27 Aralık 2020 Pazar

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE ANKARA

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE ANKARA // Ali Berham ŞAHBUDAK… Kurtuluş Savaşının başlatılmasında, TBMM'nin kurulmasında ve Türk ordusunun hazırlanmasında önemli bir olay olan Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 101. yılı kutlanıyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, tam 101 yıl önce bugün 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara'ya gelerek Kurtuluş Savaşının temellerini attı ve aynı zamanda TBMM'nin kuruluşunun çalışmalarına önderlik etti. İşte Atatürk'ün Ankara'ya gelişi hakkında detaylar. ATATÜRK'ÜN ANKARA'YA GELİŞİ Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı mağlup sayıldı ve yurdun dört bir yanına yayılan düşman, Sevr Antlaşması gereğince topraklarımızı bölmeye başladı. Urfa, Antep, Maraş, Adana, Antalya ve Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul, düşman kuvvetleri tarafından işgal edildi. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlar, İzmir'e girdi ve Atatürk 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıkarak Kurtuluş Savaşının başlangıcı için temelleri atmaya başladı. Samsun'da halk tarafından büyük coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal Atatürk, 12 Haziran 1919'da Amasya'ya geldi ve alınan kararlar 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Genelgesi adı altında yayınlandı. Bu gelişme sonrasında 23 Temmuz 1919'da Erzurum Kongresi gerçekleşti ve hemen ardından Atatürk, 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas Kongresini topladı. Yapılan kongrelerde milli iradeye dayalı bir hükumetin kurulması ilk hedef olarak belirlendi ve tüm şehirlere telgraflar gönderilerek halkların kendilerine bir temsilci seçmesi istendi. Seçilen temsilciler için toplanma yeri gerekliydi ve Ankaralılar, Atatürk ile temsilcileri Ankara'ya davet etti. Kurtuluş Savaşının en iyi şekilde Ankara'dan yönetileceğini düşünen Atatürk, Ankara'nın coğrafi konumu ve cephelerle olan eşit uzaklığı nedeniyle Ankara'ya gelmeyi kararlaştırdı ve 27 Aralık 1919 tarihinde saat 14:00'te Dikmen sırtlarından Ankara'ya geldi. Ankara halkı, Atatürk'ü ve temsil heyeti üyelerini büyük coşkuyla karşıladı ve bu karşılama Atayı oldukça duygulandırdı. Atatürk, kendisini ve temsil heyetini coşkuyla karşılayan Ankara halkına teşekkür etti. Atatürk'ün Ankara'ya gelişi, bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve Kurtuluş Savaşının başlatılması için oldukça önemli bir olaydır. TBMM'nin kuruluşu ve Türk ordusunun kurulup çalışmalarına başlaması gibi birçok gelişme ve hazırlık, Ankara'da yapıldı. Milli mücadelenin merkezi haline gelen Ankara şehri, o günlerden başkentlik görevi yapmaya başlamıştı. Bu Makaleme bundan sonrasını sorularla ve Ankara coğrafi olarak nasıl bir konumdaydı bunları yaptığım araştırma ve edindiğim bilgiler ışığında başlamak istiyorum: Önce sıkça sorulan bir soruyu cevaplandırarak başlayayım Atatürk Selanikli miydi, yoksa Ankaralı mı sorusu.? Örneğin: Başka dillerde ’nerelisin?’ sorusu yoktur. İnsanlar uzun süre yaşadıkları veya gönülden bütünleştikleri yeri kendi mensupluğunun ölçüsü sayarlar. Almanlar, ’woher kommen sie?’ (nereden geliyorsunuz?) derler, ’Nerelisiniz?’ demezler. Gerçekten hayatını ayırdığı, vakfettiği, bütünleştiği bir şehrin içinden dünyaya bakan, yeni bir çağdaş ve modern devlet kurmuş bir milletin kaderini yeni baştan yazmış bir dahiyi bir kurucu lideri anlatırken ondan söz ederken cümleler ve kelimeler çok daha bir özenle seçilmeli çünkü bahse konu “ bir insan olmanın ötesinde “ Fikren dünya insanlığının üzerinde olana Atatürk’ten bahsediliyorsa Atatürk'e karşı daha saygın alçak sesle konuşulmalıdır. Türk milletini ve kurduğu bu cumhuriyeti Atatürk’le ve cumhuriyeti oluşturan şehirle köyler vadiler Atatürk’le bütünleşti. Ankara'nın Atatürk'ü, Atatürk’ün Ankara'sı Milli mücadeleye başladığı andan itibaren Mustafa Kemal’in Ankara'sı, Ankara'nın Mustafa Kemal’i, bu İngiliz kayıtlarında dahi böylesine bir tarihi not olarak varsa halen Atatürk gerçekten Selanikli değil, Ankaralıdır ( Sadece Dokuduğu coğrafi bölge Selanik’tir.) Emperyalizm gözü İstanbul’da olduğu bir dönemde, Atatürk’ün Ankara’yı genç Türkiye Cumhuriyetinin Başkent’i yapması aynı zamanda yendiği Emperyalizmde bir meydan okumasıdır.? Emperyalizm, emperyalist tavırlı devletler, Atatürk’ün savaşı kazanmasının hemen akabinde kurduğu devleti kabul etmekte zorunda kaldığının gerçeğidir. Lozan’da bu devletin tapusunu ve ülkenin bağımsızlık belgesini imzaladılar ama, bunu çok içlerine sindirmediler. Bu yüzden ’Büyükelçi gönderelim mi, göndermeyelim mi, gönderirsek İstanbul’da mı otursun, Ankara’da mı otursun’ diye düşündüler. Ankara gibi İmrahor Çayı’ndan ve Saman Pazarı’nın hemen arkasındaki çirkin kokulu derelerden ibaret, söğüdün, kavağın bir kaç gölgesi zayıf iğdenin şehrinde ne diye oturacaklar? Sarayların, kaşanelerin ve yeşilliklerle denizin bulunduğu İstanbul’u terk edip Ankara’ya gelecekler, olur mu öyle şey? 1925, 1926 yılına kadar hiçbiri gelmedi. Direndiler sonunda itilaf devletleri baktı ki Atatürk’ün şakası yok tıpış tıpış Atatürk’ün ayağına yarı büklüm olmuş bir şekilde karşısında dizildiler. İŞTE TAMDA MEYDAN OKUMA BURADA BAŞLIYOR Atatürk dedi (Bu yeni devletin başkenti Ankara’dır). Bu kadarla da kalmadı, (Hepiniz burada büyükelçilik kuracaksınız) dedi. Elinizi vicdanınıza koyun. 27 Aralık 1919’da Dikmen sırtlarından girdiği yerden itibaren Ankara çamur, Ankara kısık ışıklarla perişan, yazları sıtmanın ve sivrisineğin, kışın dumanlı evlerin, dam evlerin şehri. Yenişehir dediğimiz bugünkü Sıhhiye’den yukarısı yok. Çankaya ve civarında bağ evleri var ama, nerede oturulacak? Devlet adamları nerede oturacak, hiçbir yeri beğenmeyen yabancı misyon nerede oturacak? Dünyaya meydan okuma işte burada başlıyor. Kendisi de o dönemde kimsenin oturmadığı Çankaya bölgesini seçti, bunun da bir anlamı var mı? Eski Ankara’nın olduğu Saman pazarı, Ulus ve aşağı Dış kapı ’ya, İstanbul Kapı ve Erzurum kapıların olduğu, sonra kalenin içi olan yere kadar baktığınızda buraları bir baş şehir olmaz. Onun dışında kurak bir çöl. Şimdi ki AOÇ’nin olduğu yer bir facia, tama men taşlık. Şimdiki Söğütözü’nün olduğu yerde, bir tek orada söğüt ağaçları var. Çankaya’ya giderken bir de papazın bağı diye bilinen bir yer var, hakikaten bir papazın ağaçlandırdığı bir yer vardı. Ankaralıların oturduğu asıl şehir ile bağ evlerinin arasında büyük bir boşluk vardı. Sıhhiye’den Kavaklıdere’ye kadar olan kısım tamamen boş. Peki, dünya dahisi ulu önder Mustafa Kemal Paşa ne yaptı? Dünyaya kafa tutacak bir yere çıktı, bir yalçın kayanın tepesine. İşte tamda burası bu bakımdan bir bağımsızlık tepesidir diyerek Çankaya. Ankara, bağımsızlığın haykırıldığı yerdir. Atatürk Ankara’ya geldikten sonra bugün Kacak Saray kurulan AOÇ’nin tam bir çamur ’facia’ ve mümkün değil orada tek bir söğüt dahi yetişmez diyenler aslında 3-5- yıl sonra çok şaşırmış ve o bölge bir AOÇ’ye dönüştü görmüşlerdi? O dönemde herkes ’ AOÇ’ye nasıl yeşillen dirilir?’ diye düşünmüş. Bir alman getirmişler ve ’Burası nasıl yeşillen dirilir?’ diye sormuşlar. Şimdiki AOÇ’nin olduğu yerden iğrenç bir dere akıyor, sivrisinek kaynağı. Beştepe’nin olduğu yerler ise tamamen kayalık. Getirdikleri Alman, (Buraları yemyeşil kılmak mümkün ama, bu bozkırın iki şeye ihtiyacı var, o da siz de yok) demiş. (Birisi sabır, diğeri para)… Atatürk çok üzülüyor ve ’Bende sabır da var, para da bulunur’ diyor. Çalışmalara başlanıyor. O zaman köylüler, ( AOÇ denilen yeri Gazi Paşa, üzerine binip çalıştığı demir tekerlekli traktörle canlandıracakmış, düşmanları da yendi ama, bu iş zor) diyorlar ve kara kara bakıyorlar. Sonrasında ortaya çıkan AOÇ’yi herkes biliyor. Ve bugün o kadar küçüldü ki, 9. Cumhurbaşkanı Sayın Demirel de çok güzel söylüyor. Ankara'nın akciğeri. Şunu yaptınız, bunu yaptınız küçülttünüz. Oysa saldırmadan, gasp etmeden korumanız, çivi çakmadan betonlaştırma dan 40 yıl sonraya devredeceğiz alanlarınız olmalı. Orada hassas davranmalısınız. Her şeyi yıkarsanız. Yepyeni şeyler kuracağız iddiası ile de olsa, günün birinde gezip nefes alacağınız yer olmaz. AOÇ’nin yıllar içinde ne hale geldiği ortada… Atatürk'e dil uzatanlara ceza verildiği gibi, mirasına el uzatanlara da neden bir ceza verilememiş? Atatürk’ün Çankaya’da oturduğu evi, Ankaralılar alıp hediye ettiler. Bundan sonra Atatürk maaşı ile araziler satın alıp, bunların hepsini Ankara Belediyesi’ne verdi. Ankara Belediyesi’ne bir tek yeri vermedi, o da bizzat kendisinin yaptığı AOÇ’dir. Orayı Ziraat Vekâlet’ine ( bakanlığına ) verdi. Bir düşünün lütfen, bir devlet başkanının parasını vererek, gelecekteki insanlara arsa ayırdığını, onlara gezecek, nefes alacak, top oynayacak yer düşündüğünü hayalinize getirin. Bunu halk korumayacak da, kim koruyacak? Kanunlar mı koruyacak? Halk bu konuda daha duyarlı ve vicdani olabilirdi. Ama bizim halkımızın her şeyi devletten beklemek gibi bir düşünmekte zorlandığım durumu var. 1950’den beri o bölgede birçok yapılaşma oldu. Güzellikleri kanunlar korumaz, güzellikleri güzeli arayan, güzele düşkün olanlar korur. Ama diyeceksiniz ki yapılan saldırılar, Vandalizm ölçeğindeki kapmalar ve küçültmeler hep kanunla yapılmış, doğru… İşte çıkmazımız orada başlıyor. Kimi kime şikâyet edeceksiniz. Ben bu noktada halkın kanunlar çıkmadan önce, gündeme geldiği günlerde medeni tepkilerle sahaya çıkmasını isterdim. YEŞİLLER İÇİNDE BÜYÜMÜŞ BİR ATATÜRK! Atatürk’ün çocuk sevgisi hep ön plandadır, ancak doğaya olan sevgisi çocuk sevgisinden daha az değildir Atatürk’ün doğaya verdiği önem dünyada hiçbir kişiyle mukayese edilemez boyuttadır… Bir insan düşünün, doğumundan ölümün kadar yeşiller içinde büyümüş. Atatürk Selanik’te doğduktan sonra ilk önce çevresinde her yer ağaç ve yemyeşil bir ovayı görerek büyüdüğünü biliyoruz. Ondan sonra askerliğinin bir kısmı cephelerde geçerken, bulunduğu yerlerde de yeşil ve mavi yan yana. Ondan sonra Ankara’ya gelmiş Balkanlar’ın bu yeşil düşkünü çocuğu. Kurak mı kurak, buğday memleketi ama o da çok sevimli bir verimlilikte değil. Onun bağımsızlığı kazandığı gibi, bu iklimi de değiştirdiğini düşünüyorum. Ankara'nın bozkırı, sivrisinek memleketini, yağmurlu memleket haline getiren de odur. Ağaç sevdası Onda müthiş bir şeydi. Atatürk’ün kurtuluştan kuruluşa giden tam bağımsızlık mücadelesi sonunda kurduğu yeni bir cumhuriyete, adeta yerle bir olmuş ülkeyi ve Ankara’yı sıfırdan inşa edilen bir başkent yapan Atatürk’ün aynı zamanda da bir belediye başkanı gibi de çalıştığı söyleye biliriz doğaya duyarlı yerleşime önem veren ön görü sahibi bir başkan gibi? Eski anlamıyla belediye, iskan olunmuş, yerleşilmiş yerdir. Böyle bir yerde belediyenin başı aynı zamanda oradaki en üst mülki amir idi. Eskinin site devletleri gibi düşününün, aynı zamanda yerleşilen yerle birlikte medenileştirilen ve medeniyetin biçimlendirildiği, herkesi de o biçimlendirmenin içinde kaynatıp birbirine benzeştirdiği yer demek. “Böyle baktığınızda yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Büyük bir Belediyesi’nin Cumhurun başı ise Atatürk olduğu gibi, Bu anlamıyla da Atatürk ’Ezeli ve ebedi’ olarak bir belediye başkanımızdır aynı zamanda da”. Belediye ne yapar? Bizi korkmadan gezebileceğimiz ışıklandırılmış bir alana çağırır. Bizim temiz sağlıklı su içmemizi sağlar. Bize yol yapar, bizim dinleneceğimiz, gezeceğimiz alanlar yaratır. Bunun hayalini, bunun rüyasını, tasarımını bundan 101 yıl önce düşünmüş deha adam Atatürk’e belediye başkanlığı unvanı, O’nu küçültmez, O’na yakışır. Ama O’na ’ebedi ve ezeli ve milli’ belediye başkanı derseniz. Son sorum şu olacak: Atatürk'ü ve verdiği mücadeleyi bugün doğru biçimde anlatabiliyor muyuz yeni nesillere? Yarının çocuğuna biz dünün sıkıntısını ve dünün zaferini doğru anlatmakta çok başarılı değiliz. Biz her şey birden kendiliğinden olmuş gibi, bize birileri bir şey hediye etmiş gibi, çekilen çileleri konuşmaksızın, bu ülkeyi emperyalistler işgal etmemiş gibi, bir kanlı boğuşma yaşanmamış gibi, bunlar anlatılınca şovenizm olacakmış gibi, öyle yanlışları doğrular haline dönüştürdük ki, günün birinde çocuklar bu yanlışlara inanırsa, bu ülkenin savunması kalmayacak. “Bir insan düşünün, Balkanlar’ın yeşiller içinde büyümüş. Selanik ve çevresinde her yer yemyeşildir biliyorsunuz. Ondan sonra askerliğinin bir kısmı cephelerde geçerken, bulunduğu yerlerde de yeşil ve mavi yan yana. Ondan sonra Ankara’ya gelmiş Balkanlar'ın bu yeşil düşkünü çocuğu. Kurak mı kurak, buğday memleketi ama o da çok iyi bir verimlilikte değil işte Atatürk’ün geldiği 1919 da ki Ankara böyle bir yerdi. Ali Berham ŞAHBUDAK…

13 Aralık 2020 Pazar

ERDAL EREN!

