verilmişti;
Yeni müfredatta “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi”  öğretim programı, evvelki programlardan daha mezhepçi ve daha ümmetçi bir anlayışla hazırlanmış olduğu görünmektedir denildi. Sözgelimi ‘cihat’ bir ibadet olarak programa konulmuş. Yani cihat, yeni programa göre tıpkı namaz gibi, oruç gibi bir ibadet olarak görülmektedir. Yeni programda laiklikle ilgili hiçbir konu kendine yer bulamamıştır.
#Oysa Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin temel amaçlarından biri öğrencilere laiklik düşüncesinin öğretmektir.
#Türk Dili ve Edebiyatı programında Atatürk’e devrimlerine ve toplumun harcı olan laikliğe yer verilmemiştir. Evrim teorisinin programdan çıkartılmış olması çok büyük bir yanılgıdır ve yine bilimin çok gerisinde kalınmaktadır. 15 Temmuz, programa alınmış ve tür serbest olmak üzere öğrencilere bir kompozisyon yazdırılması istenmiştir. Programda ne Çanakkale Savaşı ne de Kurtuluş Savaşı geçmektedir. Yeni programa göre sanki Atatürk hiç var olmamış,  Kurtuluş Savaşı yaşanmamıştır.
#Yeni program Atatürk’ü ve yaptıklarını hayatımızdan çıkarma programıdır. MEB’in piyasadan ve iş dünyasından gelen talepleri göz önüne aldığı fakat toplumdan gelen demokrasi, laiklik, fikir ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi, toplumu söz konusu iktisadi hedeflere de taşıyacak olan temel demokratik değerleri göz önüne almadığı gözlenmiştir. 
#Kamuoyuna yansıdığı şekilde; evrim teorisi gibi bilimsel ve uluslararası alanda çağdaş bir eğitim gereğini sansürleyen çağdaşlıktan uzak birkaç devletten biri haline gelmemiz, evrimin çocukların düzeyine uygun olmadığı söylemine rağmen cihat kavramının programa girmesi gibi olgular MEB’in hangi bilimsel ve uluslararası kaynakları baz aldığını sorgulanmalıdır:
SONUCU OLARAK :  #Laik eğitim devletlerin geleceğidir!

#Demokratik eğitim, demokrasinin ilke ve kurallarının, insan haklarının, yaşatılarak öğretildiği eğitimdir. Demokratik eğitimin hedefi, bağımsız, dünyaya bakışında eleştirel ve çözümleyici olan ve demokrasinin kuralları ile uygulamalarını derinlemesine bilen yurttaşlar yetiştirmektir.  #Demokratik eğitimin olmazsa olmazı laikliktir, bu nedenle eğitim sisteminde görev yapan herkesin laikliğin temel ilkelerine uygun davranış göstermeleri gerekir.

Laik eğitim, din etkisinden kurtulmuş olan, bireylerin dinsel inançlarına herhangi bir biçimde karışmayan ve öğretim kurumlarındaki çalışmalar ile din işlerini birbirinden ayrı tutan eğitime denir. Laik eğitim; dogmatik değil, akılcı ve bilimsel olan eğitimdir. Okullarda hiçbir dinin ya da mezhebin kurallarının zorunlu olarak okutulmadığı eğitimdir.

#Laik eğitim; bağnaz olmayan, özgür düşünceli insanlar yetiştirmeyi hedeflediğinden, demokratik düzenin olmazsa olmazıdır. Laik eğitim, yalnızca din eğitim ve öğretiminin yapılıp yapılmamasıyla sınırlandırılamayacağından, aynı zamanda eğitim programlarının ve ders içeriklerinin bilimsel ilkelere dayandığı yöneticilerin ve öğretmenlerin objektif davranışlar gösterdiği eğitimdir de. #Öncelikle Avrupa ülkeleri ve Amerika’da oluşan modern eğitim sistemlerinin ortaya çıkmasında; toplumsal, ekonomik, bilimsel ve teknolojik, politik değişimler etkili olmuştur. 

