27 Şubat 2016 Cumartesi

LAİK CUMHURİYETTE” KUTSAL İSLAM DİNİ ÜZERİNDEN “Türk Milletini Allah ile Aldatmak”… : AYDIN OLMAYAN ZAVALLI ASALAKLAR!

LAİK CUMHURİYETTE” KUTSAL İSLAM DİNİ ÜZERİNDEN “Türk Milletini Allah ile Aldatmak”… : AYDIN OLMAYAN ZAVALLI ASALAKLAR!: AYDIN OLMAYAN ZAVALLI ASALAKLAR! Kitlelerin yapay gündemlerle uyutulduğu bir sür...

AYDIN OLMAYAN ZAVALLI ASALAKLAR!

AYDIN OLMAYAN ZAVALLI ASALAKLAR!
Kitlelerin yapay gündemlerle uyutulduğu bir süreçte, devlet geleneğine, ulusal kültür bilincine sahip ulus devletler hedef alınmaktadır. Oysa ulus devlet, her devrin adamı olanlarla değil, her devirde adam olanlarla, yani adam gibi adamlarla savunulur.


“Cumhuriyet, gönlü Brüksel ya da Washington’da olanlarla değil, gönlü Anadolu’da olan, dünyaya Ankara merkezli bakan, Cumhuriyet aydınlarıyla geliştirilir”.

Ülkemiz son yıllarda özelliklede 2007 sonrası AKP li kimi ’yandaş besleme kalemlerinde katkılarıyla CUMHURİYET değerlerimiz epey yıpratıldı sözde adı aydın olan bu ayakçılar O TV senin Bu TV benim diyerek karşı devrimden aldıkları kirli paranın karşılığı olan kirlenmiş düşüncelerini bir aydın edasıyla Türk Halkını kandırmaktalar neymiş AKP ülkemize Cağımızın gerekleri neyse tamamen yapıyormuş Üretim gelişiyormuş büyük sanayileşmeler yapılıyormuş teknoloji üretiliyormuş istihdam için çok büyük projeler yapılıyormuş zavallı kuş beyinli aydınlar siz ve AKP 90 yıllık CUMHURİYET kazanımlarını yok ettiğimiz gibi birde Emperyalizme karşı verilen onurlu mücadele sonucunda Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN önderliğinde kazanılmış T.C. Devletinin sizin bu örümcek kafanız tekrar Ülkemizi karanlık cağ sürüklendiğini görmüyor musunuz sizler nasıl bir aydınsınız…

Laik Cumhuriyet Aydın ile / Asalakların Arasındaki Farkı. / Kendisi de ülkemizin seçkin aydını bir olan Cumhuriyet şehidimiz Ahmet Taner Kışlalının aydın tanımı hem çok nettir, hem de entel aylaklarla gerçek Cumhuriyet aydın arasındaki bu büyük farkı nasıl ortaya koyar.

Kışlalıya göre; “Aydın, kendini toplumundan sorumlu sayan insandır. Entel içinse toplum, sadece bir araçtır; amaç, kendi kendini tatmindir. Aydın gerçeği arar. Entel ise moda olan düşüncenin peşindedir… Aydın için düşünce tutarlılığı önemlidir. Entel ise en ileride görünmek uğruna her şeyi yapabilir… Geçmiş yenilgi ve yanılgıların acısı ile savrulanların kimisi sol Özalcı, kimisi sol dinci, kimisi de sol Kürtçü oldu” (“Aydınlar ve Enteller!” Cumhuriyet, 16.06.1993).