ERDAL EREN! Erdal Eren ve diğer devrim şehitlerimiz mücadelemizde yaşıyor... Erdal Eren kimdir?) Erdal Eren 12 Eylül faşist darbesinin 17 yaşında idam edilen devrimci şehitlerinden biridir! Erdal Eren, 12 Eylül emperyalist piyonlarının T.C. Devletinde yaptırdığı Faşist darbenin adıdır"40. yılında tekrar Erdal Eren ve diğer devrimciler bir kez daha gündeme geldi. 13 Aralık 1980'de idam edilen Eren, kanlı darbenin unutulmayan yaralarından ve 12 Eylül faşist darbenin sembollerdendir. 12 Eylül darbesi öncesinde er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü gerekçesiyle anti demokratik mahkeme kararlarıyla hüküm giyen, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Erdal Eren, 40 yıl önce bugün 17 yaşında asılarak idam edildi Atatürkçü yurtsever devrimcidir. İdam edilişinin 40. yılında Erdal Eren'in ailesine yazdığı son mektubu geçmeden önce bu idama ve katliamlara dair “ bugün dahi 12 Eylül uygulamalarıyla iktidarlarını korumak adına halen antidemokratik uygulamalarla ülkemizi yönetenler var! Eren, 19 Mart 1980’de idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi. Erdal Eren, veda mektubunu hücresinde yazmış ve iç çamaşırında taşıyarak avukatına ulaşmasını sağlamıştı. 12 Eylül Faşist darbeci cunta yönetimin uyguladığı insanlık düşmanı uygulamaları “ Başta Mamak Diyarbakır ve Ankara Kapalı "Cezaevinde yapılan işkence ve insan onurunu ortadan kaldıran düşünce sucuna ilişkin yapılanları tüm ceza evi duvarlarından öğrene bilirsiniz çünkü bu onursuzluğun izlerini hiç kimse o duvarlardan asla silemez!- Bundan 40 yıl önce (neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) İnsanlık dışı işkence ve zulüm edilerek T.C. Devletinin aydınlık geleceği olan Atatürkçü yurtsever devrimcileri sırf tam bağımsız Türkiye istediler diyerek yok edilen bir kuşağın hikayesi ne bugün nede gerecekte unutulmayan bir sosyal yardır… Bu O kadar aşağılık, o kadar vahşi insanlık dışı uygulamalardır ki insanı insanlığından eden çağdışı uygulamalardır her idam günü bu işkence ve uygulamalar tekrar tekrar hafızalarda yaşanmış bir işkence haline dönüşüyor. İşte bu durumda insan insanlığından utanıyor ve halen bugün olmuş sırf iktidarlarını korumak adına, şiddeti adeta bir hak görenler var oysa bu arzu içinde olanlar için bu bir kurtuluş değil bir ölümü seçmek demektir. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir”... Belki okuyanlara bu bir hikaye veya bir masal gibi gele bilir ancak bu bir gerçek yaşamın ta kendisidir! Sizlere bu insanlık dışı uygulamaları anlatmamın nedeni gerçek yaşamdan bıkmış kim için ve niçin bu mücadeleyi verdiğini dahi bugün anlayamayan emperyalistler halen bir maşa ve bir piyon olarak görev yapan veya bu piyonlara destek veren kimi satılmışlar “bugün olmuş Atatürk’ün 1919 milli mücadelesini anlayamayan dönekler için bu devrimciler hayatlarını bir hiç uğruna kaybettiğini düşünen hainler için anlatılanlar asla bir hikaye değil gerçeğin kendisidir”… 12 Eylül ABD Maşalarının yaptığı Faşist darbe insanlık onuruna yapılan en büyük ihanettir, oysa bugün 12 Eylül işkencelerden geçirilen ve idama mahkûm edilen yurtsever Atatürkçü Devrimcilerin bu cumhuriyetin tam bağımsızlığını isteyen milyonların daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi gerçeğidir… Mesele benim senin değil bu mesele tam bağımsız cumhuriyeti oluşturan yurttaşların emperyalizme karşı mücadele etme meselesidir. Ancak biliyorum ki yüreği bu ülke ve insanlık onuru için atmayanlar için bu tam bağımsızlık meselesi sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu da biliyorum." ERDAL EREN'DEN SON MEKTUP! Eren'in mektubu şöyle: Sevgili annem, babam ve kardeşlerim; Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemizde olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) Bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sezinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler. Cezaevinde yapılan (Neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda Ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi içten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum. Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim. Devrimci selamlar! Ali Berham ŞAHBUDAK…

11 Aralık 2020 Cuma

AKP'NİN ATATÜRK’LE VE CUMHURİYETLE HESAPLAŞMASI!

AKP'NİN ATATÜRK’LE VE CUMHURİYETLE HESAPLAŞMASI! Birisi bu vatanın nasıl kurulduğunu “Atamızın bu resimdeki giymiş olduğu ayakkabısının tabanı nasıl delindiğini” Erdoğan’a ve AKP’lilere anlatsın! Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları o cephelerden o cephelere gece gündüz demeden dile kolay tam dört yıl Türk ordusunun önünde koşarak bu vatanı canı pahasına kurduğunu kanıtı işte bu resmidir bugün Atatürk’ün kurduğu bu laik sosyal hukuk devleti olan bu cumhuriyette saltanat sürenlere ve saraylarda rahat yataklarında yatanlar ve yaşayanlar anlayamaz! “Bir Kemalist Atatürkçü yurtsever devrimci yurttaş olarak “ Atamın bu ayakkabısının tabanındaki deliği bugün Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyeti hasat mezat satan AKP ve yandaş MHP ye göstersin! Bu resim Sakarya meydan muharebesi sırasında Gazi Mustafa Kemal Paşa cepheden cepheye koşarken haberi olmadan çekilmiş bir resmidir (İşte bu cennet vatan böyle kuruldu! ) O nedenledir ki bu cumhuriyet hiç kimsenin babasının çiftliği değil - 83 - Milyon Türk Milletinin din ırk mezhep ayrımı yapmaksızın T.C. Devleti yurttaşlarının kanıyla canıyla öz malıdır! 60 yıllık yaşamımda Atamın bu resmini böylesine derinine görünce hiç böylesine yıkıldığımı fark etmemiştim" şimdi sormak gerekir sözde milli ve yerli olduğunu iddia edenler”! Bu günümüzde dahi böylesine bir mücadele emperyalizme karşı verilemezken! 1919 kurtuluş savaşındaki o şartlarda emperyalizme diz çöktüren her metre karesi şehit kanlarıyla sulanmış olarak kazanılmış olan bu cennet vatanı yıllardır bir kin ve hırs uğruna” AKP iktidarı ve bileşenleri cemaat ve tarikatlar elinde bulunması bir yurttaş olarak yüreğimi kanatıyor oysa bu cumhuriyeti ve Atatürk’ü yok etmek için her şartları deneyen ve her türlü yetkiyi istedikleri gibi kullandıkları acıktır! AKP ve bileşenleri FETÖ ve benzeri cemaatler tarikatlarla tam 18 yıldır T.C. Devletini adeta kişisel çıkarlar için kullanılırken bir taraftan da cumhuriyet yok ediyorlar” bunlar yetmez gibi birde bu talana soyguna dahil olan bir gurup daha var ki onlarda yıllardır Türk halkını tıpkı AKP gibi aldatarak kendilerini Türk Milliyetçisi olduğunu iddia eden bir MHP yönetimi var bunlara ’da bu talana soyguna dahil olmuş adeta cumhuriyetle ve Atatürk’le hesaplaşma yarışına girmişlerdir… AKP'nin Atatürk’le ve Cumhuriyetle hesaplaşmasını nedenlerin küçük hatırlatmalarla aktaralım! AKP’liler, Cumhuriyeti yıkmak, unutturmak için neler yapmadılar ki neler… Yaptıkları saymakla bitmez… Çelenk koymayı, ulusal bayramları, Ant’ı, bayrak taşımayı, İstiklal Marşını yasakladılar. Atatürk resimlerini kitaplardan çıkardılar, duvarlardan indirdiler. TC’yi devlet tabelalarından sildiler. 2010 yılında Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geliş yıldönümü olan 27 Aralık 1919 kutlamasına izin vermediler. Bu tarihte Kara Harp Okulu öğrencileri, okullarından başlayıp, Ulus’ta biten bir yürüyüş düzenlerlerdi her zaman. Bu yürüyüş yasaklandı ve bu gelenek yok edildi. 2011 yılında 29 Ekim kutlaması yapılmadı… Cumhuriyet tarihimizde bir ilkti bu… Kamu mallarının altından girip, üstünden çıktılar. Tümünü “Babalar gibi” sattılar. Hedef; Atatürk’le, laik düzenle, Cumhuriyetle hesaplaşmak, siyasal İslam devletinin yol haritasını çizmekti… AKP iktidarı, BOP planı çerçevesinde, 2007’den önce, 25 kuruşluk CD’lerle, orduya, yargıya kumpas hazırlıklarına başladı. Çünkü Cumhuriyet kurumlarını tümüyle teslim almak istiyordu. Siyasal İslamcılar, şeriatçı bir toplumun oluşumuna engel olabilecek ne varsa, onu temizlemek ya da işlevsiz bir konuma getirmek amacındaydılar. Bu pervasız gidişe ve talan düzenine karşı çıkacak, “DUR” diyecek tek güç Türk halkın kendisidir ve Türk halkının örgütlü gücüdür. Kitleleri demokratik direnişlere, eylemlere yönlendirecek, onların direncini artıracak güç ise toplumun devrimci, demokrat, ulusal öncüleri, Atatürkçü partilerdir. Öyleyse, ‘İş işten geçtikten sonra, kendim ettim kendim buldum’ dememek için birleşelim, bütünleşelim. Gün birlik, beraberlik günüdür. Gün meydanlara çıkma günüdür. Uyan ey ehli-i vatan, görev başına… Bu resmini defalarca gördüm ama görmediğim bir şey varmış, daha doğrusu göremediğimiz o da kurtuluştan kuruluşa giden Sakarya Meydan Muharebesi Tarihi, Sakarya Meydan Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nın en önemli dönüm noktası olarak bilirdik ancak bu Savaşın gerçekleştiği alandaki siperler, mevziler, şehitlikler, savaşta kullanılan binalar kaynak değer olarak tespitleri yapılmaya başlanmıştır. İstiklal Harbi'nin gerçekleştiği Mangal Dağı, Türbe Tepe, Yıldız Dağı, Duatepe, Karatepe, Kartaltepe, Sarıçal Dağı yer almaktadır. Millî parkın hazırlık çalışmaları devam etmektedir. Sakarya Savaşı 22 gün 22 gece sürmüş 23 Ağustos 1921 tarihinde başlamış ve 13 Eylül 1921 tarihinde sona ermiştir. Sakarya Meydan Muharebesi ile milletimizin 1683'te Viyana kapılarından başlayarak Anadolu'ya doğru 238 yıllık gerileyişi son bulmuştur. Zafer kazanan Türk Ordusu ve Milli Mücadele Hükümeti'ne yurtta ve Dünya'da gösterilen saygı artmıştır. Kazanılan zaferin ordumuza verdiği moral ve yapılan hazırlıklar sayesinde 26 Ağustos 1922'de Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferi ile Anadolu düşman işgalinden kurtarılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk ünlü “Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz.” sözünü bu savaşa atfen TBMM'de söylemiştir. Muharebenin ardından Miralay Fahrettin Bey, Miralay Kâzım Bey, Miralay Selahattin Adil Bey ve Miralay Rüştü Bey, Mirliva rütbesine terfi etti ve Paşa oldu. Mustafa Kemal Paşa, TBMM tarafından Müşir rütbesine terfi ettirildi ve Gazi unvanı verildi. KISACA SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİNE BİR BAKALIM! TBMM Ordusu, Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki yenilgisinden sonra cephe kritik bir duruma düşmüştü. Cepheye gelerek durumu yerinde gören ve komutayı eline alan TBMM Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi birliklerinin Yunan ordusuyla arada büyük bir mesafe bırakılarak Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmesine ve savunmayı bu hatta devam ettirmesine karar verdiler. Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Hattı-ı müdafaa yoktur; sathı-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça vatan terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı (birlik), bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur. ” emrini vererek muharebeyi geniş bir alana yaydı. Böylece Yunan kuvvetleri de karargahlarından uzaklaşıp bölünmüş olacaktı. TBMM, 3 Ağustos 1921’de Genelkurmay Başkanı İsmet Paşayı azlederek, aynı zamanda Başvekil ve Milli Müdafaa Vekili de olan Fevzi Paşayı bu makama da atadı. 22 Temmuz 1921’de Sakarya Nehri Doğusuna çekilmeye başlayan Türk ordusu, güneyden kuzeye 5. Süvari Kolordusu (Çal Dağı güneyinde), 12., 1., 2., 3., 4. Gruplar ve Mürettep Kolordu birinci hatta olacak şekilde tertiplendi. Çekilişin hızlı bir şekilde tamamlanmasından sonra Yunan birlikleri taarruz pozisyonu için tam 9 gün Türk birlikleri ile karşılaşmadan yürüdü. Bu yürüyüşün hangi yöne doğru olduğu Türk keşif birlikleri tarafından tespit edilerek cephe komutanlığına bildirildi. Bu savaşın kaderini belirleyecek stratejik hatalardan biri oldu. Yunan taarruzu baskın olma özelliğini kaybetti. Ancak 14 Ağustos’ta ileri harekata geçen Yunan ordusu, 23 Ağustos’tan itibaren 3. Kolordusu ile Sakarya Nehri doğusundaki Türk kuvvetlerini tespit, 1. Kolordusu ile Haymana istikametinde, 2. Kolordusu ile Mangal Dağı güneydoğusunda kuşatıcı taarruza başladı. Fakat bu taarruzlarında başarısız oldular. Kuşatma taarruzunda başarı sağlayamayan Yunan kuvvetleri, siklet merkezini ortaya kaydırarak savunma mevzilerini Haymana istikametinde yarmak istedi. 2 Eylül’de Yunan birlikleri, Ankara’ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağının tamamını ele geçirdi. Fakat Türk birlikleri Ankara’ya kadar geri çekilmeyerek alan savunması yapmaya başladı. Yunan birlikleri Ankara’ya 50 km kalacak derecede bazı ilerlemeler sağlasa da Türk birliklerinin yıpratıcı savunmasından kurtulamadı. Ayrıca 5. Türk Süvari Kolordusu tarafından cephe ikmal hatlarına yapılan taarruzlar Yunan taarruzunun hızının kırılmasında önemli etkenlerden biri oldu. Yunan ordusu 9 Eylül'e kadar süren yarma teşebbüsünde de başarılı olamayınca, bulunduğu hatlarda kalarak savunmaya karar verdi. Türk Ordusunun 10 Eylül’de başlattığı, bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın komuta ettiği, genel karşı taarruzla Yunan kuvvetlerinin savunma için tertiplenmesine mani olundu. Aynı gün Türk birlikleri stratejik bir nokta olan Çal Dağını geri aldı. 13 Eylül'e kadar süren Türk taarruzu sonucunda Yunan ordusu, Eskişehir-Afyon’un hattının doğusuna kadar çekilerek bu bölgede savunma için tertiplenmeye başladı. Bu çekilme sonucu 20 Eylül’de Sivrihisar, 22 Eylül’de Aziziye ve 24 Eylül’de Bolvadin ve Çay düşman işgalinden kurtulmuştur. Çekilen Yunan Ordusunu takip amacıyla harekata 13 Eylül 1921 itibarıyla süvari tümenleri ve bazı piyade tümenleri ile devam edildi. Fakat teçhizat ve istihkam yetersizliği gibi sebeplerle taarruzlar durduruldu. Aynı gün Batı Cephesi’ne bağlı birliklerin komuta yapısı değiştirildi. 1. ve 2. Ordu kuruldu. Grup Komutanlıkları lağvedilerek yerine 1., 2., 3., 4., 5. Kolordular ve Kolordu seviyesinde Kocaeli Grup Komutanlığı kuruldu. Savaş, 22 gün ve gece sürerek 100 km uzunluğunda bir alanda cereyan etti. Yunan Ordusu Ankara'nın 50 km kadar yakınından geri çekildi. Yunan ordusu geri çekilirken Türklerin kullanabileceği hiçbir şey bırakmamak için özen gösterdi. Demir yollarını ve köprüleri havaya uçurdu ve birçok köyü yaktı. İşte bu cumhuriyet böyle kuruldu! Ali Berham ŞAHBUDAK...