Modern eğitim sistemi; günümde gelişmiş ülkelerde uygulanan okul öncesi, ilköğretim, yükseköğretim ve sürekli eğitim üzerine kurulu, eğitim sistemidir. Eğitim sistemlerinin, ekonomik, siyasi, dini ve kültürel kurumlara göre şekillendiği düşünüldüğünde, modern eğitim sistemlerinin günümüzdeki halini alması bir hayli zor olmuştur.

#Modern eğitimle beraber; merkezi bir eğitim yönetimi kurulmuş, eğitim zorunlu hale getirilmiş, öğretmen yetiştirme-öğretmen maaşlarının verilmesi-diplomaların tanınması kurumsallaşmış, okullar devlet tarafından sıkı denetlenmiş ve devlet tarafından eğitime sıkı bir teftiş sistemi getirilmiştir. Zaten ilköğretimin zorunlu olması artık tartışmasız bir gerçekliktir.

Modern eğitim sistemlerinin geldiği son noktada kız ve erkek lisesi ayrımları ortadan kalkmakta, diğer taraftan liselerdeki program ve dal farklılıkları en aza indirilmektedir. Dini ve kültürel nedenlerle kızların okula gönderilmemeleri de modern eğitim sistemlerinin aştığı bir problemdir.

#Modern eğitim sistemlerinin en önemli özelliği olan Fransa’da yeşermiş olan Laik eğitim sisteminde bireylerde bulunması gereken özellikler şu şekildedir: ’Öğrencileri katı görüşlerden, bağnazlıktan uzak tutan okullar, öğrencilere nesnel davranmanın gereğini kavratır, örneğini verir. Laik eğitim, bilimsel olduğundan bilim de kuşkucu olduğundan, bu sistemde öğretmenler bulguları her zaman sınamak zorundadır. Öğrencilere, toplumun ve insanın tanıtıldığı okullarda zorunlu din eğimi de yer alamaz.’

Devlet yönetiminde ve eğitim sisteminde laikliğin hâkim kılınması, laiklikten ödün verilmemesi, öncelikle devletin geleceği, sonra toplumun birliği ve beraberliği, bireyin yaşamı için hayati bir önem taşımaktadır. #En önemlisi demokrasinin daha iyi işlemesi için gereklidir. Modern eğitim sistemlerinde laik eğitim şu şekildedir: İlgili yasalar uygulanmalı, eğitim modern eğitim sistemlerine göre şekillendirilmelidir.
 
#Laik eğitimden sapmaları engellemek adına denetim sistemi etkin olarak işletilmeli, öğrencilerin çağdaş, özgür, laik düşünceye sahip, üretici, yaratıcı ve yapıcı olmaları sağlanmalıdır. Yasalara saygılı, kendi hak ve özgürlüklerini bilen ve savunabilen bireyler yetiştirilmeli, eğitim programları laik eğitim çerçevesinde oluşturulmalıdır. 

#Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersleri seçmeli olmalı, bu dersin içeriği Ahlak Bilgisine ağırlık verecek şekilde yeniden belirlenmelidir. Din adamı, sadece yükseköğretim düzeyinde yetiştirilmelidir. Özel okullar, dershaneler ve vakıflarda verilen eğitim öğretim sürekli denetlenmeli, demokratik ve laik eğitim konusunda bilimsel araştırmalar yapılmalıdır. 

#Diyanet İşleri Başkanlığı, vergi veren her yurttaşa eşit hizmet sunmalıdır. Laik eğitime uygun olmayan kitaplar öğrencilere önerilmemelidir. Milli Eğitim Bakanlığının yayın ve kitaplarla ilgili politikaları laik eğitim bağlamında gözden geçirilmelidir. Ali Berham ŞAHBUDAK….



17 Mart 2020 Salı

18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ!


18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ!

#Ordu yok dediler, kurulur dedi. Para yok dediler, bulunur dedi. #Düşman çok dediler, yenilir dedi! Bütün bu mücadelesini #Tam Bağımsız bir ülke kurmak için tüm dediklerini hiç düşünmeden düşman karşı yapan Atatürk'ten başkası değildi!

