30 Ağustos 2019 Cuma

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN “ ONURLU VE GURURLU TÜRK MİLLETİ!


30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN “ ONURLU VE GURURLU TÜRK MİLLETİ!

Atatürk için hayatındaki en zor anı 26 Ağustos 1922’dir!

Çünkü bu tarih TÜRKLERİN ve Atatürk’ün de içinde bulunduğu Anadolu'daki son bağımsızlık savaşının günü ola bilirdi Atatürk bunun bilincinde ve işgale altında olan Osmanlı devletinin yöneten yöneticilerin sebep olduğu imparatorluk tam 11 yıldır savaştaydı ve artık düşmana karşı atılacak tek bir barut dahi kalmamıştı artık Atatürk Osmanlının sonunun geldiğinin görüyor ve Osmanlı devletinin çöktüğünü görmüştü Atatürk’ün tek derdi tek hedefi Türk Devletinin ve Türk Milletinin kurtuluşu ve tam bağımsız Türkiye'ydi…

30 Ağustos Zafer Bayramı önemi nedir, neden kutlanıyor? 30 Ağustos 1922'de ne oldu? Her yıl coşkuyla kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayram'ının 97. yıl dönümü bu yıl da çeşitli etkinlikler ile kutlanacak. Türk tarihinin en önemli zaferlerinden olan 30 Ağustos bayramı önemini, neden kutlandığını ve 1922'de neler olduğunu haberimizde detaylı olarak sizlerle paylaşıyoruz!.

Türk ordusunun işgalci güçleri Anadolu'dan temizlemek için 26 Ağustos'ta Afyon'da Büyük Taarruzu başlatmış ve Dumlupınar'da Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün idaresinde düşmanlar imha edilerek zafere ulaşılmıştır. Bu büyük zaferin bu yıl 97. yıl dönümü kutlanacak. 30 Ağustos Zafer bayramı ile ilgili merak edilen tüm detaylı bilgileri haberimizde sizlerle paylaşıyoruz.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI ÖNEMİ NEDİR, NEDEN KUTLANIR? : Zafer Bayramı, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruzu anmak için Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde her yıl 30 Ağustos günü kutlanan resmi, ulusal bir bayramıdır.

Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi adıyla da bilinen Büyük Taarruz ‘un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir'e kadar takip edilmiş; 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden kurtulmuştur. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. İlk kez 1924 yılında Afyon'da Başkumandan Zaferi adıyla kutlanan 30 Ağustos günü, Türkiye'de 1926'dan itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır.

ZAFER BAYRAMININ ARKA PLANI:
Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk ordusunun işgalci güçlere son ve kesin darbeyi vurmasını sağlamak ve Anadolu'dan atmak için düşünülüp planlanan gizli bir harekat idi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 Temmuz 1922'deki oturumunda kendisine dördüncü kez olmak üzere Başkomutanlık yetkisi verilen Mustafa Kemal Paşa taarruz kararını haziran ayında almış ve hazırlıkları gizli olarak yürütmüştü.

“Büyük Taarruz Ağustos'un 26'sını 27'sine bağlayan gece Afyon'da başlamış, Aslıhan civarında kuşatılan düşman birliklerinin Mustafa Kemal Paşa'nın bizzat idare ettiği Dumlupınar Meydan Muharebesinde imha edilmesi ile Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştı”.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMININ GEÇMİŞİ:
30 Ağustos günü, ilk kez 1924'te Dumlupınar'da Çal Köyü yakınlarında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in katıldığı bir törenle Başkumandan Zaferi adıyla kutlanmıştır. Zaferi kutlamak için iki yıl beklemenin en önemli nedeni 1923 yılının yeni Türkiye açısından hem ulusal hem de uluslararası alanda yoğunluğun had safhada olmasıydı.

Çal Köyünde gerçekleşen ilk törende Mustafa Kemal, milli ruhun canlı tutulmasının önemini vurgulamış ve Meçhul Asker Abidesinin temelini eşi Latife Hanım ile beraber atmıştır. Başkumandan Zaferi 1926'dan itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır. 1 Nisan 1926’da kabul edilen Zafer Bayramı Kanun'unda 30 Ağustos Başkumandan Muharebesi gününün Cumhuriyet ordu ve donanmasının Zafer Bayramı olduğu, her yıl dönümünde bu bayram gününün kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından kutlanacağı belirtilir.