5 Aralık 2020 Cumartesi

AKP VE ZİHNİYETİNİN TÜRK KADINA BAKIŞI? Ali Berham ŞAHBUDAK…

AKP VE ZİHNİYETİNİN TÜRK KADINA BAKIŞI? Ali Berham ŞAHBUDAK…
“Kadın erkek eşitliği bir toplumun topyekûn kalkınmanın temeli oluşturur”! Bir toplumun gelişmişliği ve eğitimdeki başarısı o ülkenin kadınlarına verilen değerlerle ölçülmeli! Ne yazık ki ülkemizde her gecen gün yoksulluk, açlık, ayrımcılık, hastalıklar ve insani gelişimin önündeki diğer engellerin ortadan kaldırılması için belirlenen uluslararası hedeflere erişilmesi öngörülen 2020 yılı sonuna az bir süre kala, kadın-erkek eşitsizliği insanlığın önünde hala aşılması gereken önemli bir sorun olarak duruyor. Atatürk’ün Türk kadınına verdiği önem! “Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, yaşamının her döneminde Türk kadınına büyük önem vermiştir. Kadına seçme ve seçilme hakkının yasal olarak tanındığı tarihin yıldönümünde, geçmişimizden gelen, kadın erkek ayrıcalığının da yok edilmesi adına bu kararın önemini Atatürk’ün kadına verdiği değeri davranışları kadar sözleriyle de görmek mümkün”… “Türk kadını, daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir”… Bilindiği gibi Türk kadını İstiklal Savaşı sırasında gerek cephede, gerekse cephe gerisinde tüm gücü ile hizmet vermiştir. Cephede erkekle omuz omuza düşmana karşı savaşırken cephe gerisinde de çeşitli faaliyetleri ile savaşa destek vermiştir. Bu faaliyetlere katılan kahraman kadınlarımız aynı zamanda öğretmenlik gibi bazı meslek dallarında da kendilerini kanıtlamışlardır. Atatürk Türk kadınının bütün bu fedakarlık ve hizmetlerini takdir etmiş ve Cumhuriyetin ilanından itibaren Cumhuriyet öncesi planladığı ve değişik verilerle ifade ettiği gibi kadının sosyal, ekonomik ve siyasal konumunu iyileştirici uygulamalarına başlamıştır. Atatürk, 1916’da Doğu Cephesi kumandanıyken çevresindeki kişilerle sohbet sırasında kadınla ilgili sorunları tartışıyor, kadınların iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararları, çalışma yaşamında kadına da yer verilmesi gibi hususları vurguluyordu. 1918’de Karlsbad’da tuttuğu notlardan anlaşıldığı gibi sosyal yaşamdaki inkılapları gerçekleştirmeyi daha o tarihlerde düşünmüştür. PEKİ, AKP VE ZİHNİYETİNİN ÜLKEMİZDEKİ KADINA BAKIŞI? 18 yıldır kadınlarla ilgili tüm söylemlerinde cinsiyetçi dilinden taviz vermeyen AKP ve bileşenleri yandaşlarının kadınlara saldırmaktan vazgeçmediği Türkiye’de, kadın cinayetleri son 10 yılda %1400 arttı. Türkiye henüz Mersin'de vahşice katledilen üniversite öğrencisi Özgecan Aslan için adalet beklerken, arka arkaya gelen kadın cinayetlerine her gün bir yenisi eklenerek büyüyor! AKP hükümetinin ve yandaşlarının her geçen gün daha da arttırdığı nefret söylemlerine bir kaç örnek: Cumhurbaşkanı Erdoğan: kadın ile erkek eşit olamaz; fıtrata aykırı Erdoğan I. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi'nde yaptığı konuşmada 'kadınla erkeği eşit konuma getirmenin fıtrata aykırı' olduğunu söyledi! Bu sözleri söyleyen bir anlayış maalesef kadınların oylarının % 25’in alıyor? Cumhurbaşkanı Erdoğan daha ’da ileri giderek devam ediyor "kız mıdır, kadın mıdır bilemem" Erdoğan Başbakanlık döneminde Konya mitinginde, Hopa'daki olayları protesto etmek için tank üzerine çıkan ve polis müdahalesi sonucu kalçası kırılan Dilşat Aktaş için "O kadın, kız mıdır kadın mıdır?" ifadelerini kullandı. Maliye bakanı Mehmet şimşek: "kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek" Maliye Bakanı Şimşek işsizlik ile ilgili yaptığı bir konuşmada "İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha artıyor" ifadelerini kullanmıştı. Ankara büyükşehir belediye başkanı melih gökçek: "anası ölsün!" Melih Gökçek Samanyolu Haber'de katıldığı bir programda "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? anası ölsün öyleyse “ifadelerini kullanarak kadınlara olan bakış açısını bir kez daha dile getirdi. Orman ve su işleri bakanı Veysel Eroğlu: "evdeki işler yetmiyor mu? Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, kadınların "İş istiyoruz sayın bakanım" sözlerine karşılık olarak, "Evdeki işler yetmiyor mu?" yanıtını verdi. Fetvacı hoca Nureddin yıldız: "kadın çalışarak fuhuşa hazırlık yapar" Sosyal Doku Vakfı kurucusu ve başkanı Nureddin Yıldız, çalışan kadınları hedef alarak "Her çalışan kadın, gözü doymamış erkek demektir. Bir kadın çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olur" ifadelerini kullandı. Başbakan yardımcısı Bülent Arınç: "kahkaha atan kadın iffetsizdir" Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, "Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak" ifadelerini kullandı. Şarkıcı uğur ışılak: "kadının fıtratında köle olmak var" AKP'ye yakınlığıyla bilinen ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Erdoğan için 'Dombra' şarkısını değiştirerek yazan Uğur Işılak, katıldığı bir televizyon programında "Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var" ifadelerini kullandı. AKP milletvekili sefer üstün: "tecavüze uğrayan kürtaj yaptırmasın" AKP Milletvekili Sefer Üstün, "Tecavüzcü kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur" ifadelerini kullandı. Ömer Tuğrul inançer: "hamile kadın sokakta dolaşamaz" Kadınların çalışmasına da karşı çıkan Ömer Tuğrul İnançer hamile kadınlar için "Hamile kadınların sokakta gezmesi doğru değil" ifadelerini kullandı. Sağlık bakanı Mehmet Müezzinoğlu: "kadınlar için tek kariyer annelik" Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, 2015 yılının ilk bebeğin ziyaret ettiği sırada "Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir" ifadelerini kullandı. Eski milli savunma bakanı vecdi gönül: "Türk kadını evinin süsüdür" Eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül "Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir, Batı kadınları maalesef ezilmektedir" ifadelerini kullandı. İşte AKP ve AKP bileşenlerinin zihniyetinin yıllardır ülkemizde kadına bakışı ve verdiği değer ve küçük örnekleri” Kuşkusuz ki bu örnekleri çoğaltmak mümkündür! Ancak, başta güneydoğu illerimiz olmak üzere kız çocuklarının okuldan alınarak zorla evlendirildiği, kadınların iş imkanlarının kısıtlı olduğu ve kadına karşı şiddetin günlük hayatın bir parçası haline geldiği bir dünyayı ve ülkemizi kabullenmek artık mümkün değildir. “Kadınlar ve kız çocuklarının güvence altına alınması sadece en önemli insan haklarından birini yerine getirmekle kalmıyor, aynı zamanda sürdürülebilir sosyal ve ekonomik kalkınmanın da olmazsa olmazını teşkil ediyor”. Sağlam ve sürdürülebilir istikrarlı ve sosyal bir ekonomik kalkınmanın güvence altına alınabilmesi için de ülkelerin kadınların toplum içindeki yerini güçlendirmeleri ve kadınların ve kız çocuklarının eğitimine önem vermeleri gerekiyor. Bu amaçla, Birleşmiş Milletler 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü bu yıl “Kadın erkek eşitliği topyekûn kalkınmanın temeli” teması altında işliyor. Küresel istatistiki veriler, bizlere uluslararası topluluğun arzuladığı düzeyde gerek ülkemizde gerekse dünyada 2020 sonrası kalkınma gündemini belirlenemeyeceği bir dönemi ’de beraberinde getirdiği kadın erkek eşitliğinin gün geçtikçe sağlanabilmesi olanaklarından hızla ülkemizin ve dünyanın uzaklaşıldığını gösteriyor… Bu durum dünyadaki İstatistikler göre kadın-erkek eşitsizliğinin küresel bir sorun olduğunu gösteriyor! Kronik açlık çeken yaklaşık bir milyar insanın yüzde 60’ını kadınların teşkil ettiği tahmin ediliyor. Kadınlar, dünya genelinde parlamentoların sadece yüzde 21,4’ünü oluşturuyor. Dünya genelinde her on kadından üçü bir tanıdığı tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldığını bildiriyor. Bazı ülkelerde ilerleme sağlanmış olmasına rağmen, hala günde 800 kadın hamilelik ya da doğum sırasında önlenebilir sağlık sorunları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Kız çocuklarının küresel olarak okula kaydolma oranlarında artış yaşanmakla beraber, okuma yazma bilmeyen 123 milyon gencin yüzde 61’ini kadınlar oluşturuyor. Küresel seviyede, 20 ila 24 yaşındaki kadınların üçte biri, bir diğer deyişle yaklaşık 70 milyon kadın, 18 yaşın altında evlendirilmiş. Çocuk gelin sayısında bir nebze de olsa azalma görülse de, eğer köklü önlemler alınmazsa önümüzdeki on yıl içinde çocuk gelin sayısı 150 milyona ulaşacak. Aynı işi yapsalar bile kadınlar erkeklerden yüzde 17 ila yüzde 35 oranında daha az maaş alıyor. Kadınlar dünya genelinde işlerin yüzde 66’sını, gıda üretiminin yüzde 50’sini gerçekleştiriyor, ancak gelirin yüzde 10’unu elde edebiliyor ve gayrimenkullerin sadece yüzde birine sahip bulunuyor. Cinsel ayrımcılık, insan tacirlerinin eline düşme, uyum, siyasette yeterli derecede temsil edilememe, kaynaklara ulaşmada karşılaşılan eşitsizlikler, temel hizmetlere ulaşılmasında yaşanan sıkıntılar göçmen kadınların karşı karşıya kaldığı sorunların başında geliyor. İkamet izni bedeli, temel sosyal hizmetlere kısıtlı ulaşım, cinsel şiddet ve güvenli ikamet imkanına sahip olamamak mülteci kadınların karşı karşıya bulunduğu eşitlikten yoksun statülerinin ana unsurlarını teşkil ediyor. Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için önemli adımlar attı, ancak daha kat edilmesi gereken mesafe bulunuyor! Siyasi katılım, üreme sağlığı, eğitim ve iş gücüne katılımda toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini yansıtan 2012 Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde (TCEE) Türkiye, 187 ülke arasında 68inci sırada yer alıyor. Parlamentolar arası Birlik (IPU)’in ulusal parlamentolardaki kadın milletvekili sayısı konusundaki en son verilerine göre 548 üyeli parlamentosunda sadece 79 kadın (yüzde 14,4) milletvekiline sahip olan Türkiye 188 ülke arasında 92 inci sırada bulunuyor. Türkiye’de kadınların yerel politikaya katılımları da oldukça düşük. 2009 yerel seçimleri sonucunda belediye başkanlarının sadece yüzde 0.9’u, belediye meclislerinin yüzde 4,21’i ve il genel meclislerinin sadece yüzde 3,25’ini kadınlar oluşturuyor. Türkiye’nin en son yayımlanan Binyıl Kalkınma Hedefleri (BKH) İlerleme Raporu’na göre, ortaöğretime devam edemeyen kızların oranı dikkate değer olmasına rağmen, Türkiye ilköğretimde cinsiyet eşitliğini sağlama amacına neredeyse ulaştı. Kasım 2013’de (en güncel veri) erkeklerin işgücüne katılım oranı yüzde 71,1 iken, bu oran kadınlar için yüzde 30,4’dür ki bu oran yüzde 50,3 olan dünya ortalamasının ve Gelişmiş Ekonomiler ve Avrupa Birliği ortalaması olan 52,9’un çok gerisinde kalıyor. Aynı yıl kadınların istihdam oranı yüzde 26,6’dır. Bu oran her dört kadından sadece birinin istihdam edildiğine işaret ediyor. Türkiye’de kadınların erkeklere oranla daha düşük maaşlı, güvencesiz ve düşük statülü işlerde çalışma ol asıkları daha fazla. Son ulusal verilere göre Türkiye’de her beş kadından ikisi yaşamı boyunca en az bir kez şiddete maruz kalıyor. Töre ve namus cinayetleri kadınlara yönelik şiddetin önemli bir yönünü teşkil ediyor. Türkiye’de her üç gelinden birini çocuk gelinler, yani 18 yaş altında evlendirilenler oluşturuyor. Ali Berham ŞAHBUDAK… 05 / 12 / 2020

30 Kasım 2020 Pazartesi

AKP ZİHNİYETİNİN "ATATÜRK'LE VE CUMHURİYETLE" HESAPLAŞMASI!

