
ONURLU İNSANLAR İÇİN “ Onurlu
Yaşamanın Bedeli”!
Önemli olan her şeye rağmen yaşamak
değil, onurlu yaşamaktır. İnsan için hayattan daha değerli şeyler vardır.
Gerektiğinde insan bu değerler için canını ve malını seve seve verir. Irzını,
namusunu, şerefini, dinini, vatanını korumak için her fedakarlığa katlanır.
Yaşamaktan daha değerli şeyler olmasaydı insan hiçbir şey için ölümü asla göze
alamazdı.
Fakat bu tespitlerimiz onurlu insanlar
için geçerlidir. Gayesi sırf yemek-içmek, mevki-makam, para-pul, eğlence,
cinsellik olanlar için bu süfli emeller uğruna feda edilmeyecek manevi değer
yoktur.
Onurlu
yaşamanın ilk şartı hürriyettir.
Kişilik hürriyet ortamında oluşur. Hür
yaşamak gür yaşamaktır. Esaret boyunduruktur. Fekkü
rakabe = boynu boyunduruktan kurtarma, yani köleyi hürriyete
kavuşturma en erdemli amellerdendir. Ancak hürriyete kavuşmak için esirlerin de
istekli ve gayretli olmaları gerekir. Köleliği içlerine sindirenler bazen
hürriyet mücadelesi verenlere ayak bağı olurlar.
Hz. Musa İsrail oğullarını firavunların
esaretinden kurtarmak için hayatını ortaya koydu. Bütün tehlikeleri göze alarak
hür yaşamayı firavunun sarayında köle gibi yaşamaya tercih etti. Firavunun
hanımı da aynı cesaret ve asalete talip oldu
Tevratta
belirtildiğine göre İsrail oğulları Mısır’da Firavunların köleleri olarak dört
yüz otuz sene yaşadılar. Bu uzun süre onların kalplerini öldürdü köleliği karakter haline getirdi. Hz.
Musa’nın öncülüğünde Mısır’dan çıkarlarken kendilerini firavun ve ordusunun
takip ettiğini gördüklerinde paniğe kapıldılar. Feryat edip Musa’ya siteme
başladılar: “Mısır’da kabirler
bulunmadığı için mi çölde ölmek için bizi buraya getirdin? Bizi Mısır’dan
çıkarmakla bize ettiğin bu nedir? Mısır’da sana: Bırak bizi, Mısırlılara kulluk
edelim diye söylediğimiz söz bu değil midir? Çünkü çölde ölmektense Mısırlılara
kulluk etmek bizim için daha iyi olurdu.” (Tevrat çıkış: 14/11-12)
Mısır’dan çıkıp Sin çölüne geldiklerinden iki buçuk ay sonra Hz. Musa ve Harun’a
karşı söylenmeye başladılar. Şöyle serzenişte bulunuyorlardı: “Keşke Mısır diyarında et kazanları başında oturduğumuz
zaman, doyuncaya kadar ekmek yerken Rabbin eliyle ölseydik. Çünkü bu cemaati
açlıkla öldürmek için bu çöle çıkardınız.” (Tevrat, çıkış: 16/1-3)

Köleliğin
ruhlarına sindiği İsrail oğulları Hz. Musa’nın Kudüse girme emrine de karşı
çıktılar ve: “Rabbin ve sen gidin,
onlarla savaşın. Biz burada oturacağız, dediler.” (Maide 24) Onların
bu tutumlarına karşı ceza olmak üzere yüce Allah onlara Kudüs’e girmeyi
yasakladı. Çölde yaşamaya mahkum edildiler. “Allah
buyurdu: Hiç şüphesiz Beytü’l-Makdis 40 yıl onlara haram kılınmıştır. Onlar, 40
sene şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. (Maide, 26) Bu ceza bir bakıma
onları terbiye etmektedir.
Zira firavunların esareti altında
yaşayıp ruhları köleleşenlerin hürriyet iklimine alışmaları, ruhlardaki esaret
tortularının silinmesi, baskılara karşı mücadele ruhunun canlanması, çölün hür
havası içinde sağlıklı bir kimliğin oluşması için böyle bir eğitime ihtiyaç
vardı. Asırların ruhlarda biriktirdiği tortuların temizlenmesi kolay değildir.
Tarihte ki büyük inkılaplar ruhları günah ve esaret pisliklerinden arıtılmış
nesillerle gerçekleştirilmiştir.
Hicret
de bir bakıma temiz ve nezih bir ortamda temiz ruhlar yetiştirmeye maruftur. Mekke, Medine’de arıtılmış temiz ruhların
sahipleriyle fethedildi. Hürriyet ve onurlu bir hayat, firavunun et
kazanları başında oturup karın doyurmakla elde edilmiyor, bilakis çölün zor ve
acımaz şartlarına alışıp çelik gibi bir iradeye sahip olmakla kazanılıyor.
Zevkin, esaretin, hükmün uyuşturduğu ruhlarda direnme gücü olmaz. Böyle bir
iklimde sağlıklı bir kimlik inşa edilmez. Hava
adamı olanlar dava adamı olamazlar.