Aydın, siyasal öncüdür, toplumun işaret feneridir, yol göstericidir. Bu nitelikleriyle de tarihsel kırılma noktalarında aldığı tavır belirleyicidir. Onun bu vasfını dışarıda emperyalizm, içeride de düzen çok iyi bildiği için, aydını yıldırmanın, korkutmanın, devşirmenin yollarını ararlar. Parayla pulla, makamla mevkiiyle, şanla şöhretle, gerekirse de zorla, kaba güçle yaparlar bu işi. Sisteme direnenler halkın aydını olurlar, milletin münevveri, mütefekkiri olurlar. Direnemeyip susanlar, korkanlar, konuşmaktan çekinenler, ortalıktan çekilenler olur içlerinde. En vahimi de saf değiştirenlerdir ki, onlar da sistemin gözde devşirmeleri, dönekleri olurlar. Bol para, bol unvan, gazete köşesi, üniversite kürsüsü, iktidar danışmanlığı elde ederler. Nitekim Türk medyası ve Türk üniversiteleri bu tiplerle doludur.

Düzenin efendileri bu işten her zaman kârlı çıkarlar. Çünkü “muhalefet yapıyormuş” görüntüsü verilerek, toplumun enerjisi boşaltılır, patinaj yapması sağlanır. Bu tür bir “Majestelerinin muhalefeti” anlayışı, toplumun kafasını karıştırır, kamuoyunun oluşturulması ve yönlendirilmesi kolaylaşır. Unutmamak gerekir ki, kamuoyuna ilişkin hemen tüm çalışmalarda altı çizildiği üzere; kamuoyu yoktur, oluşturulur. Kamuoyu bir kurgudur ve gerektiğinde yargı mercii olarak kullanılmakta, olmayan kamuoyu yaratılıp, yönlendirilirken, sanki türdeşmiş gibi gösterilmektedir. Bu yolla kanaatin üretilmesi ya da rızanın inşası devreye girmekte, güç odaklarının, egemen çevrelerin, büyük güçlerin ve etkili merkezlerin talepleri ve çıkarları, sanki kamuoyunun tercihiymiş gibi yansıtılıp, sunulmaktadır.

Gazete manşetlerinden, anket sonuçlarına dek bir sürü araç sayesinde geniş kitlelerin tutum değiştirmesi, ikna edilmesi, Cumhuriyet şehidi Uğur Mumcu’nun deyimiylebilgi sahibi olmadan fikir sahibi olması” sağlanmaktadır. Halkın genelde kuvvetliden yana olması, bireylerin çoğunluk içinde olmayı tercih etmeleri, güce tapmaları, argo deyimle “kazanan ata oynamaları” da kanaat üretimini kolaylaştırmaktadır.

Entelin Asalak Aydınlar!
Sistem, özellikle de soldan devşirdiği aydınların öncülüğünde, demokrasinin tanımından özelleştirmenin gerekliliğine, piyasa ekonomisinin kutsallığından sivil toplumun önemine dek hemen her alanda bir algı yönetimini devreye sokar. Bilerek yaratılan bir kavram kargaşası, özellikle gençler arasında yaratılan bir kafa karışıklığı, hemen her kesime, her katmana, her sınıfa dayatılan bir yabancılaşma söz konusudur artık.

Bireyin önce kendine, ardından yakın çevresine ve son tahlilde toplumuna, halkına, ulusuna yabancılaşması, kültürde, ahlakta, dinde, ailede büyük bir çözülmeyi, çürümeyi ve çöküşü hızlandırır. Toplumun ilk sıralardaki gündem maddeleri olan, büyük çoğunluğun üzerinde hemfikir olduğu terör, yurt ve ulus bütünlüğü, yoksulluk, işsizlik gibi temel sorunlara karşı sırasıyla önemsizleştirme, duyarsızlaştırma, tepkisizleştirme, alıştırma ve giderek de meşrulaştırma yöntemi uygulanır.