#Bugün üzerinde yurttaşlar olarak gururla yaşadığımız bu cumhuriyeti kurabilmek için “canı ortaya koyan “cepheden epeyce askerlerinin başında koşan! Atatürk ‘kurduğu bu cumhuriyeti biz “Türk Milletine “armağan eden, Dünya dahisi ölümsüz ebedi Başkomutan Atatürk'ten başkası değildi!

1.Dünya savaş tarihinin seyrini değiştiren “Çanakkale zaferi" 1.Dünya savaşının en büyük zaferler indendir Çanakkale! Adını tarihe altın harflerle “Çanakkale gecikmez olarak yazdıran dır”! Çanakkale savaş, dünya tarihinde unutulmayacak bir zaferin adıdır.

Aynı zamanda Çanakkale “Emperyalist devletlerinin ‘de Denizlere dökülüşüdür adıdır"! Çanakkale; Kuvayi Milliye’nin, İstiklal Mücadelemizin temel harcıdır. Çanakkale; Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Koca Seyit, 57.Alay, Nusret Mayın gemisi ile yazdığımız kahramanlık destanımızdır.

İtilaf devletlerinin Çanakkale Boğazını geçerek hem Osmanlı İmparatorluğunu 1. Dünya Savaşından saf dışı etmek, hem de müttefikleri Rusya’ya yardım götürmek amacıyla, zamanının üzerinde güneş batmayan imparatorluğu İngiltere'nin hiç yenilmemiş donanmasıyla birlikte topraklarımıza saldırmıştı.

İtilaf devletleri için planlanan hiçbir şey gerçekleşmediği gibi, müttefikler tarafından yardım alamayan Rusya’da da Bolşevik İhtilali gerçekleşmiş, 1. Dünya Savaşının süresi uzamış ve İstanbul'a açılan yol kapanmıştı. 
İstiklalimizin dönüm noktası, vatan aşkının en kutsal fedakârlıklarının Çanakkale zaferi nedeniyle Kurtuluştan kuruluşa giden bu yolda Cumhuriyetimiz ve tam bağımsızlığımız şehit olmuş şehitlerimizin ruhu şad olsun…

Vatan savunmasın da asla Savaşmaktan kaçınmayan atalarımız; Hedefleri Kan dökmek değil İtilaf devletlerinin emperyalist emelleri karşısında “Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde tam bağımsız cumhuriyeti hedeflemiş “Çanakkale ve Sakarya olmak üzere 1.Dünya savaş tarihinin seyrini böylece değişmiştir!

Kazanmak istersen sen de zaferi, Gürleyen sesinle doldur gökleri Zafer dedikleri kahraman peri, ey delikanlı, Diriler şerefli, ölüler şanlı yiğitler bu millet ve bu vatan sana minnet!. Çanakkale Geçilmez sözü dünya dahisi büyük Atatürk’ün dirayeti ve senin azminle perçinlenmiştir!

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara; Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara…Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara, “Çanakkale” ufkunda, “Sakarya” toprağında.

Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar!

Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve Sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yana yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarını dindiriniz! Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler. Huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdiklerinden sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” M. Kemal ATATÜRK

Bu Cennet toprakları biz “TÜRK Milletine “Vatan yapan tüm şehitlerimizi Minnet ve Saygı ile anıyorum. Çanakkale Zaferi, Türk askerinin ruh kudretini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” Mustafa Kemal ATATÜRK..

Çanakkale; Kuvayi Milliye’nin, İstiklal Mücadelemizin temel harcıdır. Çanakkale; Mustafa Kemal Atatürk, Koca Seyit, 57. Alay, Nusret Mayın gemisi ile yazdığımız kahramanlık destanımızdır. Çanakkale Geçilmez destanını yazan kahramanlarımızı saygı ve rahmetle anıyorum.