Aynı yıl, dönemin Savunma Bakanı Recep Peker’in yayınladığı bir genelge ile bayram törenlerinde neler yapılacağı detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Ancak 1930’ların ortalarına kadar ilk tören gibi üst düzeyde gerçekleşen Büyük Zafer kutlaması veya anma töreni yapılmamıştır. Hava Kuvvetlerinin ülke savunmasında önemli bir yeri olması nedeniyle, Tayyare Cemiyeti de 30 Ağustos tarihini "Tayyare Bayramı" olarak adlandırmıştır.

Zafer Bayramı için özellikle 1960’lardan itibaren daha kapsamlı ve katılımlı bir şekilde kutlamalar yapılmaya başlanmıştır. 30 Ağustos, Türkiye'de askeri okulların mezuniyet törenlerini yaptıkları gün olmuştur; ayrıca tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olmaktadır.

Zafer Bayramı uzun yıllar Genelkurmay Başkanının tebrikleri kabul ettiği bir bayram olarak kutlanmış!

Bu durum AKP kurulduktan sonra AKP’li tüm iktidarlarında ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ve Recep Tayip Erdoğan'ın “ SÖZDE “ Başkomutan sıfatıyla kutlamalara ev sahipliği yaptığı 2011 yılından itibaren değişmiştir”. Ali Berham ŞAHBUDAK… 30.08.2019…

25 Ağustos 2019 Pazar

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN “ ONURLU VE GURURLU TÜRK MİLLETİ!


30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN “ ONURLU VE GURURLU TÜRK MİLLETİ!

                                                                                                 Atatürk için hayatındaki en zor anı 26 Ağustos 1922’dir!


Çünkü bu tarih TÜRKLERİN ve Atatürk’ün de içinde bulunduğu Anadolu'daki son bağımsızlık savaşının günü ola bilirdi Atatürk bunun bilincinde ve işgale altında olan Osmanlı devletinin yöneten yöneticilerin sebep olduğu imparatorluk tam 11 yıldır savaştaydı ve artık düşmana karşı atılacak tek bir barut dahi kalmamıştı artık Atatürk Osmanlının sonunun geldiğinin görüyor ve Osmanlı devletinin çöktüğünü görmüştü Atatürk’ün tek derdi tek hedefi Türk Devletinin ve Türk Milletinin kurtuluşu ve tam bağımsız Türkiye'ydi…

30 Ağustos Zafer Bayramı önemi nedir, neden kutlanıyor? 

30 Ağustos 1922'de ne oldu? Her yıl coşkuyla kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayram'ının 97. yıl dönümü bu yıl da çeşitli etkinlikler ile kutlanacak. Türk tarihinin en önemli zaferlerinden olan 30 Ağustos bayramı önemini, neden kutlandığını ve 1922'de neler olduğunu haberimizde detaylı olarak sizlerle paylaşıyoruz!.

Türk ordusunun işgalci güçleri Anadolu'dan temizlemek için 26 Ağustos'ta Afyon'da Büyük Taarruzu başlatmış ve Dumlupınar'da Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün idaresinde düşmanlar imha edilerek zafere ulaşılmıştır. Bu büyük zaferin bu yıl 97. yıl dönümü kutlanacak.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI ÖNEMİ NEDİR, NEDEN KUTLANIR? :
Zafer Bayramı, 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruzu anmak için Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde her yıl 30 Ağustos günü kutlanan resmi, ulusal bir bayramıdır.

Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi adıyla da bilinen Büyük Taarruz ‘un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir'e kadar takip edilmiş; 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden kurtulmuştur. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder. 

İlk kez 1924 yılında Afyon'da Başkumandan Zaferi adıyla kutlanan 30 Ağustos günü, Türkiye'de 1926'dan itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır.

ZAFER BAYRAMININ ARKA PLANI:

Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı sırasında Türk ordusunun işgalci güçlere son ve kesin darbeyi vurmasını sağlamak ve Anadolu'dan atmak için düşünülüp planlanan gizli bir harekat idi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 Temmuz 1922'deki oturumunda kendisine dördüncü kez olmak üzere Başkomutanlık yetkisi verilen Mustafa Kemal Paşa taarruz kararını haziran ayında almış ve hazırlıkları gizli olarak yürütmüştü.