AKP ZİHNİYETİNİN "ATATÜRK'LE VE CUMHURİYETLE" HESAPLAŞMASI! AKP ve zihniyetinin Cumhuriyetle hesaplaşması “Dünün mandacıları, hilafetçiler, padişahçılar, bugün “millet iradesi” kavramının arkasına saklanarak Erdoğan yandaşlığından başka hiçbir şey yapamayacak durum gelmiş, tarikatçıların sözcülüğünü üstlenmiş durumdadır... Bu bir denemedir, meydan okumadır. AKP’nin kafasında bir tek şey vardır. Laik ve demokratik Cumhuriyet’le ve Atatürk Devrimleriyle hesaplaşma vardır! Bunu bir türlü anlayamayan maalesef birde Gazi Mecliste bulunan anan muhalefet olmak üzere grubu bulunan muhalefet partileri vardır” ( başta kendini Türk milliyetçisi zanneden milliyetçilikle uzaktan veya yakından hiç ilgisi olmayan AKP çanakçısı MHP ve yönetimi vardır! Unutulmamalı ki; Cumhuriyet, uluslaşma yolunda attığımız en büyük adımın hatırlanmasıdır. O adımın gerisinde yaşanmış büyük acılar, büyük felaketler vardır. O adımın gerisinde binlerce şehidin kanı vardır. Bu topraklarda hür bir şekilde onurluca yaşamanın çelik iradesi vardır. O adımın gerisinde, bu ülkede yaşayan herkesin, kıvançta ve tasada birlik ve beraberlik yemini vardır. Atalarımızın ettiği o yemin, bir daha bozulmamak üzere edilmiş bir yemindir. AKP’li yaşadığımız son 18 yılın ardından tüm bu vatana dair edilmiş yeminler şahsileştirilmiş adeta Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyetle ve Atatürk Devrimleriyle bir hesaplaşmaya dönüşmüştür… 18 yıllık AKP’ yönetiminde olan Ülke gündeminde ağırlıklı yer edinen bazı başlıklara bakıldığında AKP eliyle kurulan rejimin büyük bir hesaplaşma hesabı içinde olduğunu görüyoruz. Andımızla başlayan, Türkçe ezan ile devam eden ve en son Diyanet İşleri Başkanının “kadim Atatürk düşmanı” fesli yobaz Mısıroğlu’nu 10 Kasım'a denk gelen bir süreçte ziyaret etmesi ile süren tartışmalar ülkemizde gericiliğin gittikçe artan ağırlığının büyük bir hesaplaşmaya everildiğini görüyoruz. Tescilli Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Mısıroğlu’nu denek piyon aslında İngilizlerin bir maşası olduğu tartışma götürmez bir gerçektir ”ancak ne var ki Diyanet İşleri Başkanı’nın fesliyi ziyaret etmesi ve hemen Erdoğan'ın da fesliyi ziyaret etmesi çok başka bir hesap olduğudur ve bu ziyaretlerin bilinçli olarak 10 Kasım'a denk getirilmesi ve bunun propaganda edilmesi, işin arka tarafında başka bir durum olup olmadığını ister istemez bir Atatürkçü Kemalist yurt sever yurttaşlara sorduruyor? Eğer mesele basit bir hesap hatası ise bu daha vahim bir durum. Ancak Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde böyle bir ziyaretin gerçekleştirilmiş olması, bir mesaj verme boyutuyla ele alınmalıdır. Özellikle ‘de Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanının ziyaretinden önce, belirtilmesi ve vurgulanması gereken ise Erdoğan'ın da Mısıroğlu’nunum ölümünden önce bu piyonu ziyaret etmiş olduğudur. Nedense, Erdoğan'ın ziyareti bu tartışmalar içinde gündeme bile getirilmiyor. Kaldı ki Erdoğan tarafından yapılan son açıklama Diyanet İşleri Başkanının görevine devam edeceğine yönelik. Bu bile ortada gericiliğin attığı adımları Atatürk’le hesaplaşmayı biraz daha ileriye götürdüğü anlamındadır. “Bunun anlamı şudur Ülkemizde ne kadar Atatürk ve cumhuriyet düşmanı vatan haini emperyalist maşası ve piyonları varsa AKP’nin kanatları altında yapıldığını fazlasıyla gösteriyor demektir”… Bugün yapılan bütün tartışmaların ana ekseni AKP eliyle kurulan yeni gerici rejimin, 1923 Cumhuriyeti ile hesaplaşmasının başlıklarıdır. Andımız üzerinden Erdoğan tarafından dile getirilen görüş açıktı. Biz Türkçü değiliz, bizim için tek ant İstiklal Marşı söylemi, bu hesaplaşmanın bir boyutunu göstermektedir. Türkçe ezan üzerinden Atatürk dönemine, Atatürk’ün ismi verilmeden yapılan eleştiriler, Kadir Mısıroğlu gibi tescilli bir yobazın sahiplenilmesi ve ziyaret edilmesi, Atatürk’ün çeşitli illerde ve okullarda Atatürk heykeline ve okul önündeki büstlerine yapılan saldırılara yönelik “Atatürk ilah değil propagandaları aslında AKP ve AKP’yi oluşturan zihniyetin ikinci Cumhuriyet rejiminin nasıl bir Türkiye istediğinin özeti gibidir. Bütün bu ideolojik tartışma başlıkları, AKP iktidarının gerçek niyetini ve AKP iktidarının dayandığı tabanın nasıl bir Türkiye istediklerini yeterince göstermektedir. Atatürk heykeline balta ile saldıran gerici ve yobaz çağdaşı güruhlar ve şahıslar, “batının değil Allah'ın kanunlarını istiyoruz diyerek şeriat istediğini açık olarak ifade ettikleri ve bunu söyleyenlerle ilgilide kanuni hiçbir işlemin yapılmadığı da olmaktadır. Bugün ortaya çıkan bu tartışmalara biz bir kez daha göstermiştir ki farklı boyutta bu tür girişimlere bakanlar aynı zamanda bu tartışmalarda konum ve mekan değiştirenler alan zamanda gericilerin ve liberallerin bir kez daha sırf üç kuruş çıkarları için AKP zihniyetinin yanında aynı safta buluştuklarını ifade etmek gerekiyor. Atatürk'e karşı girişilen bu alçak saldırıları ve TV programlarında Atatürk’ün ve kurduğu cumhuriyetin tarihi gerçekler ve şartlar göz ardı edilerek adeta bir öç alma duygusu içinde Hareket’le Atatürk tartışmalara yapılması bu gruplarca normal diyerek değerlendirenler yapanlar dahi var. AKP ile MHP arasında yapılan bu yeni sistem anlaşması aslında yarım kalan Orta-doğu eş başkanlığının tamamlanmasıdır. AKP ile Atatürkçü Kemalistlerin arasındaki siyasi çekişme cumhuriyetimizin ve Atatürk Devrimlerinin korunması ve cağa uygun olarak yorumlanarak ulusal güvenliğin tam bağımsız olarak sağlanmasıdır! Bütün bu analizlerin ve yorumların “komplocu” yanları bir tarafa, politik sonucu itibariyle ortaya çıkan durumun AKP zihniyetinin ve bileşenlerinin Cumhuriyetle ve Atatürk’le “hesaplaşma olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Cumhuriyetle hesaplaşmanın bir diğer boyutu, AKP eliyle kurulan yeni rejimin 1923 Cumhuriyetinin reddiyesiyle kurulduğunu göstermesi manasıyla değerlendirilmelidir. Bu durum, AKP’nin dayandığı gerici ve liberal zeminin nasıl bir ideolojik kodlamaya sahip olduğunu somut olarak ortaya koymaktadır. İşin sıkışma boyutu ise, AKP cenahında yaşanıyor. Bir yandan “en büyük Atatürkçü” biziz diyen AKP, diğer yandan AKP düşmanlarına payanda olan bir siyaset. AKP’nin dayandığı gerici zemin ve sahip olduğu ideolojik form, 1923 Cumhuriyeti ile temelden çelişiyor. Ama aynı zamanda bugünkü siyasal atmosferde Atatürk ve Cumhuriyet ile bağlarını tamamen koparmaktan çekinen bir görüntü içinde. Ancak sıkışmanın asıl boyutu başka yerde. Bu da gerici AKP rejiminin yaşadığı ideolojik kriz ya da boşluk ile ilgilidir bu rejimin hangi ideolojik formlar üzerine kurulacağı bugün belirsizliğini koruyor siyasal İslamcılığın dünya çapında yaşadığı yenilgi ve başarısızlık ortadayken, Suriye’de iyi ya da kötü BAAS’ın ya da laik siyasetin kazandığı bir tablo vuku bulurken, emperyalizmin İslamcı kart yerine Kürt kartını devreye soktuğu bir Ortadoğu gerçeği karşımızda dururken AKP’nin dayandığı İslamcı siyasetin sınırları da ortaya çıkmaktadır. Bu sınırlılığa, aynı zamanda Türkiye’de yüzde 60 – 70 ’ gibi bir toplumsal zeminin gecen 18 yıllık süre zarfında AKP zihniyetini tamamen anlamış olması da başka bir gerçeğin kendisidir gün geçtikçe otoriter kimliğe büründüğünü gördüğü AKP karşısın da tekrar Cumhuriyetçi ve Atatürk’le hiç bir sorununun olmadığını anlayan Türk halkı aslında gerçek yönetimin laik sosyal hukuk devleti olduğunun bilincine varmış olması ve bu açıdan da bakıldığında AKP zihniyetinin ve bileşenlerinin “Türkiye'nin bütününe hitap edemeyen bir iktidar gerçeğini anlamış olmasıdır”. Bugün ortaya çıkan bu tartışmalar özünde AKP eliyle kurulan rejimin nasıl bir yöne everileceğine dönük ideolojik düzlemde ve aynı zamanda toplumsal zeminde yürütülen tartışmalar olarak görülmeli ve önemli sayılmalı… Bugün önce bu işin bitmediğini bilmek gerekiyor. AKP eliyle kurulan bu gerici rejimin iktisadi ve ekonomik bir krize gebe kaldığı gibi yakın gelecekte siyasal bir krizle de karşı karşıya kalmayacağı mutlak bir veri olarak asla ele alınamaz. Bugün yapılan bu ideolojik tartışmalarda, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuruluş ilkesi olan Kemalist Devrimleri savunan Atatürkçü yurttaşlar uzaktan değil bizzat doğrudan müdahil olmanın yollarını bulmalıdır. Bugünkü tartışmalar, ülkemizin aydınlık yarınlarında önemli kilometre taşları olacaktır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi liberalizmin ve gericiliğin tarihsel kardeşliğinin bir kez daha kurulduğu “Cumhuriyet düşmanlığı” özünde emperyalizmle işbirlikçiliğinin ister sınıfsal ister ideolojik olsun şekillendiği bir Atatürk düşmanlığıdır. Gericiler ve liberaller bunlara leva olarak birde MHP dahil olmuş ve bugün hep birlikte el ele vermiş, yalan ve büyük bir propaganda üzerinden tarihsel gerçekleri ters yüze edecek yeni bir tarih yazımı peşindeler. Başkanlık sistemini tek adam diktatörlüğü olarak eleştirenler Atatürkçülere karşı, “asıl tek adam Atatürk’ dür ” diyerek sözde akıl satan liberaller, padişahlığı ortadan kaldıran bir tarihsel olguyu ters yüz ederek, bugün yaşanılan tek adamlığa meşrutiyet kattıklarının farkında bile değiller. Birikim Dergisi ve T24 gibi haber sitelerinde Atatürk dönemini tek adam olarak kodlayıp, bugün kendisini Atatürkçü olarak ifade eden ve Erdoğan rejimine karşı koyan insanlara, asıl Atatürk tek adamdı yazılarıyla yanıt vermeye çalışıyorlar. Tarihin niteliksel gelişimi, niteliksel değerleri önemsiz kılar. Her şeyi ile tek adam yönetimi olan padişahlığı ortadan kaldırmak asıl gerçekliği oluşturmaktadır. Zorlama yeni tarih yazımı, bu gerçekliği asla değiştiremeyecektir. Yine aynı şekilde tepeden inmeci ve darbeci İttihat Terakki söylemi de liberallerin ve gericilerin ağızlarında sık geveledikleri bir durum. Ancak Türkiye’de Meclis ve anayasa, bizzat İttihat tarafından getirilmedi mi?
Dünün mandacıları, hilafetçileri, padişahçıları, bugün “millet iradesi” kavramının arkasına saklanarak Erdoğan yandaşlığından başka hiçbir şey yapamayacak duruma gelmiş, tarikatçıların sözcülüğünü üstlenmiş durumdadır. Yaşadığımız güncel tartışmaların özünde bulunan budur. Bu yüzden yeni bir tarih yazımı yazmaya çalışıyorlar. Ama bilinmelidir ki, Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyette tarikatçıların ve şeriatçıların talepleri ile halkın talepleri asla bir ve aynı değildir. Bugünkü oy sayısı üzerinden bunları eşitle-yenlere karşı gerçek Atatürkçü yurtsever devrimciler asla bu cumhuriyette AKP zihniyetine ve bileşenleri olan Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarına asla bir rejim değişikliğine izin vermeyeceklerdir Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyeti il ebet ve kanlarının son damlasına kadar cumhuriyeti sonsuza kadar savunacakları bilinmelidir. Ali Berham ŞAHBUDAK.