Çanakkale, yurt savunması. Çanakkale, her evde bir acı. Çanakkale, şehitler diyarı. Çanakkale, Anafartalar Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün adı. Çanakkale Zaferinin 104. yıl dönümünde bize sarsılmaz bir cesareti dik durmayı hür yaşamayı miras bırakan tüm şehitlerimize rahmet ve minnetle anıları önünde saygıyla.

Çanakkale: Sözlükler de geçmez lakin gönüllerde ve tarihte; Bir devrin battığı, Baş komutan  “Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yedi düvele kafa tuttuğu, Türk ulusunun küllerinden yeniden bir ulus doğduğu biz zaferin adıdır Çanakkale “ Komutanım benim tüfek bozulmuş tetik basmıyor ”diyen askere; Yüzbaşı; ”Tüfek sağlam oğlum senin parmağın kopmuş ” denilen kahramanlık destanıdır ÇANAKKALE

Üzerinde yaşadığımız bu kutsal vatan topraklarını bizlere armağan eden, ecdadımızın varlığının, birliğinin ve beraberliğinin sembolleri aziz şehitlerimizi ve Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tekrar rahmet ve minnetle saygıyla hatıraları önünde bir kez daha rahmetle anıyor ve şükranlarımı sunuyorum.

Başta Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Çanakkale Savaşlarında ve ülkemizin kurtuluşunda emeği gecen bu kurtuluş mücadelesinde vatan toprağına şehit düşen aziz şehitlerimizi saygı, rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Türk Vatanı üzerinde oyun oynanamayacağını tüm dünyaya gösteren Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve canlarını vatan uğruna vermekten çekinmeyen aziz şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygı, şükran ve minnetle onları eğiliyorum Şehitleri anma günü ve Çanakkale Deniz Zaferinin 103. yıl dönümünde ebediyete intikal eden kahramanlarımızı ve vatanını canından aziz bilen tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. Ruhları şad olsun. Çanakkale Zaferi büyük Türk Milletinin dirilişinin destanlaştırdığı bir büyük zaferin adıdır!

Çanakkale Geçilmez ’gerçeğini tüm dünya milletlerinin hafızasına kazıyan “ Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları bugün belki, ebediyete intikal etmiş olsalar da bize bıraktıkları onurlu mirasları daima son nefesimize kadar bizimle yaşayacak ve her fırsatta bütün şehitlerimizi rahmetle, şükranla ve minnetle duymayı bir görev ve yaşam bileceğiz”.

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, cumhuriyetimizin tam bağımsız olarak kurula bilmesi için kurtuluştan kuruluşa giden bu zaferde adı ve bu topraklarda kanı olan tüm kahramanlarımızı rahmet ve minnetle anıyorum. 

Günün sözü: NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

ÇANAKKALE ZAFERİNİ SEN BİRDE GERÇEK TARİHTEN DİNLE Kİ İÇİN TİTRESİN! EĞER TİTREMİYORSA İÇİN O ZAMAN SEN TÜRK DEĞİLSİN! EĞER TİTREMİYOR-SAN BU VATAN İÇİN! SEN ANA BABA DEĞİLSİN" ÇANAKKALE BU VATAN İÇİN ŞEHİT OLAN EVLAT HİÇ DEĞİLSİN! ÇÜNKÜ SEN ZATEN BİR TÜRK DEĞİLSİN!Ali Berham ŞAHBUDAK…




8 Mart 2020 Pazar

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADIN HAREKETİ KUTLU OLSUN!


8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADIN HAREKETİ KUTLU OLSUN!

"Dünyamızda Renk, Irk. Mezhep, Din ayrımı yapmaksızın 8 Mart dünya emekçi kadınların emek bayramı kutlu olsun! Savaşların olmadığı çocukların katledilmediği bir dünya dilerim"

Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da bir diğer adıyla Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kadın hakları dünyanın dört bir yanında büyük etkinliklerle gündeme geliyor. Peki, Dünya Kadınlar Günü nasıl ortaya çıktı? Bu bir kutlama mı, yoksa protesto mu?