“Büyük Taarruz Ağustos'un 26'sını 27'sine bağlayan gece Afyon'da başlamış, Aslıhan civarında kuşatılan düşman birliklerinin Mustafa Kemal Paşa'nın bizzat idare ettiği Dumlupınar Meydan Muharebesinde imha edilmesi ile Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştı”.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMININ GEÇMİŞİ:

30 Ağustos günü, ilk kez 1924'te Dumlupınar'da Çal Köyü yakınlarında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in katıldığı bir törenle Başkumandan Zaferi adıyla kutlanmıştır. Zaferi kutlamak için iki yıl beklemenin en önemli nedeni 1923 yılının yeni Türkiye açısından hem ulusal hem de uluslararası alanda yoğunluğun had safhada olmasıydı.

Çal Köyünde gerçekleşen ilk törende Mustafa Kemal, milli ruhun canlı tutulmasının önemini vurgulamış ve Meçhul Asker Abidesinin temelini eşi Latife Hanım ile beraber atmıştır. Başkumandan Zaferi 1926'dan itibaren Zafer Bayramı olarak kutlanmaktadır. 1 Nisan 1926’da kabul edilen Zafer Bayramı Kanun'unda 30 Ağustos Başkumandan Muharebesi gününün Cumhuriyet ordu ve donanmasının Zafer Bayramı olduğu, her yıl dönümünde bu bayram gününün kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından kutlanacağı belirtilir.

Aynı yıl, dönemin Savunma Bakanı Recep Peker’in yayınladığı bir genelge ile bayram törenlerinde neler yapılacağı detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Ancak 1930’ların ortalarına kadar ilk tören gibi üst düzeyde gerçekleşen Büyük Zafer kutlaması veya anma töreni yapılmamıştır. Hava Kuvvetlerinin ülke savunmasında önemli bir yeri olması nedeniyle, Tayyare Cemiyeti de 30 Ağustos tarihini "Tayyare Bayramı" olarak adlandırmıştır.

Zafer Bayramı için özellikle 1960’lardan itibaren daha kapsamlı ve katılımlı bir şekilde kutlamalar yapılmaya başlanmıştır.
30 Ağustos, Türkiye'de askeri okulların mezuniyet törenlerini yaptıkları gün olmuştur; ayrıca tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olmaktadır. 

Zafer Bayramı uzun yıllar Genelkurmay Başkanının tebrikleri kabul ettiği bir bayram olarak kutlanmış; Bu durum AKP kurulduktan sonra AKP’li tüm iktidarlarında ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ve Recep Tayip Erdoğan'ın “ SÖZDE “ Başkomutan sıfatıyla kutlamalara ev sahipliği yaptığı 2011 yılından itibaren değişmiştir”. Ali Berham ŞAHBUDAK… 25.08.2019…

https://www.facebook.com/kemalizmm007/videos/30-a%C4%9Fustos-1922de-asl%C4%B1nda-ne-oldu/1033435850158274/

17 Ağustos 2019 Cumartesi

TÜRK YARGISI "SARAYA BAĞIMLI MI BAĞIMSIZ MI?


TÜRK YARGISI "SARAYA BAĞIMLI MI BAĞIMSIZ MI?

21; yüzyılda; modern, demokratik bir hukuk devletinde savunmanın ve yargılamanın bağımsızlığının kutsallığı her türlü tartışmadan bağımsız olması gerekirken başta yargı olmak üzere 96 yıllık cumhuriyet AKP iktidarlarıyla adeta yasama yürütme ve yargı KAÇAK SARAYA bağımlı hale getirildi

Bu bağımlılık ülkemizi tek kişiye teslim edilmesi sonucu Modern ve Çağdaş cumhuriyetimiz aynı zaman da bir hukuk devletiydi bu yapı da ortadan kaldırılarak tamamen otoriter bir rejime sürüklenme yolunda sürat le ilerlemekte..?

Bu bağımsızlık, insan onurundan ve bizzat hukuk idesinin kutsal varlığından doğmakta; geçici olan her türlü siyasal iradeden üstün niteliği üzerinde yükselmektedir.

Kuşkusuz ki bu nitelik, modern yasaların hukuka uygun olarak kesintisiz uygulanması ile adaletin hiçbir ahval ve şerait altında birtakım kişi ya da kurumların vicdanına terk edilmemesini de kapsamaktadır. Geldiğimiz noktada, Türk Hukuk Sisteminin bu iki varlık sebebi de ortadan kaldırılmıştır.