27 Kasım 2020 Cuma

GÖZÜN AYDIN OLSUN ' ÖLÜM UYKUSUNDAKİ ' TÜRK MİLLETİ!

GÖZÜN AYDIN OLSUN ' ÖLÜM UYKUSUNDAKİ ' TÜRK MİLLETİ!
BORSA İSTANBUL VE VARLIK FONUNUN KATAR ŞEYHİNE SATILDI? Ey halkım senin sayende bugün 'gurur ve onurla yaşadığımız tam bağımsız olan T.C. Devletinde tıpkı Osmanlı Devletinin siyasi tarihi gibi çöküşünü kendi ellerinle yıllardır AKP’ye biat ederek gerçekleştirdiğin için çok mutlu olmalısın! Çünkü sen bu Cumhuriyette bir yurttaş olduğunu unutun" ve iradeni Erdoğan'a teslim ettikten sonra yaşadığın bu cennet vatanın ellerinle emperyalistlere sattın! Şimdi sen çok mutlu olmalısın! Çünkü dinin imanın bugün çok şükür yerinde ve dinini kaybetmedin Allah mahfaza ya birde dinsiz kalsaydın! Neyse ki Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyet satıldı siz zaten yıllardır Atatürk'ü ve onurunla yaşadığın bu cumhuriyeti sevmezdiniz"! Şimdi biraz ‘da Osmanlıcılık oynadığınız Osmanlı Devletinin Kuruluşu ve Çöküşü ‘ne bir göz atalım! 1. Kuruluş dönemi: (1299-1453) 2. Yükselme dönemi: (1453-1579) 3. Duraklama dönemi: (1579-1683) 4. Gerileme dönemi: (1699-1792) 5. Çöküş dönemi: (1792-1918) AKP'nin siyasi tarihi şu dönemlere ayrılmaktadır! 1. Kuruluş dönemi: (2001-2003) 2. Yükselme dönemi: (2004-2008) 3. Duraklama dönemi: (2009-2015) 4. Gerileme dönemi: (2016-2018) 5. Çöküş dönemi: (2019 - ) 1. AKP’NİN KURULUŞ DÖNEMİ: ( 2001-2003 ) AKP, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde geçerli oyların yüzde 34,63'ünü alarak tek başına iktidara geldi. Abdullah Gül 58. Cumhuriyet Hükümeti'ni kurdu. Aldığı siyaset yasağı nedeniyle kabine ve TBMM'de yer alamayan genel başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yasağı, Genel Başkanı Deniz Baykal'ın genel başkan olduğu Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) verdiği destek sayesinde Mecliste yapılan anayasa değişikliği ile aşıldı. AKP, Siirt'in Pervari ilçesinde 3 sandık kurulunun oluşturulmadığını ve 1 sandığın kırıldığını öne sürerek bu ildeki seçimlerin iptali istemiyle Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK) başvuruda bulundu. YSK bu başvuruyu kabul etti ve 2 Aralık 2002'de Siirt seçimlerini iptal etti. Erdoğan, 8 Mart 2003 tarihinde Siirt'te yapılan yenileme seçimlerinde milletvekili seçilerek Meclis'e girdi. Abdullah Gül başkanlığındaki 58. Hükumetin 11 Mart 2003 tarihinde istifa etti ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer hükümeti kurma görevini Recep Tayyip Erdoğan'a verdi. 15 Mart 2003 tarihinde 59. Cumhuriyet Hükümeti'ni kurdu. 2. AKP ‘İLE CUMHURİYETİN YÜKSELME DÖNEMİ: ( 2002-2009 ) 2004 yılında yapılan 2004 yerel seçimlerinde, yüzde 41. 67'lik oyla birinci olan AKP, 15 Büyükşehir Belediyesinden 11'ini toplamda ise 1.950 belediye kazandı. 2007 yılında yapılan genel seçimlerinde AKP, 46.58'lik bir oy oranı ile 81 ilin 80'inde milletvekili çıkardı. 2007 yılında görev süresi olan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yerine AKP adayı Abdullah Gül seçildi. 14 Mart 2008 tarihinde Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, "Adalet ve Kalkınma Partisinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiği" savıyla, Anayasa Mahkemesinde temelli kapatılma davası açtı. Başsavcı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın da aralarında olduğu 71 kişinin, siyasetten 5 yıl uzaklaştırılmasını istedi. 30 Temmuz 2008'de açıklanan kararla 10 üyenin 6'sı kapatılması yönünde, 4'ü hazine yardımı kesilmesi yönünde ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılınç'ın ret oyuyla kapatılmadı. "AKP'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı" hükme bağlanarak mahkumiyet siciline işlendi ve Hazine gelirinin yarısının kesilmesi kararı alındı. 3. AKP ’İLE CUMHURİYETİN DURAKLAMA DÖNEMİ: ( 2004- 2009-2015 ) AKP, 2009 yerel seçimlerinde yüzde 38,8 ile oy oranına düştü. 1'inci parti konumunu korudu. İstanbul, Ankara gibi 10 büyükşehir belediyesinin yanı sıra sadece 1442 belediye kazandı. Bir önceki yerel seçime göre 508 belediyeyi kaybetti. 2010'da FETÖ'nün yargıyı ele geçirmesi için Anayasa değişikliğine gitti ve Fethullah Gülen Cemaatinin desteği ile yüzde 57,9 evet, yüzde 42,1 oy oranı ile Anayasa değişti. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün üst kadrosu FETÖ'cülere teslim edildi. 30 Mart 2014'te yapılan yerel seçimlerde ise AKP'nin oranı yüzde 45,60 oldu ve 21 büyükşehir ile 32 ilin belediye başkanlığını kazandı. 2014'te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP, Ekmeleddin İhsanoğlu'nu ortak aday gösterince Erdoğan yüzde 51,79 oy oranı ile seçildi. 7 Haziran 2015'te yapılan milletvekili seçiminde AKP'nin oyları yüzde 4,87'ye düştü ve 2002 yılından sonra ilk kez Meclis çoğunluğunu kaybetti. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli CHP ya da AKP ile koalisyon kurmayıp erken seçim isteyince hükumet kurulamadı ve Erdoğan seçimin 1 Kasım 2015'te yapılmasını sağladı. AKP yüzde 49,5 oy oranı ve 317 milletvekili çıkarıp yeniden tek başına iktidar oldu. 4. AKP İLE CUMHURİYETİN GERİLEME DÖNEMİ: ( 2010- 2016-2018 ) 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ kahpe darbe girişimi, milletin ayaklanması ve vatansever asker ve polisler ile bastırıldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçelinin önerisi ve desteği ile Erdoğan 16 Nisan'da Başkanlık rejimi için Anayasa değişikliğini referanduma götürdü. YSK'nın mühürsüz oyları kabul etmesi sonucunda yüzde 51,4 Evet, yüzde 48,6 Hayır oyu çıktı. Ve yine MHP-AKP iş birliği ile 24 Haziran cumhurbaşkanlığı ve milletvekilleri seçimi yapıldı. MHP Cumhurbaşkanı adayı çıkartmadı ve Erdoğan'ı destekledi. Erdoğan yüzde 52.59 oy ile Cumhurbaşkanı seçildi. AKP yüzde 42,56 oy oranına düşerek ancak 295 milletvekili çıkardı ve Meclis çoğunluğunu 2002'den bu yana ilk kez kaybetti. 5. AKP İLE CUMHURİYETİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİ: ( 2015- 2019- ) AKP'nin 16 yıllık iktidarının en ağır ekonomik krizine ülkeyi mahkum etmesi, işsizliğin patlaması, konkordato ilan eden şirket sayısındaki büyük artış, Suriye politikası sonucunda Türkiye'ye sığınan 4 milyon kişiye 40 milyar dolar harcama yapılması, metal yorgunluğu, Rıza Sarraf olayı, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları başta 10 seçilmiş başkanın istifaya zorlanarak azledilmesi AKP'de büyük bir yara açtı. 16 yıllık AKP iktidarı sonunda teşkilatlardan kopmalar, istifalar başladı. Meclis'ten kopuk olan atanmış yani siyasetçi olmayan bakanlar AKP tabanından koptular. AKP seçmeni bakanlara ulaşamaz sorunlarına çözüm bulamaz oldu. Tarım ürünleri ve et ithali hayvancıyı ve çiftçiyi bitirdi. Zamlar milleti perişan etti, kredi kartları patladı. Yeni siyasetçiler çıkartamayan Erdoğan, İstanbul'a Binali Yıldırım'ı, Ankara'ya Mehmet Öz Haseki’yi aday gösterince görev bekleyen AKP'lilerde büyük umut kırıklığı yaşanmaya başlandı. Ve Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu yeni bir parti kurmak için Anadoluyu arşınlamaya başladı. 31 Mart yerel seçim sonuçları AKP için çöküş döneminin miladı, seçmen için ise hesap sorma imkanı olacaktır. SONUCU OLARAK! : Siz ve AKP ve MHP olarak bu cumhuriyeti emperyalizme sattınız! "Biz Atatürkçü Kemalistler yurttaşlar olarak yıllardır AKP’nin bir siyasi parti olmadığını AKP bir emperyalist proje partisi olduğunu yıllarca dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştık sizler her fırsatta bizleri cumhuriyet düşmanlığı yaptığımızı ve vesayetçi olduğumuzu iddia ettiniz". Biz Atatürkçü Kemalist Devrimciler olarak Cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu ve kurtuluştan kuruluşa giden emperyalist işgalci güçlere karşı Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bu vatanı kurtarmak için emperyalist işgalci güçlerle nasıl mücadele ettiklerini içselleştirmiş yurttaşlardık “ Bunun karşısında siz AKP'nin ilk döneminde dahi Osmanlıcılık oynayarak adeta bu cumhuriyetten bir intikam duygusuyla hareket ederek “ Aklınıza gele bilecek tüm terör örgütleriyle ülkeyi yok etmek için işbirliği kurdunuz ve buğun ise sonuç ortada... Türkiye'nin % 10’u resmi olarak Katara veya başka bir emperyalist devlete satışı gerçekleştirildi. Bu bilinen ya bilinmeyen başka hangi satışlar var onu ’da toprak almış emperyalistlerin bayraklarını bu cumhuriyette diktiklerinde göreceğiz? İstanbul da ki Kanal İstanbul güzergahının neredeyse % 90’ ı yani alan katarlılar şimdi de Ülkemizin yüz akları olan cumhuriyetin temelini oluşturan kurumlarımızın bilinen ilan edilen % 10’u dedikleri varlık fonlarına devredilen stratejik konumda olan bankalar ve diğer kurumlar olduğu kesinleşti… "Bir ülkenin işgali 1919 da sizin bugün destek verdiğiniz AKP’yi yönetenlerin Dedeleriyle başlamış ve siz İradesini AKP ye satmış Osmanlıcılık oynayanların dedeleriyle birlikte verdiğiniz tarihlerin sayfasında yerini aldığını sanırım sizde biliyor olmalısınız sizler ve AKP eliyle bugün ülkemizin masa başında" Her metre karesi şehit kanlarıyla sulanmış olan bu vatanı emperyalistlere satacağınızı bizler ilk günden beri biliyorduk çünkü siz bu cumhuriyeti ve Atatürk'ü her fırsatta eleştirerek Osmanlıyı yok eden Atatürk diyecek kadar da şuurunuzu kaybetmiş irade-sizlersiniz".! Bu ülkede Barzani’nin bayrağını dikin AKP ve MHP bugün çok mutlu olmalı 5-10 yıl öncesinde AKP açılım diyerek PKK olmak üzere Oslo’da ve kandilde bu terör örgütüyle görüştüğünü dünya biliyor FETÖ terör örgütü olmak üzere IŞID El Kaide El Nusra ve Ülkemizde yuvarlanan tarikat ve cemaatlerle ilişki içinde oldukları da başka bir gerçeğin kendisi "Bu terör örgütlerinin ortak özelliği ise Atatürk'e ve Atatürk’ün kurduğu bu cumhuriyete düşman olmalarıdır" İşte yıllardır iradeni teslim ettiğin AKP ve bileşenleri bu kadar düşmandı vv cumhuriyete ve bunlar Ankara'nın göbeğine kendi elleriyle diktiği PKK bayrağının bugün sonucunu hep birlikte Türk milleti olarak görüyoruz… “AKP ey yıllardır sesiz kalan ve her fırsatta AKP propagandası yapan satılmış sözde yazar çizer aydınım diyerek orada burada dolaşan üç kuruşa vatan hainleri eden satılmışlar siz yıllarca bu halkı aldattınız”… Siz sözde sahtekârlar üç kuruşa kalemlerinizi ve iradenizi sattınız AKP ye ve bunu ‘da Türk Halkı uyanmasın diye her fırsatta yalanlar söyleyerek halkı ölüm uykusuna sevk ettiniz bugün geldiğimiz durum tam bir işgal ve topraklarımızın devredilmesini sağladınız... Ey biat etmiş sözde vatan millet diyen halk sen ne zaman uyanacaksın bu kan uykusundan sizlerin iradesizliği yüzünden AKP’nin gerçek yüzünü halen göremeyen sizler aslında AKP gibi bir emperyalist proje partisinin piyonlar-ısınız AKP sizi bir maşa gibi kullandı ve bugün sizi çöpe attı! Biz yıllarca sizleri uyarmaya ve Erdoğan'a ve Ekibine karşı yurttaş bilinciyle uyanmanızı söyledik ancak sizde tıpkı AKP gibi bir emperyalist projesinin destekçisi olduğunuzu bugün bir kez daha gördük sizler sürekli bize din iman ezan diyerek bu milleti kandırarak AKP değirmenine su taşıdınız sonunda cumhuriyeti top yekun el birliğiyle sattınız… Şimdi çok geç olmadan tekrar diyoruz ki “ AKP bu ülkeyi tamamen masa başında satarak tıpkı Osmanlı gibi kaçacak diyoruz”! Siz bize halen din ve iman ne olacak diyorsunuz! Biz size Irak diyoruz Suriye diyoruz Filistin diyoruz Afgan ısıtan diyoruz “bunlar şuanda emperyalist ülkelerce işgal edilmiş Müslüman ülkeler ve onlar ibadetlerini ve ezanlarını işgalci güçlerin izin verildiği kadar ibadetlerini yerine getire biliyor diyoruz. Bunlar ülkede onarılamaz yaralar açtı ve açmaya da devam ediyor diyoruz sizde bizi ilgilendirmez biz zaten kuluz diyor ve uyumaya devam ediyorsunuz ve halen din iman ne olacak diyerek AKP kuyruğuna takılmış adeta ölümü bekler gibi ülkenin işgalini bekliyorsunuz neden? “Oysa kutsal Kur’an sana okuman için emrediyor sen bunu dahi bilmiyor ve diyorsun ki ben zaten irademi AKP ye sattım ben yurttaş değil ben bir kulum diyorsun benim elimden artık bir şey gelmez diyerek tıpkı 1919 öncesinde olduğu gibi bugünde yine o gün olduğu gibi kaçmaya çalışıyorsun neden halkım neden”? Ve tekrar diyoruz ki ey onurlu ve gururlu halkım silkin ve kendine gel Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti için tekrar millete dönün ve emaneti derhal geri ver diyoruz. Ali Berham ŞAHBUDAK… 27 / 11 / 2020

25 Kasım 2020 Çarşamba

ŞİDDETSİZ BİR TÜRKÜYE TALEP ETMEK ÇOK'MU ZOR! Ali Berkam ŞAHBUDAK..