Dünya Kadınlar Günü 100 yılı aşkın bir süredir var. Her yıl gündem farklı ülkelerden farklı etkinliklerle dünya gündemine gelen bu etkinlik bir hak mücadelesi mi yoksa sadece kadın dayanışması mı? Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu yıl da en az 30'u aşkın ülkede emekçi kadınlar Dünya Kadınlar Günü' nedeniyle iş bırakma eylemleri düzenliyor.

Peki, ülkemiz olmak üzere 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ gerçekte bir emekçi işçi kadın hakları hareketi mi yoksa sıradan bir 8 Mart mı? Ülkemiz ’de bu hareketin adı emekçi kadın hareketinin adıdır 8 Mart Dünya Kadınlar günü olarak her yıl 8 Mart emek ve dayanışma bahar bayramının adıdır.

Bugün neredeyse tüm dünyada ses getiren bu emekçi kadın eylemleri 8 Martın tohumları 1908 yılında, New York'ta 15 bin emekçi kadın çalışan kadının hareketi olarak tarihe geçmiş en büyük kadın eylemi bu etkili eylem dünyada kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı talebiyle de tarihte 8 Mart eylemi olarak tarih sayfasında dünya kadınlar günü olarak yerini aldı.

“Cumhuriyetimizin kurucusu fikir ve stratejileriyle ölümsüz olan dünya dahisi Önderimiz ve liderimiz “Mustafa Kemal Atatürk “Dünyanın birçok ülkesinden çok daha önce kurduğu bu cumhuriyette cumhuriyet kadınına seçme ve seçilme hakkını dünya ülkelerinden çok önce tanımıştı”…

Bir yıl sonra Amerika Sosyalist Partisi 8 Martı Ulusal Kadınlar Günü ilan etmişti. Bu özel günü uluslararası hale getirme fikrini ortaya atan ilk kişi ise Clara Zetkin'di.

Türkiye'de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, iki komünist kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova'nın girişimi ile gerçekleştirildi. Bu tarihten sonra yıllar boyunca 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına izin verilmedi. 1975 yılında "Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı" ilan edildi. Türkiye de bu kapsamda yer aldığı için 1975 yılında Türkiye'de "Kadın Yılı Kongresi" gerçekleştirildi.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün 1975 yılında kutlanmaya başlamasında İlerici Kadınlar Derneğinin faaliyetleri de etkili oldu. Böylece 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapalı ortamlardan sokaklara ve meydanlara çıktı.

İlerici Kadınlar Derneği, işçi sınıfı ile kadınları bir araya getirerek haklarını aramaya çağıran bir sivil toplum örgütüydü. Kurulduğu andan itibaren kısa sürede yurt çapında 33 şube ve 35 temsilcilik aracılığıyla 15 bine yakın üyeye sahip oldu. “Kadınların Sesi” adlı yayın organı ile 35 bin kişiye ulaşabiliyordu.

12 Eylül Darbesinden sonra tekrar askeri cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle hiçbir kutlama yapılmasına izin verilmedi.

1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya devam edilmektedir. Bu yeni dönemin temel farkı, eskiden sadece sosyalist kesimin sahiplendiği bu günün artık hemen tüm kadın kuruluşlarının yanı sıra adeta resmi bayram gibi devlet yetkilileri ve kurumları tarafından da kutlanmaya, hatta şirketlerin de reklam ve pazarlama faaliyetleri ile buna katılmaya başlamasıdır.

AKP’li Yıllarda 8 Mart Emekçi Kadın Hareketi!

2003 yılında yurt çapındaki çeşitli Dünya Kadınlar Günü kutlamaları arasında Taksim'de başlayan ve her yıl 8 Mart'ta tekrarlanan Feminist Gece Yürüyüşü sonraki yıllarda başka şehirlerde de yapılmaya başladı

2014 yılında İstanbul Valiliği tarafından Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesinin yürüyüş ve miting yapılabilecek yerler listesinden çıkarılmasından sonra 8 Mart günü İstiklal Caddesinde Feminist Gece Yürüyüşü yapılmaya birkaç yıl devam edildiyse de 2019 yılında polis İstiklal Caddesinde toplanan binlerce kişinin yürüyüş yapmasını engelledi. 