Bu söylemin delili ise normalleştirilmiş KHK hukuku zemininde kaosa evrilmiş bir sistem, bağımsızlığı kağıt üzerinde dahi bırakılmayan YSK ve HSK gibi kurumlar, tutuklu avukatlar, liyakati senelerdir sistemli bir politikayla yerle bir edilmeye çalışılan hakimlik ve savcılık mesleği ile sesi kısılmaya çalışılan savunma makamının bizzat kendisidir..

"Üzülerek belirtmek gerekirse bu kirli yapı 15 Temmuz ve benzeri yapıları her zaman hazır hale getirmek için Cumhuriyetin temel niteliği olan hukuk olmak üzere modern ve çağdaş yaşam dan Türk milletini koparmak için sinsice cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk devrimlerine kurulmuş bir tuzaktır"!

"Başta Barolar Birliği olmak üzere SARAYDA açılışı yapılmak istenen 2019-2020 yarığı yılı davetine iştirak eden gerek Av kimliğiyle  baro temsilcisi gerek yüksek yargıçlar savcılar BAĞIMSIZ YARGIYA KURULAN bu tuzağın birer unsuru olacaklardır"…

Ancak belirtilmelidir ki; bu ülke üzerinde yaşayan, sesi kısılmaya çalışıldıkça direnen, yeni adli yılı saray çatıları altında değil modern ve laik Cumhuriyet’i borçlu olduğumuz Atamızın huzurunda karşılayacak olan avukatlar da vardır ve sonsuza kadar hep var olacaktır bu Avukatlarımızı yürekten kutlar onlara başarılar dileriz.

Yargıtay Başkanlığının 2019-2020 Yargı Yılı açılışı için yolladığı davete 41 barodan olumsuz yanıt verdi. İzmir Barosunun ardından İstanbul, Ankara, Muğla, Antalya, Adana, Aydın ve Ordu Baroları da Yargıtay Başkanlığının 2019 - 2020 Yargı Yılı açılışı için yolladığı davete olumsuz yanıt verdi bu oran avukatların barolar olarak katılmama oranları olarak savunmada % 90' saraya da ki 2019 - 2020 Yargı Yılı açılışına hayır dedi...

"Yargının kurucu unsuru olan savunmanın meslek örgütü olarak, yeni bir yargı yılının açılışında birlikte olmaktan kıvanç duyabilirdik" denilen cevap yazısında, toplantının Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezinde yapılacak olduğuna işaret edildi ve burada yapılacak bir açılış törenine katılmanın mümkün olamayacağı bildirildi.

"Tarihe not düşmek adına bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizde var olan yasama yürütme ve yargı gücünün, yargı ayağının yürütülmesi Hakim ve Savcılar eliyle olur. Yargı bağımsızlığı dar anlamıyla aslında Hakimlerin bağımsızlığı anlamına gelir. Yargı, işlevini yargılama ile yerine getirir, buda hakimler(yargıçlar)eliyle olur.

Hakimlerin bağımsızlığı, kararlarını verirken. Özgür olmaları, hiç bir dış baskı altında olmamaları, yasama ve yürütme organlarından emir, tavsiye ve talimat almamaları anlamına gelir. Bununla kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunduğu ortadadır. Hakimlerin bağımsızlığı Anayasa ilede teminat altına alındığından görülmekte olan bir davada yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili TBMM de görüşme yapılamaz soru sorulamaz.     
     
Hakimler aynı şekilde yürütmeye karşıda bağımsız olduklarından tayinleri konusunda da yürütmenin etkili olmaması gerekir. Ancak; mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yapan  ve hakimlerin tüm özlük işleri konusunda yetkili olan Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunda Adalet bakanı ve Müsteşarın bulunması bu teminatı kısmen zedelemektedir.    
       
Cumhuriyet savcılarına gelince; Devlet adına iddiada bulunan makamdır. Aslında hakimlik ve savcılık iki ayrı meslektir. Yürütme organının bir üyesi olan Adalet bakanı savcılar üzerinde denetim yetkisine sahiptir. Yani dava aç diye her zaman emir verebilir. Yani bağımsız değillerdir. Fakat burada bahsedilen durumu Yüksek Mahkeme savcıları ile karıştırmamak gerekir. Özellikle son günlerde gündem de olan Yargıtay Başsavcısının durumu farklıdır.