ŞİDDETSİZ BİR TÜRKÜYE TALEP ETMEK ÇOK'MU ZOR! Ali Berkam ŞAHBUDAK.. Ülkemiz olmak üzere dünyada ve Türkiye’de ”Kadına yönelik şiddetin ekonomik krizler, çatışmalar ve salgın hastalık gibi dönemlerde her zaman artış gösterdiği ve birçok kadınımız bu yolda hayatın kaybettiğini biliyoruz. Siyasal iktidar hayatın her alanında olduğu gibi, salgın sürecini de siyasi ve ekonomik kaygılara öncelik vererek yürütmektedir. Bu zorlu şartlarda canları pahasına çalışan başta sağlık emekçilerimiz içinde yer alan kadınlarımız, çocuklarımız olmak üzere tüm ülke halkı bu iradesizliğin bedelini hayatlarıyla ödemekte. “Demokratik yollarla seçilmişlerin, gazetecilerin, hukukçuların, sanatçıların, mimarların, mühendislerin, doktorların, öğretim elemanlarının, hakkını arayan işçinin, toprağına sahip çıkan köylünün, yani her alanda mesleğini etik ilkeler doğrultusunda yapmaya çalışan tüm bireylerin hukuk dışı gerekçelerle yargılandığı, tutuklandığı, KHK ’lar ile tüm haklarının ellerinden alındığı, insan haklarının ihlal edildiği hatta yok sayıldığı, cinsiyetçiliğin iktidar mekanizmalarıyla yeniden üretildiği, yolsuzluğun yönetsel araç haline getirildiği günleri ( Ne yazı ki ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik sosyal hukuk devleti olan bu cumhuriyette AKP ve bileşenleri olan cemaat ve tarikatların hakim olduğu çağ dışı yönetim anlayışıyla tüm ülke yurttaşları olarak yaşıyoruz.) Oysaki 6284 sayılı Kadını Koruma Kanunun etkin bir biçimde uygulanması ve İstanbul Sözleşmesinin şartlarının yerine getirilmesi ile kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin durdurulacağını her alanda dile getiren ve mücadele eden onurlu ve gururlu kadınlar, hükumet yetkilileri ve yandaşları tarafından da hedef gösterilmektedir. İktidarın Türkiye'nin de çalışmalarına dahil olduğu ve 2011 yılında imzaladığı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ya da bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesinden çekilmek üzere yaptığı açıklamalar ve sözleşmenin iptali üzerine yapılan tartışmalar kadına yönelik şiddetin artmasına zemin oluşturmuştur. AKP iktidarını oluşturan cağın dışında kalmış zihniyetin hakim olduğu beli başlı yaşam alanlarında yapılan gerici açıklamalar iş yerlerinde yaşanan cinsel taciz, mobbing, ekonomik, psikolojik şiddet, flört şiddeti, kadına yönelik taciz, tecavüzü sıradanlaştırarak, yaygınlaşmasına neden olmakla kalmayıp bizatihi uygulama aşamasına geçtiği ve hukuksal anlamda bu cinsiyetçi kafalara karşı hakiki işlemin yapılamadı da bir gerçektir. 2020 yılının ilk aylarından itibaren hızla yayılan COVİD 19 pandemisinde de tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de birçok kadın destek hizmetlerden mahrum bırakılırken, kendilerine şiddet gösteren erkeklerle kilit altında yaşamak zorunda bırakıldı gerçeği AKP tarafından gizlense de bu gerçeği artık tüm yurttaşlar bilmekte. Pandemi ile çalışma hayatında cinsiyet eşitsizliği daha da derinleşti, yaşanılan ekonomik kriz kadınların yaşam dengesini olumsuz etkileri her geçen gün artmaktadır. Pandemi dönemini çok büyük bir şiddetle hala yaşadığımız bugünlerde kadınların işten çıkarılma oranı artmıştır. DİSK’in Eylül 2020 raporuna göre kadın iş gücü %12, istihdamı %10.5 azaldı. İşsizlik oranı %39.4 iken, kadınlarda %45.3’tür. Kadına yönelik şiddetin arttığı bu dönemde, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre 2020 yılının ilk dokuz ayında 152’si şüpheli olmak üzere 269 kadın öldürüldüğü açıklanmakta. Varlığını ancak ve ancak koşulsuz biat eden bir toplum yaratarak devam ettirebileceği'nin bilincinde olan iktidar pandemiyi de bahane ederek, siyasal İslam'ın temel felsefesi olan, kadının kontrol altında tutulması, toplumsal yaşamdan uzaklaştırılması, itaat ve hiyerarşik bir ilişki düzeni içinde sınırlandırılması yönündeki hamlelerine her geçen gün bir yenisini eklemektedir. Laiklik karşıtı siyasal iktidar, eğitim, çalışma yaşamı, istihdam gibi toplumsal yaşamın tüm alanlarında gerici politikalarını kadınlar üzerinden yürütmektedir. Kadınların zorlu mücadelelerle elde ettiği pek çok kazanım iktidarın kimi açık, kimi kapalı müdahaleleriyle ellerinden alınmaya çalışılmaktadır. Bireyleri dışlayıp, aileyi ve ataerkil yapıyı ön plana çıkaran sistematik uygulamalar, giderek kronikleşen krizin yarattığı çaresizlik duygusu ile birleşince toplumun en güçsüz kesimlerine, kadınlara, çocuklara, LGBTİ bireylere ve hayvanlara yönelik her türlü baskı, dayak, taciz, tecavüz, cinayet gibi biçimlerde ortaya çıkan ve ivmelenerek artan bir şiddet yaşanmaktadır. Bütün bunlar 18 yıldır yanaşılırken “ Bugün halen AKP ve bileşenleri “ Hukuk ve Demokrasi adı altında yeni açılımlardan söz ediyor olması ise tam anlamıyla tükenmişliğin ve ülkeyi yönetememenin getirdiği noktayı işaret etmekte. AKP 18 yıllık talan ve rant odaklı yürüttüğü siyasetinin en temel argümanını oluşturan ise Din ve İman edebiyatıyla yıllardır Türk milletinin maneviyatını ve değer yargılarını kullanarak iktidarda kalmayı sürdürme çabası boş bir çaba değildir çünkü bu çabanın sonucunda yandaşlarla ülke hazinesi soyularak bir ekonomik çöküşü ’de beraberinde getirdiği unutulmamalı ”Hukuk ve Adaletin olmadığı yerde Ekonomik istikrarında olmayacağı bilinmelidir. Bir ülkede şeffaf ve hesap vere bir iktidardan yoksa o ülkede her gecen gün daha da şiddet ve kaosa sürüklenmek bir kaçınılmaz gerçektir… Tün kadınlarımıza şiddetsiz bir yaşam dileğimle tüm kadınlarımızın 25 Kasım kadınlar gününü kutlarım… Saygılarımla! Ali Berkam ŞAHBUDAK..

21 Kasım 2020 Cumartesi

LAİK CUMHURİYET'İN " LAİK ÖĞRETMENLERİ "

LAİK CUMHURİYET'İN " LAİK ÖĞRETMENLERİ "
Hayatımızda birçok değerleri borçlu olduğumuz Başöğretmenimiz M.K. ATATÜRK ve sizler eğitim emekçisi öğretmenlerimiz! Emeklisi, çalışanı bütün öğretmenlerimize gönül isterdi ki yazıma güzel haberler ve gelişmelerden bahsederek başlayayım". Ancak günümüz koşulları maalesef buna imkan vermemekte, mevcut iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığının ısrarlı tutumu sonucu gerek çağdaş eğitim alanlarımızda gerekse, sosyal ve inanç alanlarında ciddi kırılmalar yaşanmakta. Oysa Önderimiz M.K. ATATÜRK’ÜN işareti ise tam tersi öğretmenlerimiz BİLİMİN ve AYDINLANMANIN ANAHTARIDIR DEMEKTE! Ancak bugün ülkemizde AKP iktidarıyla eğitimde ciddi bir yozlaşma ve gerileme dönemine girilmiştir “ Din öğretmenlerimizi ülke genelinde çağdaş eğitim kurumlarımızın başına idareci olarak atanması yetmezmiş gibi M. E. B. MÜFREDATI CUMHURİYET KAZANIMLARI DAHİL KOMPLE DEĞİŞTİRİLMİŞTİR. Sözde bu alandaki boşluğu doldurmak için de, cami imamlarını din dersi öğretmenleri veya branş öğretmeni olarak okullarımızda istihdam etmesi, cami imamlarının yerine de yeni imamlar görevlendirmesi ÇAĞDAŞ LAİK EĞİTİM SİSTEMİNE CİDDİ DARBE VURMUŞTUR. "Bu durum okullarımızda ve AKP iktidarlarıyla birlikte bilimden ve çağdaş eğitimden uzaklaşılarak “din referansa alanlarında mevcut müfredatın dışına çıkılmış, tam bir şeriat şartlarında ki İslami anlayışını eğitim kurumlarına dayatılarak eğitime hakim olmuştur durumdadır"! Önderimiz M.K. Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş eğitim bu değildir. Sevgili Öğretmenlerimiz, bizleri yetiştirirken eminiz ki birçok fedakârlıkta bulundunuz. Nice sıkıntılara göğüs gerdiniz. Onca yaşadıklarınıza rağmen; bir gün de açım, üşüdüm, hastayım vs' demediniz. Sanki ağzınıza kilit vurdunuz. Zor şartlar altında, of demeden her öğrencinizin bütün sıkıntılarına eğildiniz. Onları cumhuriyetimize yaraşır bir birey olmaları için elinizden geleni esirgemediniz. Atatürk İlke Devrimlerini genç beyinlere anlatmak ve onları Türkiye Cumhuriyeti için yetiştirebilmek en büyük ideallerin izdi. Ancak bugünkü sonuca baktığımızda hedeflenen resmi görmek olası değil. Sevgili öğretmenlerimiz inanıyorum ki hep birlikte bunların da üstesinden geleceğiz. Sizler, eğitim orduları bugünkü durumlara düşürülmeye asla layık değilsiniz. Aslında yeriniz başımızın üzeridir. Ama maalesef, Atatürkçü Düşünce karşıtları tarafından bu şartları yaşamak zorunda bırakılıyorsunuz. Bunları oluşturan, yani Atatürk’ün hedeflediği değerleri yok etmek ve dolaysıyla da Türkiye Cumhuriyetini orta-çağ karanlığına sürüklemek isteyen gerici, yobaz dinciler (Dini her türlü menfaatleri için kullananlar) geçmişte vardı, gelecekte de olacaktır. Bunların üstesinden gelmenin tek yolu Atatürk aydınlanmasını ve Türk Devrimlerini Türk Ulusuna anlatmaktır. “Milli Mücadele ve daha sonraki yıllara baktığımızda; Atatürk'ün, Öğretmenlere ne büyük değer verdiği açıktır.’’ Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir' sözü bunu tespit eden örneklerden sadece birisidir”. O, Ulusal Kurtuluş Savaşının en yoğun ortamında bile ilgisini öğretmenlerimiz üzerinden eksik etmemiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşının, Kütahya-Eskişehir civarında bütün şiddetiyle sürdüğü 1921 yılı Temmuz ayının ortalarında; Öğretmenler Kongresinin Ankara'da toplanması kararlaştırılmıştır. Savaşın bütün azametine karşılık, Ankara'da da oldukça yoğun çalışmalar yapılmıştır. Bu yoğun temponun içinde, bir gün, Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi ( TANRIÖVER ) Bey ile Öğretmenler Derneği Başkanı Mazhar Müfit ( KANSU ) Bey, Meclis Başkanı Mustafa Kemal'i, Meclis'teki odasında ziyarete giderek; Efendimiz “Fazla vaktinizi almayacağız.” diyerek, söze, başlar: “Mazhar Müfit Beyin başkanı olduğu Öğretmenler Derneği birkaç gün sonra Ankara'da toplanacak. İki yüzden fazla öğretmenin de bu toplantıya katılması bekleniyor. Fakat Fevzi Paşayı dinleyince tereddüde düştük. Savaşın yoğun olduğu bir sırada böyle geniş bir toplantı size ayak bağı olabilir. Uygun görürseniz erteleyelim”. Diye bitirerek, durumu kısaca arz eder. Mustafa Kemal Atatürk “ Hayır, hayır ertelemeyin!” diyerek öneriye karşı çıkar ve cahillikle, ilkellikle savaş, düşmanla savaştan daha az önemli değildir. Toplantıya katılacağım ve bir de konuşma yapacağım.” şeklinde görüşünü ifade eder. Savaşın zaferle sonuçlanmasının ardından, Cumhuriyet'in ilanı gerçekleşir. Bu süreçte, Atatürk düşüncelerini arkadaşlarıyla, bilim ve edebiyat adamlarıyla her fırsatta konuşur ve tartışır. Çünkü Türk Ulusu için eğitimin ne denli önemli olduğu ortadadır. Asırlardır cahil bırakılmış insanımız, bu karanlığın içinden sadece eğitilerek çıkartılabilir. Cumhuriyetimizin ilanından sonra, Atatürk Öğretmenlerin görev ve sorumluluklarını bulduğu her fırsatta dile getirir. Atatürk; Cumhuriyet'i sonsuzluğa taşıyacak Türk Gençliğini yetiştirme sorumluluğunun öğretmenlerde olduğunu belirtirken, “ Öğretmenler! Cumhuriyet'in özverili öğretmen ve eğiticilerini sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve özverinizin derecesi ile uyumlu bulunacaktır. Hiçbir zaman aklınızdan çıkmasın ki; Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür nesiller ister der. Ne acıdır ki; Atatürk'ün aramızdan ayrılışının ardından kısa bir süre sonra, ülkeyi yöneten siyasi iradenin ilk olumsuz faaliyetlerini maalesef eğitim üzerinde görürüz. Köy Enstitülerinin kapatılması bunun açık bir kanıtıdır. “Çağdaş Eğitimin” gereğine yeterince ilgi gösterilmezken; bıraksanız medrese eğitimini yeniden uygulamaya koyabilecek siyasi hırs, ’’ Atatürk Aydınlanması ve Türk Devrimleri konusunda arzulanan mesafeyi kat edememiş olan, Türk Ulus’unun bir kesiminden destek de görür. SONUCU OLARAK Siz "Laik Cumhuriyet'in Değerli Laik ve çağdaş Öğretmenleri; sizin, Atatürk İlke ve Devrimleri ile Laik Cumhuriyet'in temel değerleri ve bugüne değin elde edilmiş kazanımlara olan inanç ve bağlılığınızdan asla şüphemiz yoktur. Ancak, devlettin kamu kuruluşlarında, hızla dinci kadrolaşma süreci yaşanıyor". Tüm branşlardaki öğretmenlerimiz atama beklerken, sözleşmeli öğretmen uygulamasıyla, mevcut siyasi zihniyete uygun gençler eğitim ordusuna yerleştirilse bile, siz, Laik Türkiye Cumhuriyet'inin öğretmenleri, yılmadan, Atatürkçü Düşünce karşıtlarına aldırmadan, kararlı bir şekilde Türk Gençliğini yetiştirmeye devam etmelisiniz. Atatürk'ün; 'Öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zafer, sizin zaferleriniz için yalnızca ortam hazırlar. Gerçek zaferi siz kazanacaksınız ve sürdüreceksiniz. Kesinlikle de başarılı olacaksınız. “Öğretmen, ödülünü yıllar sonra alır”. İfadesi sizin için rehber olmalıdır. Türkiye Cumhuriyet’inin emanet edildiği Türk Gençliği, sizi asla unutmayacaktır! Ali Berham ŞAHBUDAK…20.11.2020.