Önceki yıllarda olduğu gibi yürüyüş yapmakta ısrar eden kalabalık göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiler kullanılarak dağıtıldı. Ali Berham ŞAHBUDAK…

5 Mart 2020 Perşembe

VATANA İHANET, VATAN HAİNLİĞİ YA DA HIYANET-İ VATANİYE!!!


VATANA İHANET, VATAN HAİNLİĞİ YA DA HIYANET-İ VATANİYE!!!


“Vatan hainliği, bir kimsenin kendi ülke ve toplumunun zararına başka toplum ve ülke adına yarar sağlayacak işleri yapmasına vatan hainliği veya vatana ihanet denir”.  Bu anlamda vatan haini, kendi toplumuna, ülkesine, dolayısıyla insanına zarar verecek şeyler yapması, dolayısıyla kendi ülkesine değil başka toplum ve insanlara hizmet etmek anlamına gelecek kişisel çıkar işlere girişmesidir.

Vatana ihanet, vatan hainliği ya da hıyanet-i vataniye, meşru egemenlik düzenini devirmeye veya otoritesini yıkmaya, bağlı olduğu devlete karşı savaşmaya veya düşmanla işbirliği etmeye yönelik eylemleri kapsayan suç türüdür. Tarih boyunca birçok hukuk sisteminde tüm suçların en büyüğü olarak değerlendirilmiş ve en şiddetli biçimlerde cezalandırılmıştır. Fakat vatan hainliğinin diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında ülkemizde şiddetle uygulanan ağır bir cezası yoktur.

“Devletlerin ve hatta devlet öncesi toplulukların tarih sayfasına çıkmasıyla birlikte grup ya da devlet içindeki otoritenin sağlanması ve bu düzeni bozmaya yönelen bireylerin cezalandırılması fikri husule gelmiştir”. Bu çerçevede hırsızlık ve kasten adam öldürme gibi suç tipleri bireylerin birbirlerine yönelik hak ihlallerini cezalandırmaya yönelik olup, toplumun düzenini sağlamaya yönelik arayışlara gidilmiş ve başka suç tiplerine de ihtiyaç duyulmuştur.

İşte tam bu noktada karşımıza devlete karşı işlenen suçlar ve “vatana ihanet” kavramı çıkmaktadır.

Klasik suç tipleri zaman içinde bazı ufak değişimler geçirmekle birlikte, devlete karşı işlenen suçlarda dönemin münhasır koşulları, modern devlet ve öncesi dönem, mutlak otorite düzenleri ya da anayasal devlet düzeni gibi faktörlere göre önemli farklılıklar yaşanmıştır.

Siyaset bilimi, anayasa, ceza hukuku, hukuk felsefesi gibi birçok alanla doğrudan bağlantılı olan vatana ihanet kavramını açıklarken tüm zamanlarda ve mekanlarda geçerli olan bir tanıma, kodifiye edilmiş modern hukuk düzenleri nazara alındığında bile ulaşmak mümkün değildir.

Bu nedenle “Vatana ihanet suçunun kökenleri üzerine bir inceleme” başlıklı bu çalışmada vatana ihanet kavramının ne olduğu ya da günümüz kanunlarında nasıl düzenlendiği değil, kavramsal olarak ortaya çıkış serüveni ve bunun tarihsel süreçte geçirdiği evrim, yabancı literatürdeki genel kabul gören inceleme anlayışına uygun biçimde başlıca hukuk sistemleri olarak değerlendirilen Roma, Cermen ve İngiliz hukuk sistemleri baz alınarak incelenmiştir.

Ardından vatana ihanet kavramının Türk hukuk tarihindeki gelişim süreci de ele alınmaya çalışılmıştır. 