“Çünkü yüksek mahkemeler savcısı ve hakimleri ile bir bütün olarak bağımsızdır. Bu da yaptıkları görevden dolayıdır”.

Bağımsız olmayan bir Yargıtay Başsavcısı ile yürütme ve yasamanın denetlenmesinin mümkün olmayacağı açıktır. Yargı denetimi ancak tümüyle bağımsız Yüksek mahkemeler eliyle yapılır. Kısaca Adalet Bakanının Yüksek Mahkeme savcılarına dava açma yada açmama konusunda emir verme yetkisi yoktur, zaten yürütmenin bu yetkisi olmadığından devletin temel niteliklerini yıkmaya çalışan partiler hakkında Yargıtay Başsavcısı kapatma davası açabilmektedir.

SONUCU OLARAK: Bir hukuk devletinde var olan yasama. Yürütme ve yargı gücünün, yargı ayağının yürütülmesi Hakim ve Savcılar eliyle olur. Yargı bağımsızlığı dar anlamıyla aslında Hakimlerin bağımsızlığı anlamına gelir. Yargı, işlevini yargılama ile yerine getirir, buda hakimler(yargıçlar)eliyle olur. kısaca" gelişmiş modern hukuk sistemin de bağımsız yargı anlamı budur! ..Ali Berham ŞAHBUDAK…



TÜRK YARGISI "SARAYA BAĞIMLI MI BAĞIMSIZ MI?





21; yüzyılda; modern, demokratik bir hukuk devletinde savunmanın ve yargılamanın bağımsızlığının kutsallığı her türlü tartışmadan bağımsız olması gerekirken başta yargı olmak üzere 96 yıllık cumhuriyet AKP iktidarlarıyla adeta yasama yürütme ve yargı KAÇAK SARAYA bağımlı hale getirildi?
  
Bu bağımlılık ülkemizi tek kişiye teslim edilmesi sonucu Modern ve Çağdaş cumhuriyetimiz aynı zaman da bir hukuk devletiydi bu yapı da ortadan kaldırılarak tamamen otoriter bir rejime sürüklenme yolunda sürat le ilerlemekte..?
Bu bağımsızlık, insan onurundan ve bizzat hukuk idesinin kutsal varlığından doğmakta; geçici olan her türlü siyasal iradeden üstün niteliği üzerinde yükselmektedir.

Kuşkusuz ki bu nitelik, modern yasaların hukuka uygun olarak kesintisiz uygulanması ile adaletin hiçbir ahval ve şerait altında birtakım kişi ya da kurumların vicdanına terk edilmemesini de kapsamaktadır. Geldiğimiz noktada, Türk Hukuk Sisteminin bu iki varlık sebebi de ortadan kaldırılmıştır.

Bu söylemin delili ise normalleştirilmiş KHK hukuku zemininde kaosa evrilmiş bir sistem, bağımsızlığı kağıt üzerinde dahi bırakılmayan YSK ve HSK gibi kurumlar, tutuklu avukatlar, liyakati senelerdir sistemli bir politikayla yerle bir edilmeye çalışılan hakimlik ve savcılık mesleği ile sesi kısılmaya çalışılan savunma makamının bizzat kendisidir..

"Üzülerek belirtmek gerekirse bu kirli yapı 15 Temmuz ve benzeri yapıları her zaman hazır hale getirmek için Cumhuriyetin temel niteliği olan hukuk olmak üzere modern ve çağdaş yaşam dan Türk milletini koparmak için sinsice cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk devrimlerine kurulmuş bir tuzaktır"!
"Başta Barolar birliği olmak üzere bu davete iştirak eden tüm Av kimliği ile meslek sahipleri ve yargıçlar savcılar bu tuzağın bir unsurlarıdır"…

Ancak belirtilmelidir ki; bu ülke üzerinde yaşayan, sesi kısılmaya çalışıldıkça direnen, yeni adli yılı saray çatıları altında değil modern ve laik Cumhuriyet’i borçlu olduğumuz Atamızın huzurunda karşılayacak olan avukatlar da vardır ve sonsuza kadar hep var olacaktır bu Avukatlarımızı yürekten kutlar onlara başarılar dileriz.