Peygamberlerin mücadelesi insanlığa
onurlu bir hayat kazandırma mücadelesidir. Ruhları ve
bedenleri köleleştirmeye kalkan firavun ve Nemrutlara karşı verilen hürriyet ve
insanlık mücadelesidir. Hayatı değerli kılan değerleri yaşatma ve değersizliğe
karşı durma mücadelesidir.
Hz.
İsa’nın buyurduğu gibi “İnsan sadece
ekmekle yaşamaz.” (Matta, 4/4)
Mücadeleden
vaz geçmesi için teklif edilen krallığı, zenginliği, kadını elinin tersiyle
itip “Allah bir deyin, kurtulun” diyen
Hz. Peygamber onurlu bir hayat savaşının en önde gelen komutanıdır. Mekke’de
evlerini, ticaretlerini, yakınlarını terk edip Habeşistan’a, Medine’ye hicret
edenlerin mücadeleleri de onur mücadelesidir. Yokluk ve sıkıntı içinde onurlu
yaşamak, varlık ve refah içinde onursuz yaşamaktan daha değerli olmasaydı
Mekke’nin şirk ortamında servet ve göz kamaştırıcı elbiseler içinde yaşayan Musab b. Umeyr, yokluğu ve sıkıntıları göze
alıp da tevhit iklimini solumak için Medine’ye gelebilir miydi? Vücudunu tam
örtmeyen yarım elbiseler içinde şehit olmayı göze alabilir miydi?

İslam
aleminin Kur’an tabiriyle “en hayırlı
ümmet” kıvamına gelmesi için öncelikle yaşadıkları zillet ortamına
isyan etmeleri, izzetli bir hayat için irade ortaya koymaları gerekir.
Hastalığının farkında olmayan tedavi ihtiyaç duymaz. Hastalığı fark etmemek ise
uyuşturulmuş olmakla izah edilebilir. Fakat Müslümanların yaşadığı acılar
morfinle, narkozla unutturulacak cinsten değildir. Adeta bıçak kemiğe dayanmış vaziyettedir.
Durum, olmak veya olmamak noktasına
gelmiştir. Açık tablonun, tasvire ihtiyacı yoktur.
Problem
öncelikle kimlik ve kişilik problemidir.
Mısır
şartlarından kurtulup yeterli süre çölde yani zor şartlar altında terbiye
edilme, arınma ve nebevî mektepte yeni bir kimlik kazanma problemidir.
Emperyalizmin, baskı rejimlerinin köleleştirdiği, konforun, lüksün, eğlencenin
uyuşturduğu, çürüttüğü ruhlarla bir yere varılmaz, üstelik bu ruhlar bu mücadelede
takoz olarak kullanılırlar. Zira Mısır’da et kazanları başında yeyip içenler
çöl şartlarını göze alamazlar. Çünkü onlar için et, hürriyetten daha önemlidir.
Can alıcı soru şudur: Aşağılayıcı ve onur kırıcı şart ve muamelelere
katlanarak zillet içinde yaşamaya, hatta zillet içinde ölmeye razı olmak mı,
yoksa izzetli bir hayat için çağın şartlarına uygun onurlu bir mücadelenin
içinde olmak mı? Onurlu bir kişi
için birinci soruyu sormak bile abestir. Ali Berham ŞAHBUDAK.