18 Kasım 2020 Çarşamba

YA KANAL YA İSTANBUL'A NEDEN KARŞIYIM! // Ali Berham ŞAHBUDAK…

YA KANAL YA İSTANBUL'A NEDEN KARŞIYIM! // Ali Berham ŞAHBUDAK…
T.C. Devleti yurttaşı olarak Kanal İstanbul projesine "hayır" diyenlerdenim! "Gerekçelerime geçmeden önce “ T.C. Devletinin bir yurttaşı olarak kendimi bildim bileli aydın ve çağdaş Atatürkçü Kemalist olarak tanımlanmaktan ve tanımlamaktan onur duyduğumu ifade etmek isterim". Atamızın Türk Milletine ve Türk Gençliğine ilebet emanet ettiği" ve bugün üzerinde gurur ve onurla yaşadığımız bu cumhuriyet 2020 yılı itibariyle 97 yıllık laik sosyal hukuk devleti olan Tam Bağımsız bir cumhuriyettir!. Yönetim şekli parlamenter yönetim sistemine dayanan Anayasayla tanımlanan kuruluş ve yönetimi belirlenmiş halk egemenliğine dayanan bir ülke olmasına rağmen MHP’nin ve Devlet Bahçelinin AKP'ye koşulsuz her alanda verdiği destekle Atatürk’ün önderliğinde ve emperyalizme karşı verilen milli mücadele sonrasında kurulan Tam #Bağımsız bir Devlettir. Bu Cumhuriyetin yönetim şekli ve işleyişi değiştirilerek ülkemize ve Türk Milletine hiç bir faydası olmayan bu ucube sistem dayatılarak “kime hizmet ettiği belli olmayan yarı Başkanlık sistemi’ veya cumhurbaşkanlığı hükmet sistemi denilerek ülkeyi tek kişi yönetimine teslim edildiği bir sistemle karşı karşıya getirildik". !!! Başta Adalet Hukuk Eğitim Tarım Sağlık ve Savunma sanayi insan hak ve özgürlükler olmak üzere yaşama dair ne varsa yok edilen bir sistemle karşı karşıya getirildik “ En önemlisi ’de üretimsizlik ve işsizlik tamamen ortadan kaldırılarak ülkemiz batma noktasına sürüklendi.” Bu yarı Başkanlık Sisteminin tanıtıldığı ve bunun için oy istendiği günlerde iktidarın en büyük argümanı, hantal bürokrasinin son bulacağı idi “Peki bu gerçekten de gerçekleşti mi tam tersi tüm yürüyen sistemi adeta felç etti! Muhalefetle birlikte az çok okuryazar olan Türk Halkının itirazı ise maalesef göz ardı edildi çünkü getirilmek istenen bu sistem T.C. Devletini “Tek adamlık” yönetimine getireceğiydi “ sonuçta öylede oldu! Hatta iktidar cenahında “Yarın, muhalefet iktidar olduğunda bu sistemde sorun olabilir” eleştirileri de vardı hatırlarsanız. “Bir yurttaş olarak ‘da “DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİ BİRLİĞİ GENEL BAŞKANI OLARAK DA” Erdoğan’ ve Devlet Bahçeli tarafından Başkanlık sistemini ilk söylendiği o gün de bugünde karşı olduğumuzu defalarca gerek sosyal medya aracılığıyla gerekse basın yoluyla beyan ettik maalesef yetmez amam evetçi halkın anayasa verdiği değişikli kararının ardından AKP hızla işe koyularak önce yargı reformları adı altında önce yargıyı tamamen değiştirdiler sonrası çorap söküğü gibi gelmeye başladı 15 Temmuzu ondan sonrada 20 temmuzda "bir sivil darbeyle" karşı karşıya kalarak bugün içinde bulunduğumuz yönetim karmaşasıyla karşıya bırakıldık . Bu aynı zamanda da MHP'nin ve Devlet Bahçelinin AKP'ye ve Erdoğan'a karşı verdiği diyet borcunun sonucudur... Çünkü biliyoruz ki Orta-doğu coğrafyasında bulunan ülkemiz böyle tek kişi yönetimine teslim edilemezdi" MHP'nin ve Devlet Bahçelinin de yıllardır milliyetçilikten dem vurduğu göre niçin AKP'ye ve Erdoğan'a karşı diyeti ödediğidir "Bilindiği üzere Erdoğan bir Orta doğu Eş Başkanı olduğunu defalarca kendisi açıklamıştı " Orta doğu Eş başkanlık esasında Emperyalist Devletlerin ve ABD'nin bir projesi olduğudur bu proje Orta doğuda bulunan ünü ter devletlerin etnik kimlik ve mezhepsel olarak bölünerek parçalanmasıdır bunu bile bile MHP ve Devlet Bahçeli nasıl bu noktaya getirildiğini kuşkusuz ki ilerleyen yıllarda tarihçiler mutlaka yazacaktır... Bu gidiş bize tarhı geçmişimiz hatırlatmakla kalmayıp bize tek kişi yönetimindeki kararlarının nasıl bir felakete sürüklediğini göstermiş olduğudur. Örnek mi 1919 öncesi Osmanlı yönetimlerini bakmanız yeterli! Başkanlık Sistemi’ne de yarı başkanlık sistemine de temkinli yaklaşanlardanım. Zira millet olarak, sistemlere olan bakış açımız arızalı. “Çünkü kendini Gazeteci ve yorumcu zanneden kimi saray ve Erdoğan yanlısı sırf üç kuruş için yalan söylemeyi bırakın adeta ağızlarından salyalar akıtarak sırf ülkenin emperyalizme peşkeş çekilmesini istercesine Saraya bağlı Merkez Medyayı kullanarak halkı aldatmayı adeta onurlu bir görev zanneden bu Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları var”… AVRUPA BİZİ KISKANIYOR / MANEVRALARI! Kendimizce haklı gerekçemiz olduğunda değil sistemi, Allah'ı bile ekarte edebiliyoruz. Hatta bu özelliğimizle Avrupa’yı dahi şaşırta biliyoruz. Avrupa’da yaşayan, Türklüğüne ve Müslümanlığına laf söylettirmeye vatandaşlarımızın bulundukları ülkenin imkanlarını kendilerince haklı(!) gerekçelerle nasıl suiistimal ettikleri buna bir örnektir (istisnalar alınmasın lütfen). Başkanlık Sistemi, ülkemize olumlu anlamda bir şey kazandıramadığı gibi sistemi isteyen AKP ve MHP koalisyonunun da aleyhine olmuştur ( Kim ne derse desin bu bir % 50 + 1 koalisyonudur ) “ Siyasi partiler secim sonrası hükumet kurma çoğunluğunu ede edemeyip secim sonrası koalisyon kuruyorlardı şimdiki sistem de ise secim öncesi koalisyon kuruyor”… Hani koalisyonları ortadan kaldıracak bir sistemdi bu başkanlık!!! “Başkanlık Sistemi, iki siyasi parti dışındaki partileri yok sayarak AKP’yi iktidar, MHP’yi muhalefet olarak kabul etti. Geride kalan siyasi partileri gereksiz, oyları da değersiz gördü”. İktidarı destekleyen bir muhalefet partisinin Türkiye gibi bir ülkeye yetebileceğine inandı. Bu durum AKP’nin içinden yeni partiler çıkmasını engelleyemediği gibi yok sayılan muhalefet partilerinin de oyunu yükseltti. PEKİ, BU SİSTEMLE İDDİA EDİLEN O HANTAL BÜROKRASİ AŞILDI MI? Hantal bürokrasi tam olarak aşıldı mı bilmiyorum ama takip ettiğim ve hatırladığım kadarıyla bugüne kadar alınan en hızlı netice geçtiğimiz Şubat ayında sinema ve eğlence sektöründe oldu. Sektörün yıllardır devam eden kemikleşmiş sorunu 15 günde yasa çıkarılarak çözüldü. Başkanlık Sisteminden sonra yerel seçimler geçirdik. İstanbul'daki seçimlerle ilgili yenilenme kararı alındığında aklıselim insanlar tarafından “Yanlış yapıyorsunuz” denildi ama iktidar bloğu bu öngörü karşısında direnmeyi seçti sonuç ortada. AKP ve MHP içinde birileri çıktı “Bizce de bir şeyler olmadı! Amam diyerek devam eden açıklamaların sonucunda” İş artık bize göre bir şeyler oldu çelişkisi içinde YSK’ kapısı çalındı ve içinde ne olduğu belli olmayan birçok valizle evrak taşındı sonuç kocaman bir sıfırdı çünkü kazanılan secim meşru ve haklı bir kazanımdı. Kendilerini ikna etmiş olmalarının herkesi ikna etmeye yeteceğini düşünen AKP’li kimi yöneticiler Erdoğan'ı da yanıltarak İstanbullulara unutamayacakları bir seçim süreci yaşattı. Başkanlık Sisteminden sonra da yeni bir yönetim geleneği hızla sisteme dahil edildi ve artık süreç oldu bittiler-le bir bilinmezliğe sürüklenmeye başladı, "Kayyum atamaları". Terörle, FETÖ’yle veya herhangi bir nedenle, seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp, seçilmiş meclisten birilerinin görevlendirilmesi yerine, "sistemin uygun gördüğü" isimlerin atanması rutin hale geldi. O kadar ki artık kimse gerekçelerle ilgilenmiyor. Son günlerde Ankara Büyük-şehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ’ve İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’na yönelik suçlamalara karşılık İçişleri Bakanlığının ışık hızında müfettiş ataması, TRT’nin ve medyanın yoğun ilgisi(!) "Ankara’ya kayyum atanacak" söylentilerine neden oldu. Bu senaryo “CHP’li Büyük Şehir Belediye Başkanları için artık troller ve satın alınmış sözde gazeteci kimliğine sığınmış maşalar her ortamda bu kayyumu meşru ve yerinde olduğunu açıklayacak kadar ileri gittikleri halen hafızalarda tazeliğini koruyor”. Yukarıdan nasıl göründüğünü bilmiyorum ama belediye başkanlarının gerçekten terörle ilişkili olduğu için alınacağına inanan insan sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azaldı. Başkanlık Sisteminden sonra dünyanın herhangi bir yerinde mazlumun sesi olan ve gurur duyduğumuz yöneticilerimiz nedense Uygur Türkleri ile ilgili derin bir sessizliğe büründü. Başkanlık Sisteminden sonra Büyük Türkiye olmayı büyük projeler, büyük yatırımlar, çılgın projeler olarak tanımlayan yöneticilerimiz; asgari ücreti, emekli maaşları ve hayat pahalılığını küçük sorunlar olarak görmeye başladı. O kadar ki; hepimizi derinden sarsan intiharlarla ilgili bir çözüm önerisi getirilmedi veya olaylarla ilgili açıklama yapılmadı, gerek de duyulmadı. “SEN KİMSİN'DE KANALA ‘HAYIR’ DİYORSUN” Kanal İstanbul; ulusal güvenlik, çevresel etkenler, deprem, sosyal sorunlar gibi risklerin yanı sıra maddi yükü de büyük olan bir proje. En büyük hava limanı / En büyük hastane / En büyük kanal derken hayatın gerçeklerinden ve sorunlarından uzaklaşılması, bir Atatürkçü Kemalist T.C. Devleti yurttaşı olarak beni ciddi anlamda endişelendiriyor. İktidar, kendine İstanbul seçimlerini kaybettiren hatayı Kanal İstanbul’da da yapıyor; inatlaşıyor. Seçilmiş belediye başkanına “Sen kimsin ki ‘hayır’ diyorsun” tavrında ısrar ediyor, hatta yok saymaya çalışıyor. Olası risklere karşılık “Kanal İstanbul'u yapacağız” gibi slogan tarzında söylemler resmi ikamet kayıtlı İstanbulluyu veya yıl içinde İstanbul'u ziyaret eden en az 25 – 30 Milyon nüfuslu içinde barındıran yurttaşı rahatlatabilir? Türkiye; işsizlik, deprem, geçim sıkıntısının yanı sıra sınırında büyük bir göç dalgasıyla da karşı karşıya. Vatandaş için hayatı kolaylaştıracak hayaller kurmak varken, neden çılgın projelerde bu kadar ısrar ediliyor anlayamıyorum. Elbette, Atatürkçü Kemalist bir yurtsever aydın yurttaş olarak Atamın kurduğu cumhuriyette dünyanın imreneceği başta bilim olmak üzere Türk halkının yararına üretilmiş bir milli projelerin ülkemde olmasından onur ve mutluluk duyarım. Ama benim için öncelik” Bu şartlarda Kanan İstanbul değil “ çok ağır şartlarda yaşam mücadelesi veren Türk halkının hayatını kolaylaştıracak, refah seviyesini yükseltecek projeler olmasın isterim! Ali Berham ŞAHBUDAK…

9 Kasım 2020 Pazartesi

TÜRK MİLLETİ İÇİN “10 KASIMIN ANLAMI VE ÖNEMİ”!