Yargıtay Başkanlığının 2019-2020 Yargı Yılı açılışı için yolladığı davete 41 barodan olumsuz yanıt verdi. İzmir Barosunun ardından İstanbul, Ankara, Muğla, Antalya, Adana, Aydın ve Ordu Baroları da Yargıtay Başkanlığının 2019 - 2020 Yargı Yılı açılışı için yolladığı davete olumsuz yanıt verdi bu oran avukatların barolar olarak katılmama oranları olarak savunmada % 90' saraya da ki 2019 - 2020 Yargı Yılı açılışına hayır dedi...

"Yargının kurucu unsuru olan savunmanın meslek örgütü olarak, yeni bir yargı yılının açılışında birlikte olmaktan kıvanç duyabilirdik" denilen cevap yazısında, toplantının Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezinde yapılacak olduğuna işaret edildi ve burada yapılacak bir açılış törenine katılmanın mümkün olamayacağı bildirildi.

"Tarihe not düşmek adına bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizde var olan yasama yürütme ve yargı gücünün, yargı ayağının yürütülmesi Hakim ve Savcılar eliyle olur. Yargı bağımsızlığı dar anlamıyla aslında Hakimlerin bağımsızlığı anlamına gelir. Yargı, işlevini yargılama ile yerine getirir, buda hakimler(yargıçlar)eliyle olur.

Hakimlerin bağımsızlığı, kararlarını verirken. Özgür olmaları, hiç bir dış baskı altında olmamaları, yasama ve yürütme organlarından emir, tavsiye ve talimat almamaları anlamına gelir. Bununla kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunduğu ortadadır. Hakimlerin bağımsızlığı Anayasa ilede teminat altına alındığından görülmekte olan bir davada yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili TBMM de görüşme yapılamaz soru sorulamaz. 
         
Hakimler aynı şekilde yürütmeye karşıda bağımsız olduklarından tayinleri konusunda da yürütmenin etkili olmaması gerekir. Ancak; mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yapan  ve hakimlerin tüm özlük işleri konusunda yetkili olan Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunda Adalet bakanı ve Müsteşarın bulunması bu teminatı kısmen zedelemektedir.         
  
Cumhuriyet savcılarına gelince; Devlet adına iddiada bulunan makamdır. Aslında hakimlik ve savcılık iki ayrı meslektir. Yürütme organının bir üyesi olan Adalet bakanı savcılar üzerinde denetim yetkisine sahiptir. Yani dava aç diye her zaman emir verebilir. Yani bağımsız değillerdir. Fakat burada bahsedilen durumu Yüksek Mahkeme savcıları ile karıştırmamak gerekir. Özellikle son günlerde gündem de olan Yargıtay Başsavcısının durumu farklıdır.

“Çünkü yüksek mahkemeler savcısı ve hakimleri ile bir bütün olarak bağımsızdır. Bu da yaptıkları görevden dolayıdır”.

Bağımsız olmayan bir Yargıtay Başsavcısı ile yürütme ve yasamanın denetlenmesinin mümkün olmayacağı açıktır. Yargı denetimi ancak tümüyle bağımsız Yüksek mahkemeler eliyle yapılır. Kısaca Adalet Bakanının Yüksek Mahkeme savcılarına dava açma yada açmama konusunda emir verme yetkisi yoktur, zaten yürütmenin bu yetkisi olmadığından devletin temel niteliklerini yıkmaya çalışan partiler hakkında Yargıtay Başsavcısı kapatma davası açabilmektedir.

SONUCU OLARAK: Bir hukuk devletinde var olan yasama. Yürütme ve yargı gücünün, yargı ayağının yürütülmesi Hakim ve Savcılar eliyle olur. Yargı bağımsızlığı dar anlamıyla aslında Hakimlerin bağımsızlığı anlamına gelir. Yargı, işlevini yargılama ile yerine getirir, buda hakimler(yargıçlar)eliyle olur. kısaca" gelişmiş modern hukuk sistemin de bağımsız yargı anlamı budur! ..Ali Berham ŞAHBUDAK…


13 Ağustos 2019 Salı

TÜRK MİLLETİ OLARAK ATATÜRK’Ü ANLADIK MI!