Demokrasilerde 4. kuvvet olarak nitelenen ve aydınların en yoğun olarak çalıştığı alan olan medyanın da katkısıyla toplum yönlendirilir, gerçekler ile halk arasına kalın bir sis perdesi çekilir. Küreselleşme sürecinin iki çok stratejik ve çok kârlı sektörü, yani kısaca bilişim sektörü de denen bilgi ve iletişim sektörleri, zihinlerin denetiminde kilit rol oynarlar. Anadolu deyimiyle yükte hafif- pahada ağır özellikleri ve stratejik önemleriyle dikkat çeken bu alanlar, 4. kuvvetin adeta 5. Kol olarak kullanılmasını sağlarlar. Medyanın, büyük sermaye başta olmak üzere iç ve dış güç odaklarıyla yakın, yoğun ilişkisi, onların etkilerine, yönlendirmelerine açık konumu, büyük sermayeye bağımlı olan mali yapısı bu noktada önem kazanır. Zira medya bir ülkenin siyaseti, ekonomisi, dış ilişkileri, güvenliği, toplumsal ve kültürel yapısı üzerinde çok etkili bir araçtır. Bilgilendirme ve bilinçlendirmeden çok yönlendirme ve gerçekleri gizleme vasfı öne çıkan bir medya yapısı, hele de iktidarla yakın ilişkilerin ve tekelleşme eğiliminin öne çıktığı Türkiye gibi ülkelerde, bir ulusal güvenlik sorunu haline gelir.

Devşirme Süreci ve Yöntemleri

Bu bağlamda aydınlar, yazarlar, düşünürler bazen iş takipçisi, bazen de açıktan işadamı olarak öne çıkarlar. Genellikle lobi elemanı veya etki ajanı, istihbarat elemanı ya da provokatör olarak görev üstlenirler. Toplumun her kesimiyle bağlantısı olan, işleri nedeniyle toplumun dokusunu iyi tanıyan, ona doğrudan nüfuz edebilen gazeteciler, bilim adamları, iş adamları ve din adamları bu tür faaliyetlerde kullanılmak için biçilmiş kaftandırlar.

Aydınların her türden güç odaklarıyla fazla samimi olmaları, kamu adına soru sorması, araştırma yapması gereken gazetecilerin temas ve mesafeyi unutarak, çıkar çevreleriyle aşırı yakınlık kurmaları, sadece mesleki etik açısından değil, çok daha geniş anlamda önemli bir sorun olarak çıkar karşımıza. Emperyalist güçlerle, onların istihbarat örgütleriyle, bu istihbarat örgütlerine yakınlığıyla bilinen, hatta doğrudan onların güdümünde olan üniversitelerle, araştırma kuruluşlarıyla, sivil toplum örgütlerliyle kurulan yakın ilişkiler ciddi bir aydın, akademisyen kirlenmesine neden olur.

Yurt dışı konferans davetleriyle, araştırma burslarıyla, sözde bilimsel etkinlik çağrılarıyla, yüksek telif ücretli makale talepleriyle başlayan ve gelişen ilişkiler, devşirme sürecinin sonunda, kendileri farkında olmasa da, hatta aksini söylese de, etki ajanlığı ve 5. kol elemanlığıyla noktalanır.

Karen Fogg’un elektronik postalarının neden olduğu skandal, bu konuda yakın tarihimizden verilebilecek örneklerden yalnızca biridir. Nitekim Fogg’un yakın arkadaşı olan bir gazetecinin ABD istihbarat kuruluşlarının arşivlerine rahat girip çıkmakla övünmesi, son açılım sürecinde de görüldüğü gibi köşe yazarlarının hükümete danışmanlık yapmaları, siyasal nitelikli sivil toplum örgütlerinin AB ve ABD fonlarından desteklenmeleri, kendisini sosyal demokrat, sosyalist, Atatürkçü olarak tanıtan kimi bilim insanlarının ABD istihbarat kuruluşlarının konuğu olmaları sık rastlanan olaylardır.

Çünkü karanlık savaş çerçevesinde, aydınlar, medya, gençler, üniversiteler ve iş dünyası üzerinde etkili olmak hem akılcıdır, hem kesin sonuç alıcıdır, hem ucuzdur, hem de askeri operasyonlara oranla daha sessiz, sinsi ve “sevimlidir”.

Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, sivil toplum, özgürlükler, piyasa ekonomisi gibi kavramlar öne çıkarılırken, basın davetleri, “bilimsel toplantılar”, öğrenci ve akademisyen “değişim programları” kılıf olarak kullanılır. Bu tür aydın devşirme programları akılcıdır, çünkü kan dökerek tepkiye, nefrete, öfkeye neden olmamaktadır. Tersine olumlu sonuç alma ihtimali çok daha yüksektir, hem de pek belli etmeden ve “sivil ve akademik” söylemler kullanarak. Bu tür dönekleştirme, Mankurt’laştırma yöntemi ucuzdur, çünkü gazetecilere, akademisyenlere, iş adamlarına, din adamlarına, gençlere aktarılacak kaynak, sağlanacak “demokratik, akademik ve barış amaçlı” fonlar, bir işgal için harcanan paranın yanında dikkate alınmayacak kadar küçüktür.

Ve en önemlisi karanlık savaş yöntemleri liberal demokrasiye uygundur, şiddet içermemekte, arz- talep mekanizmasına göre işlemektedir. İngilizce “embedded” denen iliştirilmiş gazeteciler de, yabancı dille eğitimin yaygınlaşması da, “ulus devletin modası geçti”, “bağımsızlık anlamını yitirdi, artık karşılıklı bağımlılık devri”, “Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” gibi söylemler de hep bu süreçten geçen ağızların laflarıdır. A.Berham ŞAHBUDAK…. 12.02.2016


22 Şubat 2016 Pazartesi

Kendi “ Halkına ve ÜLKESİNE ” İhanet Edenlere?.