Bu çerçevede özellikle siyasal devrimler (İngiliz ile Fransız deneyimleri ve hatta Türk Kurtuluş Mücadelesi aka-bindeki İstiklal Mahkemeleri yargılamaları) vatana ihanet yargılamalarının pratiğini ortaya koymaları nedeniyle, kavramın doğuşuna odaklanmış bu çalışmanın dışında tutulmuştur.

Nitekim söz konusu siyasal devrimlerin peşi sıra gelen yargılamalar, inceleme metodolojisini de etkileyecek iç dinamikleri haiz olduğundan başlı başına ele alınmalıdır. Zira konunun bu yönünün incelenmesi söz konusu yargılamalara etki eden siyasal gelişmelerin siyaset bilimi zaviyesinden ele alınmasını gerektirmektedir.

PEKİ, NİÇİN İHANET EDİYORLAR?

Çıkarcılık, kıskançlık, yükselme hırsı, çabuk zengin olma, kandırılma, Türk düşmanlığı, bölücülük, zayıf karakter ve kişilik bozuklukları ihanetin en büyük nedenleridir. Hainler kendi ruh ve kişilik bozukluklarının farkındadırlar ve için de yaşadıkları iç çatışma ve düşmanlık duyguları onları daha da düşmanca faaliyetler yapmaya sürükler. Hainler, ihanet edenler, kişisel ve toplumsal yaşamın daha çok sıkıntılı zamanlarında ortaya çıkar ve toplumu bölmeye, devleti yıkmaya çalışır.
 
Son zamanlarda ülke aleyhine yapılan içte ve dışta tüm bölücü eylemler, terör saldırıları, basın toplantıları, yazılar, verilen demeçler ülkemizi kaos ’un eşiğine getirmek isteyen güç odaklarından da büyük destek görmektedir. Bu ülkeler bu hainlere para, silah, siyasi güç gibi her türlü desteği vermekte ve onları kullanmaktadır. Zaten günümüzde içinde yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda savaşın şeklinin değiştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şimdi hemen sınırlarımızın yanı başında cereyan eden bu yakıcı savaş emperyalist ülkelerin organize ettikleri biliniyor olmasına rağmen neden T.C. Devleti gibi köklü bir ülke 1919 kurtuluş savaşı deneyimi olan 97 yıllık bu cumhuriyetimizi yönetenler tıpkı yol arkadaşları tarafından kandırılmış olduğu gibi “ ACABA EMPERYALİST ÜLKELERDE Mİ KANDIRDI SAVAŞA GİRİN DİYE”?,

Bu hain bölücüler ve menfaat peşinde koşan sözde yönetici hainlerle cumhuriyeti yıkmak istedikleri emperyalist ülkelerin peşine neden takılırlar. Şimdi tüm emperyalist güçler özellikle Ortadoğu ve Müslüman ülkeler üzerine yoğunlaşmış durumdalar. Tam bir haçlı seferi var ama bu sefer Müslümanı Müslümana kırdırarak önce onları zayıflatmak ve sonra son hamleyi yaparak bölgede otorite kurmak olduğunu 18 yıldır T.C. Devletini yöneten AKP ve saray yönetimi bunu göremez mi de orta doğuda emperyalistlerin değirmenine su taşırlar.

Türkiye'nin güçlenmesini istemeyen ve bundan rahatsız olan bu güçler Türkiye’yi de ‘hizaya’ sokmak için her türlü yolu ediyorlarken neden AKP bu oyunun içene düşer. Bunun içinde emperyalistlerin ellerinde her zaman hazır olan içerideki vatan hainlerini yani cemaatleri ve tarikatları görmezden gelirler T.C. Devletini oluşturan tüm kurum ve kuruluşları bu cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarına teslim ederler!

Bunun tek bir açıklaması var o da AKP ve saray yönetiminin tek beslendiğin kaynak bunlar? Çünkü biliyorlar ki bu memleketin haini çok var ve kurtuluş savaşı öncesinde de vardı bugün de bunların varlığı bitmedi. Ali Berham ŞAHBUDAK…




ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...