TÜRK MİLLETİ OLARAK ATATÜRK’Ü ANLADIK MI!
EY TÜRK MİLLETİ “ YILLARDIR ONUR VE GURURLA YAŞADIĞIN BU CUMHURİYETİ KURAN DÜNYA DAHİSİ FİKİR VE STRATEJİLERİYLE ÖLÜMSÜZ OLAN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü ANLAYABİLDİNİZ Mİ.?
Sizi bir kez daha Atatürk hakkında düşündürmek istemedim..
 Mustafa Kemal Atatürk hakkında sadece “Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olarak değil”, bu önemli özelliğinin yanında sizlerin onu nasıl anladığınızı öğrenmek istedim. Ya da bu yönüyle bu yaşınıza kadar düşünmediğiniz şeyleri düşündürmeyi amaçladım. Ondan sonra da bunu özgürce, içinizden geldiğince, istediğiniz şekilde bizimle sosyal medya aracılığı ile paylaşın istedim.
Yazıyla, resimle, müzikle, hatta amatörce de olsa filmle veya aklınıza gelecek yeni fikirlerle paylaşın istedim şu günlerde ülkemiz olarak Din Irk Mezhep Renk ayrımı yapmadan tıpkı 1919 kuruluş ve kurtuluş mücadelesi de olduğu gibi önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün biz Türk milletine gösterdiği aydınlanma yolunda ki başarıyı yeniden yakalamak için içte ve dışta emperyalist güçlere maşalık ve piyonluk yapan vatan hainlerine karşı birleşelim istedim…
“Bu yıl Cumhuriyetimizin kuruluşunun 96; yılındayız geçtiğimiz 95; yılda ulaştığımız muasır medeniyet seviyemiz tartışılır durumda Cumhuriyetimizin kuruluşunun 96; yıl nedeniyle eğitim de en az AB olmak üzere çağdaş bir eğitimin artık ülkemiz için vazgeçilemez bir sistem olduğunu haykırmalıyız “ Çünkü çağdaş ve Modern bir eğitim demek Mustafa Kemal Atatürk demek olduğunu bilmeliyiz 17 Yıldır her fırsatta değiştirilen müfredat artık her gecen yıl ülkemizi biraz daha dünyadan kopararak karanlığa sürükleyen bir gericiliğe dönüşmüş çağdaş ve modern ülkemiz iks idadi sosyal kültürel ve bilim alanların da dünya sıralamasının en alt sıralarına kadar düşürülmüştür buna sebep olan AKP ve cemaat tarikatlara karşı yüksek ses çıkarmalıyız çünkü geleceğimiz olan çocuklarımız eğitimsiz kalmakla birlikte ülkemiz için tehlikeli boyuta sürüklenmekte”…
Bir Atatürkçü yurtsever yurttaş olarak sizlerden istediğimiz yüreğinizin bir köşesindeki Atatürk sevgisini bizimle onurla gururla tekrar tekrar paylaşmanız. Bu sevginizi bizimle birlikte dalga dalga çevrenize yaymanız. Misak-ı Milli sınırları içerisinde etnik kökeni ne olursa olsun “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir… Mantığıyla Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarını çizen Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisini devam ettirecek bir nesil yetişmesinde öncü olmanız.

Atatürk için ağlamak, Atatürk'e özlem duymak ya da onu çok sevmek ayrı şeylerken Atatürk'ü anlamak çok daha farklı bir şeydir”.  Onu anlamak için öncelikle yaşadığı dönemi bilmek, mücadelesinin satır başlarına bakmak ve yetim Mustafa’dan Atatürk'e kadar geçen süreci iyi analiz etmek gerekir. Bu yapıldığında görülecektir ki Atatürk sadece bir insanın adı değildir. Atatürk aynı zamanda teşkilatçılık, milliyetçilik, tam bağımsızlık, anti-emperyalizm ve halkçılık, Demektir olduğunu göreceksiniz...

Atatürk, şartlar ne olursa olsun milletten ve davadan ümidi kesmemek ve gerektiğinde yeniden  ÇANAKKALE'YE çıkıp son mermiye kadar Atatürk'ü ve kurduğu cumhuriyeti savaşmayı düşünmek demektir.  O halde Atatürk'ü gerçekten anlamak için Atatürkçü düşünmeyi öğrenmek ve hangi zaman diliminde yaşanıyorsa o zamanın gerekliliklerine göre birbirini tamamlayan adımlar atmak da demek tıpkı kuruluş tan kurtuluşa mücadelesinde olduğu gibi DİN IRK RENK MEZHEP Ayrımı yapmaksızın..