Kendi “ Halkına ve ÜLKESİNE ” İhanet Edenlere?... A.Berham ŞAHBUDAK
Fikir Ayrılığı ile İhanet Arasındaki Çizgi…/ Lafı dolaştırmadan yerine getirelim. Burada, en yüksek değer olarak gördüğümüz bağımsız, onurlu ve özgür yaşama idealine ihanet edenlerden söz edeceğiz… Dünyadaki en büyük felaket bütün insanların aynı, ya da benzer şekilde düşünmesi olurdu. Birbirine benzeyen fikirlere sahip ve onay anlamında kafa sallayarak birbirleriyle konuşan üçlü, beşli, yedili, irili ufaklı milyonlarca insan grupçuğu hayal edin. Bu ya bir şaka, ya da bir kâbustur. Başka bir şey olamaz.
Büyük işlerin başarılması insanların düşünce birliğine varmasıyla değil, belli konularda uzlaşma zemini yaratmalarıyla mümkün olur. Bu ikisi arasındaki fark çok önemlidir. Düşünce birliğinde ısrar etmek beyhude bir çabadır. Uzlaşma zemini ise toplumların politik kültürleriyle ilgilidir. Çok az toplum farklı kesimleri arasında uzlaşma gerçekleştirebilmiş ya da bunu sürekli kılabilmiştir. Uzlaşma kültürünün ön koşullarının neler olduğu, bizim ülkemizde bunun ne ölçüde mevcut bulunduğu üzerinde ayrıntılı olarak düşünmemiz gerekir. Coğrafi koşulların (ülke içerisindeki fiziki bağlantıların, ayrı havzaların), uluslaşma sürecinin tamamlanmasının, eğitim düzeyinin, inanç sistemlerinin ve geleneklerin hepsinin bunda payı vardır, tabii başka şeylerin de… Fikir ayrılığını bu şekilde kısa bir övgüye tabi tuttuktan sonra, biraz da ihanet üzerinde duralım. Bu asla kolaylıkla söylenen bir şey olmamalıdır. İnsanların fikir ve inanç ayrılığını övdükten sonra, farklı düşünüyor diye insanları ihanetle suçlamak kadar yakışıksız bir şey olamaz.
Ne var ki, ihanet diye bir şey var. Pekâlâ, aradaki çizgiyi nereye çekmeli ve bu çizginin kalınlığı (ya da inceliği) nedir? “Kime hain diyeceğiz”. Kimseye demeyeceksek bu sözcüğü lügatlerden silelim, olsun bitsin… Ama silemeyiz… Ne kadar zor olursa olsun, ÜLKEMİZE ve Türk milletine yapılan ihaneti tanımlamalıyız?.
Bu her zaman kolay değildir. Zorluk aradaki çizginin bazen net, ama çoğu zaman kesikli veya ıslak kağıtta dağılmış mürekkep gibi belirsiz olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca ihanetin de çeşitleri var kuşkusuz. “Çıkar için ihanet edenler olduğu gibi, gaflet veya cehalet nedeniyle, ya da kişisel nedenlerle ihanet tarafına düşenler oluyor. Tanımlamadan konuşmamak gerekir.” Tabii ki şu uyarıyı da yapmak gerekir. Ne kadar tanımlarsanız tanımlayın gene de aradaki gri alanda kalanlar olacaktır. Hayatın karmaşıklığını binlerce yıllık hukuk dahi tanımlara sığdıramamış, tamamlamak bize mi kaldı? Kaldı ki toplumsal gerçeklik her zaman onunla ilgili analizlerden daha hızlı değişiyor. Gene de hukuk mantığından ve felsefesinden alacağımız iki şey var. Birincisi her şeye rağmen tanımlamaya çalışmak, ikincisi de her durumun özel bir yanı olabileceğini (olmayabilir de ama) kabul etmek.
Bu tür konularda özenli olmak bizi toptancı ve ilkel düşünenlerden ayırmalıdır. Sorunlar bitmiyor. Önce neye ihanet edildiğini, sonra da nasıl ihanet edildiğini ortaya koymak gerekir. İnanca, ideolojiye, vatana, tuttuğunuz futbol takımına, partinize, sevgilinize, ailenize, işinize ve daha birçok şeye ihanet edebilirsiniz, ya da ettiğiniz söylenebilir. Ama hiçbir durum için standart müeyyideler olamaz. Bunlar, tarih boyunca daima o toplumun o andaki koşullarına bağlı olmuştur. Lafı dolaştırmadan yerine getirelim. Burada, en yüksek değer olarak gördüğümüz bağımsız, onurlu ve özgür yaşama idealine ihanet edenlerden söz edeceğiz. Çağımızın temel sorunu budur ve tüm diğer sorunlar buna bağlıdır. Burada fikir ayrılıkları ya da ihanet çok farklı tonlarda ortaya çıkmaktadır. Açıkça veya gizli olarak emperyalizmin hizmetine girenler, emperyalizmin çağımızın politik olarak reddedilmesi ve mücadele edilmesi olanaksız gerçeği olduğunu ileri sürenler, artık uluslararası ilişkilerin geliştiği düzeyde emperyalizmden söz edilemeyeceğini söyleyenler, emperyalizmin olduğunu ama artık ilerici demokratlaştırıcı bir işlevi bulunduğunu ileri sürenler ve daha birçok benzer-benzemez fikre sahip kişiler etrafta dolaşmaktadır.