TÜRK MİLLETİ İÇİN “10 KASIMIN ANLAMI VE ÖNEMİ”! Her yıl olduğu gibi bu yılda yine 10 Kasım günü yine geldi çattı Türk milleti için bu açı gün ne ilk gün nede son gün olacak çünkü 10 Kasım 1938 yılında Türk Milleti ve Türk dünyasının Atasını kaybetti o nedenledir ki her 10 Kasım’da Türk milleti ve Türk dünyası için tam anlamıyla karanlık bir gündedir!!!… Ulu Önderimiz Atatürk'ümüzün ebediyete intikalinin 82 yıl dönümü dür her yılın 10 Kasımı dolayısıyla, her 10 Kasım'da Saat 9 'u 5'gece her yıl olduğu gibi bu yılda yine acı acı çalan o siren sesleri sokakları caddeleri ovaları hüzün kaplayacak “Türk Milleti Atasına ve Atatürk’üne saygı duruşu için nerede bulunursa bulunsun hemen yerinden fırlayarak Atatürk için saygı duruşuna geçecek ve atasına minnetle şükredecek”. Her yıl olduğu gibi bu yıl 10 Kasımda da Atamızı ve Atatürk'ümüzü Anma Günü tüm Türkiye’de olduğu gibi diş temsilciliklerimizde ve KKTC'de coşkuyla Atamız anılacak ve bu hafta Atatürk haftası olarak çeşitli etkinliklerde ve panellerde Mustafa Kemal Atatürk anısına anma etkinlikleri düzenlenecek. “10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, çok sevdiği ülkesine ve kurduğu bu cumhuriyette hayata veda etti gündür”. Atamız hayattayken en değer verdiği öncelik Eğitime ve Türk, kadına verdiği değerler asla tartışılmaz bir gerçektir, Atamız hayvanlara karşı sevgisi de herkese örnek olmuş kişidir. Atatürk’ün ölümü bu anlamıyla da Türk halkını derin bir yasa boğdu gündür. Sadece Türk halkını elbette değil dünyada ve ülkemizde farklı milletlerin de sık sık örnek aldığı ve saygıyla önünde eğildiği bir liderdir dünyaya örnek olmuş dahi bir Atatürk’tür. Atamız 1938 yılı 10 Kasım günü saat 9'u 5 geçe aramızdan ayrılan Atatürk o gün ’den bu güne kadar Türk milleti ve Türk dünyası Atamızı çeşitli etkinliklerle anıyor ve atamız için yas tutuyor! "O gün Ankara'da ve Dünyada tek bir Atatürk vardı. 7'den 70'e herkes gözyaşında ve dilinde nefesinde Atatürk'ü teneffüs ediyordu. İnsanlar o karanlık günde Ankara'da olabilmek için uzak yollardan, çok geri ulaşım imkanlarıyla atasına son görevlerini yapmak için yollara düşerek gelmişti. Ankara'nın otelleri yeterli olmadığı için kaldırımlarda sokaklarda park denilen boş bahçelerde sabahı sabah ederek ilk doğan güneşi beklemişlerdi. İşte Türk Milleti Atasını ve Dünyanın önünde eğildiği Atatürk’ünü 10 Kasım 1938 de sabah saat 9’u 5 gece kaybetmişti! TÜRK HALKININ ATASINA MİNNETİ! Atamızın kurduğu #cumhuriyette Türk Halkı nerede olursa olsun her yıl 10 Kasım günü #saat 9' u 5 gece sirenlerin çalmasıyla birlikte ülke genelinde #milyonlarca kişi, o sırada ister törenlerde olsun ister olmasın, bulundukları noktada Atamız için saygı duruşuna geçmekte. O anda tüm ülkede adeta trafikte olan insanlar arabalarından inerek binerken o an saat 9'u 5'gece saygı duruşuna katılmakta ya da korna çalarak sirene eşlik etmektedir işte bu Atatürk'e minnet ve şükretmekte. Dünyanın hiçbir ülkesinde liderlerine veya kurucularına böylesine bir minnet asla duyulmaz " çünkü Atatürk tam bağımsızlık için verdiği emperyalist mücadele karşısında yok olmuş bir Osmanlı devletiyle birlikte Türk Milletini de kurtardığı içindir. Atatürk'ün Kurduğu Cumhuriyette Devlet temsil eden Devlet kurumlarının düzenlediği anma törenlerinin yanı sıra sivil toplum örgütleri de tören, gösteri veya yürüyüş gibi etkinlikler düzenlemekte ya da resmi kurumların düzenledikleri etkinliklere katılmaktadırlar. Dolmabahçe Saray'ında #Atatürk'ün hayatını kaybettiği odada düzenlenen anma törenine katılmak isteyen her Türk yurttaşı 82 yıldır uzun kuyruklar oluşturarak Atatürk'ün yatağına karanfiller bırakıp Saray'ı ziyaret ederek Atamıza minnet duygularını dillendirmekte. Ayrıca Türkiye'nin pek çok yerinden yüz binlerce insan, her yıl Atatürk'ü mezarı başında anmak için Anıtkabir'i ziyaret etmekte. Genelkurmay Başkanlığının açıkladığı verilere göre 2019 yılında Atatürk'ün ölümünün 81. yıl dönümünde Türk halkının Anıtkabir’i ziyaret eden sayısı 1 milyon 890 bin 615'e ulaşmıştır denilmekte işte Türk milleti olarak Atamıza saygımız böyle! Ali Berham ŞAHBUDAK...

8 Kasım 2020 Pazar

ABD SEÇİMLERİ VE EMPERYALİST SÖMÜRÜ!

HyIfuJeXUd2K09gQCPcBGAsYHg/s200/IMG_20200129_134116_810.jpg"/>
ABD SEÇİMLERİ VE EMPERYALİST SÖMÜRÜ! T.C. Devletinde “Gerçek Atatürkçü ve Kemalist yurtsever devrimci olmak karakterli ve erdemli olmayı gerekli kılar! Türkiye Cumhuriyeti Devletinde “Aklı kendilerinde uzak kimi siyasiler ve sözde ilerici olduğunu iddia eden gazeteci ve yorumcu kimliğine bürünmüş emperyalizmin AKP’nin saray soytarıları olan dönekler! ABD seçimleriyle ilgili ortaya çıkan yeni durum için bizimle dalgamı geçiyorlar! Bu dönekler gibi ABD Seçimlerine sevinmek demek ABD Emperyalizmini tanımamaktır. ABD de her kim seçilirse seçilsin sonuç ABD’de değişmez! Çünkü ABD de sistemler ve yönetimler Türkiye’de olduğu gibi kişisel çıkarlar için değil ABD menfaatleri ve ABD çıkarları için çalışır bunun adı da sömürü ve işgaller üzerine işler! Amerikan emperyalizmi terimi, Amerika Birleşik Devletlerinin diğer ülkelere karşı kültürel, ahlaki, ekonomik ve askeri saldırılarını kapsar. Bu terim ilk kez Meksika-Amerika Savaşı sırasında, 1846 yılında ABD Emperyalizmi için kullanılmıştır. Peki, Emperyalizm nedir? Emperyalist ne demek? Emperyalizm ve sömürgecilik nedir? Emperyalizm, yayılmacılık veya ekspansiyonizm,( yani ) bir devletin veya ulusun başka devlet veya uluslar üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etkide bulunmaya çalışmasıdır. Etkileyen devlet, etkilenen devletin kaynaklarından "yararlanma" hakkına sahiptir burada demokrasi hukuk insan hakları yoktur var olan kan ve barut tur! Ortadoğu ABD için en iyi örnektir “ buna sevinmek tam anlamıyla akıl tutulmasıdır! “Emperyalizm, tarihi milattan öncesine dayanan ve yayılmacılık anlamına gelen bir terimdir. ''Sömürgecilik'' ve ''Müstemleke'' kelimeleri de emperyalizm yerine kullanılan diğer terimler arasında yer alıyor. Emperyalizm nedir, emperyalist ne demek? Sizin için araştırdık”. Emperyalizm sözcüğü İngilizce ''Imperial'' kelimesinden türetilmiştir. Imperial'in sözlük anlamı imparatorluktur. İmparatorluklar, birçok ülke toprağının işgal edilmesiyle kurulduğu için bu ismi almıştır. Tarihte Emperyalizm terimi ilk defa Napolyon'u eleştirmek ve Birleşik Krallığın sömürgecilik faaliyetlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Emperyalizm Nedir? Bir ülkenin siyasi idaresinin ele geçirilmesi ve ekonomik açıdan sömürülmesine emperyalizm denir. Emperyalist devletlerin uyguladığı politikaların başında baskı ve yıldırma politika gelir. Müstemleke haline getirilmiş ülkenin yönetimi sömürgeci devlete geçer. Bu nedenle devletin yasama- yürütme - yargı organları kısa ya da uzun vadede sekteye uğrar. Emperyalizmin ana nedeni ekonomik çıkarlardır! Örneğin bir ülke yeraltı kaynakları bakımından zengin ise o kaynaklara (altın, gümüş, petrol gibi) el konur. Sömürülen kaynaklar sadece bunlarla sınırlı değildir. Ülkenin tarım ürünleri, pazarları, üretim tesisleri de emperyalist devletin kontrolüne geçer! Tıpkı yıllardır AKP’nin yönetiminde ki ülkemizin içinde bulunduğu gayri milli politikaları nedeniyle ülkemizde olduğu gibi”! Genel olarak iki tip sömürgecilik vardır!. Birinci tip sömürgecilikte söz konusu ülkede yaşayan halk, emperyalist güçlere karşı çıkar. Çatışmaların sonunda birçok can ve mal kaybı yaşanır. Emperyalist ülkenin silahlı kuvvetleri ülkeye intikal eder. İkinci tip sömürgecilikte ise sadece yönetim el değiştirir. Ülkenin doğal kaynaklarından ve ticari faaliyetlerinden elde edilen gelir, emperyalist devlete aktarılır. Kaynakların sömürülmesine dayalı emperyalizm dışında farklı yapılara sahip emperyalizm çeşitleri mevcuttur. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 1- Toprakların Sömürülmesine Dayalı Emperyalizm: Topraklarını genişletmek isteyen imparatorlukların ve devletlerin uyguladığı emperyalizm çeşididir. Bu sömürgecilik tipi, Fransız İhtilalinden önce yaygındı. Fransız İhtilalinden sonra milliyetçilik akımının tüm dünyada yayılması, imparatorlukların dağılmasına neden oldu. İ mparatorlukların diğer devletlere karşı güçlü olması için sürekli olarak topraklarını genişletmesi gerekiyordu. Ancak hem Osmanlı İmparatorluğunda hem de diğer imparatorluklarda azınlıkların isyan etmesi sonucu, birçok azınlık ayrılarak kendi devletlerini kurdu. Not: ''Fetih'' ile ''İşgal'' kavramları sık sık birbirine karıştırılsa da ikisinin anlamı birbirinden çok farklıdır. İşgalde, silah gücü, dikta, zor kullanma ve baskı ön plandadır. Fetihte ise toprakların genişletilmesi esas alınır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğun yüzyıllar boyunca uyguladığı İstimalet (Hoşgörü) Politikası ile Avrupalı devletlerin uyguladığı işgal politikaları taban tabana zıttır. Osmanlı İmparatorluğu bir ülkeyi fethettiğinde o ülkede yaşayanların can ve mal güvenliğini sağlardı. Eski yaşamlarına kaldığı yerden devam eden insanlar inanç ve ibadet konusunda da tamamen özgür bırakılırdı. 2- Vergiye Dayalı Emperyalizm: Bir ülkenin diğer ülkeden aylık ya da yıllık olarak vergi almasına dayalı emperyalizm türüdür. Emperyalist devlet fiili olarak söz konusu ülkenin sınırları içerisinde bulunmaz. Söz konusu vergiler parayla ödenebileceği gibi altın ve diğer yer altı kaynaklarıyla ödenebilir. 3- Kültürel Emperyalizm: Bir ülkenin, kültürel ya da dini değerlerini başka bir ülkeye baskı yoluyla benimsetmesine kültürel emperyalizm denir. Bu emperyalizm türünde medya, radyo ve sinema birer propaganda ve sömürge aracı olarak kullanılır. Emperyalist Ne Demek? Yayılmacı bir politika güden devletlere emperyalist devlet denir. Bununla birlikte emperyalizmi destekleyen kişi ve kurumları tanımlamak için de bu terim kullanılır. Emperyalizm ve Sömürgecilik Hakkında Kısaca Bilgi! Tarihte birçok devlet başka ülkeler üzerinde tahakküm ve baskı kurmuştur. Emperyalizmin temel amacı siyasi üstünlük sağlamak ve ekonomik açıdan kalkınmaktır. Sömürge haline getirilmiş ülkelere yöneticiler atanır. Bu yöneticiler, emperyalist devletin koyduğu yasaların uygulanmasını sağlar. Bazı bölgelerde birden fazla ülke tarafından sömürge kurulabilir. Ali Berham ŞAHBUDAK…

ERDOĞAN NASIL YÜKSELDİ ? | Siyaset Gündemi - Levent Gültekin / Gazeteci

Yedi Yıl Sonra Gelen Hesaplaşma: Cumhuriyet, Demokrasi ve Siyasi Sorumluluk 2018 yılında, Türkiye'nin yönetim sisteminde yaşanan kritik ...