Maalesef 1980 12 Eylül sonrası ülkemizin her alan da olduğu gibi Mustafa Kemal Atatürk'ü de anlama alanlarında ne yazık ki bazı yurttaşlarımız Atatürk'ü anladıklarını düşünseler de Atatürk’ün eylemciliğini, devrimciliğini, stratejik bakış açısını çok iyi kavramış gibi görünmüyorlar. Bu yüzden de kim televizyona çıkıp Atatürk’le ilgili birkaç güzel söz söylese kendini Atatürkçü zannedenler aslın da poster Atatürkçülük yaptıkları da açıkça ortadadır.

Pek çok siyasi de aynı şeyi yapıyor aslında. Örneğin bazı TV ekranlarına çıkanların ortak özelliklerinden biri bu!  Ne zaman alkış almak isteseler başlıyorlar Atatürk'ü anlatmaya! Ancak alkıştan hemen sonra başlıyorlar Atatürk adına Atatürkçü düşünmeyi engellemeye. Mesela sürekli “yuvarlak cümleler” kuruyorlar. 

Oysa Atatürk hayatının her döneminde “köşeli düşüncelere sahip olmuş” bir liderdi. Hayatı da, siyaseti de, devrimciliği de ciddiye alırdı ve doğru bildiği sözü söylemekten çekinmezdi. Tarihe geçen yüzlerce sözün kaynağında da bu tavır vardı!

Bir de kendine Atatürkçü diyen zamane popülerlerine bakın!  

Aklınıza yer eden tek bir cümleleri var mı? Mesela “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak!” gibi on yıllardır hemen her gün kullanılan bir cümle söylemişler mi? Veya “Vatan Savaşı” gibi bir kavramsallaştırmanın yakınına bile yaklaşan tek bir analiz yapmışlar mı? Hadi bunları da geçtim örneğin son 15 yıl içinde herhangi bir konuda “tutarlı bir duruş” sergileyebilen kaç kişi var aralarında? Sanırım cevap koca bir “hayır!”

PİYASADA Kİ SAHTE ATATÜRKÇÜLÜK! Peki, o zaman bu insanlar neden Atatürkçü olarak toplumun önüne sürülüyorlar?
Ne yapmışlar da bugüne kadar, televizyonlarda sürekli Atatürkçü olarak tanıtılıyorlar?  Bana göre cevap bir tane: Kafaların çok ama çok karıştırılmış olması! Özellikle 1980 darbesinden sonra melezlene melezlene ruhunu kaybetmiş sahte bir Atatürkçülüğün yaygınlaştırılmış olması. Atatürk'ü sadece 10 Kasımlara ve posterlere, heykellere hapseden ama onun fikirlerini itinayla bulanıklaştıran bir anlayışın Atatürkçülük olarak pazarlanması. Atatürkçü diye etnikçilerin, neo-liberallerin, mezhepçilerin ya da emperyalizmin işbirlikçilerinin sürekli ekranlara çıkarılması da cabası!

Ancak bir gerçek Atatürkçü Türk Milleti olarak halen gelecek nesilden umutlu olmak için de sebeplerimiz hala var.  
Yetişen yeni nesil Atatürk’çe düşünmeyi popüler ama sahte Atatürkçülerden çok daha önce öğrenmiş görünüyor.  Onlar hayatın öğretmenliğini doğru kavrayarak örgütlü olmadan, mücadele etmeden Atatürkçü olunamayacağını da biliyorlar. Onları sizler de biliyorsunuz aslında! 

Bir gün Amerikan askerinin ve emperyalizmin kafasına çuval geçirirken görüyorsunuz onlar Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyeti emanet bıraktığı Türk Gençliği… 

Yetişen yeni gençlik, 1980 sonrası melezlenen sözde Atatürkçülere inat, Atatürk’çe düşünmeyi büyük Türk milletine yeniden hatırlatıyorlar. Çünkü kurucumuz dünya dahisi Atatürk sadece inandıklarını söylerdi ve bunu tutkuyla yapardı. İşte Mustafa Kemal Atatürk böyle bir karakter ve sarsılmaz bir iradesi vardı … 

Sevgiyle kalın benim onurlu ve gururlu halkım! Ali Berham ŞAHBUDAK...


ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...