Kimisi de emperyalizme karşı çıkmanın artık çok zorlaştığını, bu sıkıntıya girmektense boyun eğmenin daha kolay ve elverişli bir yol olduğunu söylüyor. Bir başka kesim de, madem emperyalizm var ve bu kadar güçlü, o halde çatışmak yerine işbirliğine girip onların has adamı olursak daha karlı çıkarız diyor. Örneğin Dışişleri mensupları arasında böyle düşünen bir grup var. Şimdi, böyle düşünen, yani diğer ülkeler yerine ABD ve yakın müttefikleriyle iyi geçinerek Türkiye’ye en çok faydayı sağlamayı düşünen bir dışişleri mensubu ile aynı fikirde değilsek, buna fikir ayrılığı mı diyeceğiz yoksa başka bir şey mi? Pekala, dünyanın dört köşesinden militanları toplayıp, ya da yabancıların toplayıp Suriye’deki faaliyetleri için gönderdikleri militanlara sahip çıkarak onları Hatay ve Osmaniye’den Suriye’ye sokmak gibi bir politika ihanet midir? Bu militanların Türkiye’de haydutluğa varan davranışlarına göz yumulması için ne diyeceğiz, siyasetin cilveleri, olur böyle şeyler diye mırıldanıp geçiştirecek miyiz? Yarın öbür gün bunların Türkiye’de belli siyasi amaçlar için kullanılmaya başlanması halinde ne yapacağız? Ya da uluslar arası hukuka aykırı durum için “kim takar uluslar arası hukuku” mu diyoruz, ülke olarak yani.
Sorular bitmiyor. Türkiye’nin siyasi otoritesi bu politikayı tek yanlı bir baskıya boyun eğerek mi yapıyor, yoksa emperyalist-yayılmacı güçlerle pazarlık içerisinde mi yürütüyor. Bu pazarlık yapılmışsa (ki muhtemeldir) bunun kapalı kapılar ardında yapılması ihanet sayılabilir mi? Buradan yüz yıl geriye gidelim. Enver ve birkaç arkadaşının Almanlarla gizli antlaşma yapıp ülkeyi felakete sürüklemesi, bunun sonunda milyonlarca nüfus ve milyonlarca kilometrekare toprak yitirmemiz (bunun uzun vadede belli ölçülerde kaçınılmaz olması durumu değiştirmez) , özellikle de salt Alman çıkarları için Sarıkamış faciasına sürüklenmemiz su götürmez bir ihanet ise, şimdi veya herhangi bir zamanda gizli antlaşma yapanlar, Türkiye’yi savaşa sokmak için komplo hazırlayanlar da hain sayılabilir mi? Kaldı ki, bunlar arasında gerçekten (satılmış anlamında) hain olanlar ile bu politikayı Türkiye’nin yararına yürüttüğünü sananlar arasına nasıl bir fark koyacağız ama bundan da önce, bu iki grubu nasıl ayırt edeceğiz, hatta kolaylıkla edebilecek miyiz? Pekâlâ diğer İttihatçılar da hain miydi? Çoğu kesinlikle değildi ama tek tek bakmak gerekir.
Öte yandan Hürriyet ve İtilafçıların çoğu ihanet çemberinin içerisinde debeleniyordu. Bir itilafçı için herhangi bir yabancı güce teslimiyeti savunmamak hainlikti. Bunların uzantıları bugün de azgın bir şekilde kendi ülkelerine saldırıyor.
Tarihte kimisinin ihanet, kimisinin de zorunluluk olarak gördüğü sayısız olay vardır. Stalin’in 1939 Ribbentrop-Molotov Paktı’nı büyük bir istekle kabul etmesi Hitler’e savaş olanağı verdiği için dünya halklarına ve sosyalizme karşı büyük bir ihanet değil midir? Yoksa reel politikanın bir gereği mi sayılmalıdır. Almanlar 1919 Paris Barış Antlaşması’nı imzalayan yöneticilerini ihanetle suçlayıp bazılarını suikast ile katletmemişler miydi? Ama imzalamama şansları var mıydı? Sevr Antlaşmasını imzalayanlar hain idiyse onları cezalandırmamız gerekmiyor muydu? Kurtuluş Savaşı hainlerini cezalandırmamanın acısını sonradan yaşadığımız söylenebilir mi? 150’likler listesi yediğimiz büyük bir kazık değil miydi? Kabul etmek zorunda mıydık? Ya Amerikalıların 1945’den sonra Nazi’leri yeniden örgütleyip Soğuk Savaş’ta kullanmalarına ne demeli? Bunlar arasında Türkiye’ye gelenler de vardı. Her ülkenin hainleri vardır.

Bunlar bilindiği halde bütün basın niçin bunları görmezden geldi? Onlar olmadan emperyalizm politikalarını yürütemez. Burada esas olan ihanetin özü müdür, derecesi midir, niyet midir, sonuç mudur, nedir, nedir? Çıkar için yapılan en kolay mahkum edilendir. Yabancılardan para alarak siyaset yapmak her zaman nefretle karşılanır. Ya, yabancılardan para alarak yazı yazmak, ya da burs alarak araştırma yapmak, ya da ödül kazandırılmak? Buradan koskoca bir ihanet literatürü çıkar.

Şu anda Türkiye’de yabancı vakıflardan maaşa bağlanmış kaç tane gazeteci ve akademisyen var biliyor musunuz? Son iki Paragraf; Y- CHP ve diğerleri .Bu konular yerinde duradursun, biraz da partilerimize bakalım. Siyasi partiler içerisindeki fikir farklılıkları (şayet gerçekten varsa) sağlıklı siyasetin temelidir. İktidara gelen partilerin uzun vadeli devlet politikaları çerçevesinde değişik yönelimlere girmeleri, hatta partilerin üzerinde olduğu varsayılan devlet politikalarını da değiştirmeleri normaldir.

Ne var ki, ya partiler yabancı denetim altına girerse, ve görünüşte ayrı ama özde aynı teslimiyeti savunurlarsa ne olacak. Türkiye’de bazı partilerin yabancılarla ilişkileri çok açık. İhanetleri üzerinde tartışmak bile gereksiz. Öyle ki, yabancılar tarafından silahlandırılıp eğitilmişler, bağımsızlığı savunan insanları üzerine ateş etmişler, bomba patlatmışlar, kaçırıp işkenceyle öldürmüşlerdir. Ama daha ince bir ihanet çizgisi de ülkemizde dolaşıp durmaktadır.

Örneğin CHP içerisinde işbirliği politikalarını sonuna kadar destekleyen, emperyalizme “sözünüzden dışarı çıkmayız, bir de bize fırsat yaratın” diye adeta bağıran bir kesim giderek beslenmiş ve nihayet etkili kılınmıştır.  CHP’lilerin bir kısmı bu ihanet çizgisinin çok iyi farkındadır ama ellerinden bir şey gelmemektedir. Oysa Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN kurduğu bugünkü CHP’ de halen batı emperyalizmine boyun eğmiş kişilerin çoğunlukta olduğu parti meclisi esas sorun değildir. Esas sorun olan  bu anlayıştaki kişilerin bu parti içerisinde belirleyici konuma nasıl ve hangi şartlarada getirilebilmiş, ve bu tezgâhın rahatlıkla kurulabilmiş ve yürütülebilmiş olmasıdır. Bu ihanet çizgisinin etkisizleştirilmesi bu partinin ve ülkenin kaderi üzerinde önemli bir rol oynayacaktır ama bunun mümkün olmaması da büyük olasılıktır.

O halde büyük partilerin blok olarak emperyalizmin denetiminde olduğu bir ülkede muhalefet geliştirilmeye çalışılacaktır. Bunun yolu nasıl bulunacaktır? İhanetin yaygınlaşması bazı insanların satın alınmasıyla değil, satın alınanlardan çok daha fazlasının düşüncelerinin yönlendirilmesi, zihinlerinin etkilenmesi, onların çaresizlik psikozuna sürüklenmesiyle mümkün olabilir. Ama ikisi de vardır. Mütareke İstanbul’unda hem ruhunu satanları, hem de teslimiyet ve çaresizlik psikolojisini görmek mümkündü. Günümüzde ihanet çizgisi her yerdedir. Okullarda, Sendikalarda, Partilerde, Devlet kurumlarında ve özellikle de Basındadır. Burada temel mesele emperyalizme boyun eğmenin hayatın normal akışı olduğu fikrinin yayılmasına karşı mücadelenin beklenenden zayıf olmasıdır. Bu zafiyet yabancı güdümündeki basının marifetidir. Onlara hain mi diyeceğiz, farklı fikir erbabı mı? A.Berham ŞAHBUDAK / 20.02.2016                                                                                                                                                                                      
                                                                                                                                DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ                                                                                                                                                                                                                      

                                                                                                                          PLATFORMU Genel Başkanı A.Berham ŞAHBUDAK



ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...